• Kişisel
  • Kitaplık
Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Ara
  • Menu Menu
Sinema

Jagten (Onur Savaşı)

The Hunt / Onur Savaşı, hiç kuşkusuz geçtiğimiz yılın en önemli sürprizlerinden biriydi. Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’ın sekizinci uzun metrajlı filmi, toplumun ön yargılarına dair klişeye eş değer gevelemelerin zincirini tamamen kırarak, asparagas üzerinden neredeyse absürt bir “hedef gösterme” mevhumunu kendisine konu ediniyor.

Vinterberg’in, basit bir iftira hadisesinden yola çıkarak, her adımda taşlarını itina ile dizmeyi başardığı film, pek çok açıdan, içinde sosyal medyanın ‘s’sinin bile geçmediği bir yeni medya eleştiri olarak bile değerlendirilebilir rahatlıkla! Üstelik Vinterberg, bunu yaparken, izleyicinin sinirlerini germek adında türlü numaralara girişmek yerine, meseleyi neredeyse sosyal medya takipçilerinin çabuk galeyana gelmeye müsait, biraz da güdülenmiş / kurgulanmış hassasiyet çizgisine yaklaştırmayı tercih ediyor.

Bütün bu olayların merkezinde yer alan, 40 yaşındaki Lucas; gündelik düzenini alt üst eden bir boşanma sürecinden sonra hayatını yeniden düzene sokmaya, iki yakasını bir araya getirmeye çalışmaktadır. Yaşadığı muhitin yakınlarında bir kreşte çalışmaya başlayan Lucas, yeni kız arkadaşı ile duygusal yarasını dikmeye, oğluyla da arasındaki sallantılı ilişkiyi onarmaya uğraşır. Bulunduğu muhitteki bir kreşte çalışmaya başlayan Lucas, görünürde hem semt sakinleri hem de arkadaşları tarafından sevilen ve saygı duyulan biridir.

Fakat Lucas’ın yavaş yavaş ritmini bulmaya başlayan düzeni, öylesine söylenmiş küçük bir yalan yüzünden alt üst olur. Kreşteki küçük kızlardan biri olan Klara’nın söylediği bu yalana göre Lucas kendisine cinsel tacizde bulunmuştur. Hayal dünyası oldukça geniş olan, melankolik Klara’nın bu iftirası Lucas’ı kasaba halkının gözünde ‘çocuk tacizcisi’ konumuna düşürür ve sevdiği insanlar ile arasındaki sıkı ilişkinin bağları çözülmeye başlar. Üstelik Klara, Lucas’ın en yakın arkadaşı olan Theo’nun kızıdır.

Bu küçük ve önemsiz gibi görünen yalan, kısa sürede bir virüs gibi bütün kasabayı sarar ve Lucas’ın hayatı kısa sürede cehenneme dönmeye başlar. Üstelik Lucas, sadece bu yalanın kurbanı olmakla kalmaz, hakkında yeni dedikodular da türemeye başlar. Başlangıçta, bir çocuğun yalanı olarak değerlendirdiği bu iftira, Lucas’ın kontrol altına almaya çabaladığı hayatının dizginlerinin elinden kayması ile birlikte, kendisi ve kasaba halkı arasında bir çeşit savaşa dönüşmeye başlar. Sadece Lucas değil, onun etrafındaki insanlar da tehditlere maruz kalır.

Önceleri bunun basit bir iftira olduğunu düşünen Lucas, zamanla çevresi tarafından acımasızca hedef gösterilir. Öyle ki, artık Klara’nın söylediklerinin gerçek olup olmamasının bile bir önemi kalmamıştır. Bir süre sonra kasaba ahalisinin büyük bir kısmı Lucas’ın suçsuzluğunu içten içe kabul etmelerine rağmen, sahneledikleri tiyatroyu sürdürürler. Çevresindekilerin saldırılarına karşı neredeyse tek başına kalan Lucas’ın yanında ise sadece oğlu Marcus ve yakın dostlarından biri olan Bruun vardır. Fakat onların varlığı bile, zaman zaman evi taşlanan, nezarete atılan ve hatta süpermarketten alışveriş yapılmasına bile izin verilmeyen Lucas’ı, kasaba ahalisinin tacizlerinden kurtarmaya yetmez.

Yönetmen Vinterberg, Lucas’ın konumundaki değişimin dozunu o kadar başarılı bir biçimde ayarlıyor ki, her çırpınışında, Lucas’a kulaklarını tıkamakta tereddüt etmeyen, koşar adımlarla mantıktan uzaklaşan kasabalıların tavrı bir süre sonra iyiden iyiye sinirlerinizi germeye başlıyor. Sadece Lucas’ı neredeyse recme götüren bu sürenin işlenişi açısından bile izleyicinin alakasını hak eden film, yakın tarihli emsali olarak görebileceğimiz, The Doubt / Şüphe’nin daha makro düzeyde bir varyasyonu olarak değerlendirilebilir.

Filmin en önemli itici gücü ise, bütün hikâyeyi sırtlayıp götüren Mads Mikkelsen’in lezzetli performansı. Geçtiğimiz yıl Drive ile adından sıkça söz ettiren Nicolas Winding Refn’in ilk uzun metrajlı filmi olan Pusher ile dikkatleri üzerine çeken Danimarkalı aktör; Hollywood cephesinde her ne kadar aksiyon yıldızı minvalinde değerlendirilse de, kendi ülkesinde her daim takdire şayan işlere imza atıyor. The Hunt ise, aktörün filmografisindeki tepe noktalarından biri diyebiliriz…
Son yıllarda Danimarka dolaylarından kopup gelen yapımların damağımızda bıraktığı tat malumunuz. The Hunt’da bu gelenekten kopmuyor. Vinterberg’in kendi sinemasındaki ustalık dönemini işaret eden film, her karesi ayrı bir itina ile işlenmiş –kabasını ve abartısını karşılayacak biçimde- şaheser niteliğinde diyebilirim…

(Fatih Yürür, Öteki Sinema)

Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş

Site içerisinde ara

Son Eklenenler

  • Deniz Durukan – Refik Durbaş İle
  • Ahmed Arif – Basübadelmevt
  • Ahmed Arif – Tutuklu
  • Ahmed Arif – Yurdum Benim Şahdamarım
  • Cemal Süreya – Bir Şair: Ahmed Arif

Site istatistikleri

  • 1
  • 110
  • 92
  • 8.954.129
  • 3.923.988

RSS [Kişisel] Son okuduklarım

  • Sapiens: a Graphic History, Volume 1 - The Birth of Humankind
  • Kara Yarısı
  • Atta
  • Gaip
  • Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
  • Lizbon Kuşatmasının Tarihi
@ufukluker'i takip et

Etiketler

Gülten Akın Heinz Kahlau Suat Taşer Fakir Baykurt Bekir Yıldız Murathan Mungan Asaf Halet Çelebi Özkan Mert Mehmet Yaşin Guy de Maupassant Ziya Osman Saba Yılmaz Güney Sandor Forbath Paul Eluard Behçet Necatigil Vecihi Timuroğlu Lale Müldür Kemal Burkay Hasan Biber Hasan Basri Alp Yılmaz Odabaşı Cengiz Bektaş Erdal Öz Sandor Petöfi Gabriel Celaya Louis Macneice Yannis Ritsos Bejan Matur Liana Daskalova A. Hicri İzgören Vasko Popa İbrahim Karaca Bertolt Brecht Nahit Ulvi Akgün Suat Vardal Mehmet Başaran Vedat Türkali Gülseli İnal Sabahattin Ali Ataol Behramoğlu Kerim Korcan Ahmet Muhip Dranas Yi Men Cahit Külebi Orhan Murat Arıburnu Oktay Taftalı Blas De Otero Adnan Binyazar Sennur Sezer Yaşar Miraç Faruk Nafiz Çamlıbel Cevdet Kudret A. Kadir Cemal Süreya Dido Sotiriou Enver Gökçe Metin Demirtaş Turgut Uyar İsmet Özel Sun Yu-T'ang Ahmet Telli Süleyman Çobanoğlu Philippe Soupault Konstantinos Kavafis Sabahattin Kudret Aksal Ahmet Necdet Louise Gareau Des Bois Zafer Ekin Karabay Adnan Özer Aziz Nesin Hilmi Yavuz Behçet Aysan Cevat Şakir Kabaağaçlı Orhan Kemal Hasan İzzettin Dinamo Melih Cevdet Anday Behçet Kemal Çağlar Oktay Rifat Barış Pirhasan E. E. Cummings Konstantin Simanov Conrad Aiken Yaşar Nabi Nayır Ingeborg Bachmann Ozan Telli Bilgin Adalı Jesus Lopez Pacheco Suat Derviş İlhan Berk Metin Eloğlu Sinan Kukul Oğuz Atay Cahit Zarifoğlu Feyzi Halıcı Fang Vei Teh Ümit Yaşar Oğuzcan Vladimir Mayakovsky Seyhan Erözçelik Nicolae Dragos Kutsiye Bozoklar Ahmet Oktay Afşar Timuçin Türkan İldeniz Miguel Hernandez Özdemir İnce Arkadaş Z. Özger Şükran Kurdakul İsmail Uyaroğlu Pablo Neruda Yorgo Seferis Halim Şefik Güzelson Kenneth Rexroth Sait Faik Abasıyanık Talip Apaydın Ahmet Erhan Günter Kunert Eugene Guillevic Jose Marti Kemalettin Kamu Veysel Öngören Ercüment Behzat Lav Süleyman Nesip Nihat Behram Adnan Yücel İlhami Bekir Tez Ahmet Ada Can Yücel Berin Taşan Abdülkadir Bulut Metin Altıok Kostas Kleanthis Necati Cumalı Resul Rıza Hasan Hüseyin Korkmazgil Abdülkadir Budak Celal Sılay Turgay Fişekçi Peter Abrahams Özge Dirik Asım Bezirci Birhan Keskin Akgün Akova Enis Batur Ömer Bedrettin Uşaklı Edip Cansever Fethi Giray Haydar Ergülen Goethe Sabri Altınel Füruğ Ferruhzad Federico Garcia Lorca Nikola Vaptsarov Mehmed Kemal Orhan Veli Kanık Kemal Özer Rıfat Ilgaz Kahraman Altun Ahmed Arif Memet Fuat Şükrü Erbaş Adalet Ağaoğlu Bedri Rahmi Eyüboğlu Vyaçeslav Ivanov Oruç Aruoba Özdemir Asaf Attila İlhan Arif Damar Sezai Karakoç Ülkü Tamer Müştak Erenus Salah Birsel Yaşar Kemal Ece Ayhan Refik Durbaş Altay Öktem Nazım Hikmet Neşe Yaşın Fazıl Hüsnü Dağlarca Erdal Alova Cahit Sıtkı Tarancı Tevfik El Zeyyad Cahit Irgat Tove Ditlevsen
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Mendilimde Kan Sesleriİsmail Uyaroğlu – Felaketlere Gülecek Kadar
Sayfanın başına dön