La faute à Fidel! (Fidel’in Yüzünden)
Politik sinemanın ünlü yönetmenlerinden Costa Gavras’ın kızı Julie Gavras’ın, 2006 tarihli harika filmi “La faute a Fidel/Fidel’in Yüzünden”i inceleyeceğiz bu hafta.
Filmde bir yerlerde dillendirildiği gibi, hep bu Fidel ve onun gibiler yüzünden, dünya tam anlamıyla bir sömürü ve gericilik cennetine dönüşmüyor. Fidel ve arkadaşları Küba’nın tepesine cami inşaatına gerek olmadığını düşündükleri gibi, bir AVM’ye benzeyen dünyaya da kötü örnek oluyorlar.
Film 1970 yılında Fransa’da geçiyor. Burjuva yaşam tarzına sahip bir aile var. Dokuz yaşındaki kızları Anna ile birlikte Paris’in zengin bir bölgesinde yaşıyorlar. Anna’nın ebeveynlerinin mesleklerini ilginç buluyorum. Baba, bir avukat; anne de “Marie Claire” adlı moda dergisine yazılar yazan birisi. Yani burjuva ideolojisine destek sunabilecek pozisyonlara sahipler. Öyle de yapıyorlar zaten.
Büyükçe bir evleri var. Durumları oldukça iyi. Anna’nın Küba Devrimi’nden kaçmış bir dadısı var. Bu dadının Tayyip Erdoğan’ınınki gibi olan Küba değerlendirmesi, filme adını vermiş. O kızıl sakallı Fidel ve arkadaşları yüzünden, birileri sahip oldukları her şeye el koymuş. Anne ve baba, banka hesaplarını doldurmakla meşgulken Anna, da zengin bir Katolik okulunda dindar bir eğitim almaktadır. Her şey yolunda gibidir.
Bütün bu kurgu, İspanya’da faşist Franco rejimine karşı mücadele eden hala ve kuzenin Fransa’ya iltica etmek zorunda kalmalarıyla bozuluyor. Hayat, aile için yeniden başlıyor.
Kendi geçmişinde de anti-faşist mücadele olan İspanyol asıllı baba, kız kardeşinin gelişiyle sarsılıyor ve hayata ve topluma karşı olan yaklaşımını sorgulamaya başlıyor. Kız kardeşinin kocasının Şili’de öldürülmesi üzerine bu ülkeye gidiyor ve formatlanmış bir şekilde geri dönüyor. Eski anti-faşist kimliğinin gereklerini yerine getirmek üzere hayatını yeniden kurguluyor ve gerekli unsurlarla gerekli hesaplaşmayı yapıyor. Şilili Allende destekçilerinin Paris’teki temsilcilerinden oluyor. Veda edilmesi gereken düşünce ve objelere veda ediyor.
Babanın attığı bu ileri adım anneyi de ileriye çekiyor. O da kürtaj hakkı üzerine aktivistliğe soyunuyor. Eski burjuva alışkanlıklarına veda ediyor.
Aile bireylerinde bu radikal değişiklikler olurken, bunların dokuz yaşındaki Anna’nın dünyasında yansıma bulmaması düşünülemez. Zaten film, genel olarak bu yansımalar üzerine kurulmuş diyebiliriz.
Anna, ilk başlarda hayatından çıkan lükse biraz içerlemiş gibi gözükmektedir. O eski büyük ev artık yoktur. Geniş banyolar, dolu masalar, özel kurslar, pahalı kıyafetler, Kübalı dadı yoktur. Bunların yerine evde hararetli bir şekilde tartışan sakallı adamlar ve öfkeli kadınlar vardır. Bunlar; Şili, kürtaj, burjuva, eşitlik, özgürlük, sosyalizm, komünizm gibi tuhaf kavramlar kullanmaktadırlar. Anna, ailesinin talebi doğrultusunda artık okuldaki fıkıh derslerine de girmemektedir. Kafası oldukça karışmıştır.
Anna’nın, sağcı olan büyükannesiyle girdiği şu diyaloga bir bakalım:
Anna: Kim bu komünistler?
Büyükanne: Öğrenciler, işçiler, diğerleri gibi insanlar.
Anna: Peki ama ne istiyorlar?
Büyükanne: Her şeyi. Evimizi, üzüm bağlarımızı, paramızı, kıyafetlerimizi, oyuncaklarını.
Anna: Neden?
Büyükanne: Sanırım bizi sevmiyorlar.
Acaba Anna, kimin kimi sevmediğini kavrayabilecek mi? Kimin başkalarının her şeyine gözünü diktiğini görebilecek mi? Bu olağanüstü filmi izlersek Anna gibi bizler de bir takım fikirler geliştirebiliriz.
Son olarak teknik bir detaya dikkat çekmek istiyorum. Filmleri çocuk oyunculara dayandırmak riskli bir iştir. “Fidel’in Yüzünden” bu riski alıyor ve Anna rolündeki Nina Kervel’in kusursuz oyunculuk performansıyla büyük kumarı kazanıyor. Dokuz yaşındaki oyuncu, tüm filmi peşinden çekip götürüyor. “Fidel’in Yüzünden”den başka bir filmde oynamayan oyuncu, umarız sinema kariyerini bu filmle sınırlamaz.
İyi seyirler…
(Baran Doğan, İleri)