• Kişisel
  • Kitaplık
Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Ara
  • Menu Menu
Sinema

The Girl with the Dragon Tattoo (Ejderha Dövmeli Kız)

Son yıllarda sinemasını biçimlendiren öğelerden uzaklaşıp daha ‘ödüllere yakın’ işlerle haşır neşir olan David Fincher, bu uğurda bir Facebook hikayesi bir de romantik-fantastik drama çekti. Her iki film de -özellikle Sosyal Ağ (The Social Network)- bazı zirve anları barındırıyordu ancak yönetmenin uzun sürede, kararlı bir şekilde çizdiği stiline uzak durdukları bir gerçekti. David Fincher da bu yoğun ‘ödül için koşuşturma’ temposundan yorulmuş olacak ki Stieg Larsson’un çok satan romanı Ejderha Dövmeli Kız’ı sinemaya uyarlamaya karar verdi. Bu kararının geniş kitlelerce pek hoş karşılandığı söylenemez; zira henüz iki sene önce çekilen Niels Arden Oplev imzalı Ejderha Dövmeli Kız (Män som hatar kvinnor), gayet başarılı bulunmuş -ki bence ancak ‘iyi bir TV filmi’ olarak tanımlanabilir-, tüm dünyada ve Amerika’da hatırı sayılır bir gişe başarısı elde etmişti. Peki Fincher’ın bu kararı iyi sonuç verdi mi? Genel anlamda ‘evet’. Ama yine de bazı kararsızlıklarım var…

Siyah bir yağ, devamlı biçim değiştiren insan suratları, çiçekler ve sürreal şekillerin cirit attığı, Led Zeppelin’den Immigrant Song’un elden geçirilmiş haliyle gerçek anlamını bulan muhteşem açılış jeneriği filmle ilgili beklentilerinizi arttırıyor. Şimdiden klasikler arasında olduğunu düşündüğüm ilk teaserından sonra filmin açılışında da böyle bir anla karşılaşmak, Fincher’ın daha sonraki aşamalarda işinin zorlaşacağının göstergesi…

Filmin hikayesi iki ayrı koldan işliyor. Birinci hikayede idealist gazeteci Mikael Blomkvist’le tanışıyoruz. Blomkvist önemli bir sanayicinin yolsuzluk yaptığını düşünüyor ama bunu ispatlayamayınca suçlu duruma düşüyor. Artık ödemesi gereken bir tazminat ve temize çıkarmak zorunda olduğu bir adı var. Herşeyin kötü gittiği bu dönemde Henrik Vanger adlı güçlü bir iş adamı, kendisine reddedemeyeceği bir teklif sunuyor: ’40 yıl önce öldürülen yeğenimin cinayetinin gizemini çöz, hem para, hem de seni yakan sanayicinin kirli çamaşırları senin olsun…’ Diğer tarafta ise romanın ve ilk filmin kült karakteri Lisbeth Salander var. Hayatı boyunca zihinsel ve bedensel her türlü şiddete maruz kalmış, kafası gidip gelen, bol dövmeli, piercingli, bol acılı ve yapayalnız…Kendisinden sorumlu olan devlet görevlisinin sapık cinsel fantezilerinin kurbanı olmaya devam ediyor, ancak bir yandan da güçlü bir karakter. Bir yandan hayatını sürdürebilmek için bilgisayar korsanlığı ana merkezli bir araştırma işi yapıyor. Onun da işvereni Henrik Vanger, araştırması istenen kişi ise Blomkvist…Gidişat belli…Bu ikili filmin ortalarına doğru bir araya gelecek, gizemi beraber çözecekler.

Bu noktada filmle ilgili düşünceleri sıralamak için cevabını vermemiz gereken bir soru var: Bu film bir yeniden çevrim mi yoksa tamamen bağımsız bir yeniden uyarlama mı? Ben karşımızdaki filmin bir yeniden uyarlama olduğunu düşünenlerdenim. Fincher’ın filmi ile Niels Arden Oplev’in ilk denemesinin arasındaki benzerliklerin, bazı ‘kopyala, yapıştır’ gibi duran sahnelerin sebebinin ise yere göğe sığdırılamayan romanın yetersizliğinden kaynaklandığına inanıyorum. David Fincher film boyunca neredeyse herşeyi doğru yapmasına rağmen bu onu hikayenin akışı açısından öncülünün önüne geçiremiyor. Her iki yönetmen de Stieg Larsson’un romanına kendi bakış açılarıyla yaklaşıyor ama neredeyse aynı filmi yapıyorlar.

Romanın/filmin merkezindeki gizemin ilgi çekici olduğunu söylemek güç. Buna neredeyse hiçbir sürprize yer vermemesi, çözüm aşamalarının bizlere bir “slideshow” gibi gösterilmesi eklenince sürükleyicilik iki ana karakter arasındaki çekime kalıyor. Vanger ailesinin bütün üyelerinin potansiyel katil olarak başladıkları filmde Blomkvist’in kedisinden daha az sahne almaları da ayrı bir maceranın konusu. Cansız ve mekanik olan hikayenin akılda kalıcı bir noktaya evrilmesi için filmin yaratıcılarının teknik kabiliyetleri ön plana çıkmalı ki bunu layıkıyla yapabilecek en iyi ekiplerden biriyle karşı karşıyayız.

Günümüzde, çirkinliği ve şiddeti karikatürize etmeden sanat haline getiren sayılı isimden biri David Fincher. Ejderha Dövmeli Kız (The Girl With The Dragon Tattoo)’da yine bunu yapıyor. Kamerasının hareketleri tedirgin ediyor, gerginlik bir iki küçük aksama dışında müthiş bir süreklilik gösteriyor. Yönetmenlik açısından herhangi bir ışık barındırmayan ilk uyarlama aklımıza gelince Fincher’ın filminin herşeyiyle ‘daha fazla’ olduğunu söyleyebiliriz. Yine de böyle bir projeye el attığında bir çok stilize denemeyi de filmine yedireceğini düşündüğüm yönetmenin, gösterip geri çekilen performansıyla, kapı deliklerinden girip tüm mutfağı dolaşan performansı arasındaki fark ‘o artık geri dönmeyecek’ hissiyatını yaşatıyor ki bu çok üzücü…

Görüntü yönetmeni Jeff Cronenweth’in karlar altındaki İsveç’e yaklaşımı, Trent Reznor ve Atticus Ross’un neredeyse ambient’e varan derin müzik çalışması filmin değerini arttırırken, atmosfer yaratma konusunda Fincher’a önemli bir avantaj sağlıyorlar. Üzerinde durulması gereken diğer nokta ise işin oyunculuk tarafında. Elm Sokağında Kabus (A Nightmare on Elm Street) fiyaskosundan sonra Sosyal Ağ’da Mark Zuckerberg’i terkeden kız olarak karşımıza çıkan Rooney Mara’nın, verilen zor görevin altından başarıyla kalktığını söyleyebiliriz. Adı sanı duyulmamış Noomi Rapace’yi ihya eden Lisbeth Salander’in bir başka kadın oyuncuyu da A listesine yükseltecek olması ilginç bir ayrıntı. Diğer başrol oyuncusu Daniel Craig ise en basit tabirle ‘idare ediyor’. Mara ile karşılıklı oynadığı sahnelerde ise idarede bile zorluk yaşadığını görebilirsiniz.

‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?’ tadında bir gözlemi de sizle paylaşmadan edemeyeceğim. İsveç’de geçen bir Amerikan filminde oyuncuların İngilizce konuşmasını anlamak güç değil. Ancak neden oyuncuların tamamı garip bir İsveç aksanıyla konuşurken Daniel Craig son derece iddialı İngiliz İngilizcesiyle arz-ı endam ediyor? Sanırım filmin bize vermeyi unuttuğu ayrıntılardan biri de Blomkvist’in İngiltere’de eğitim gördüğü gerçeği…

Ejderha Dövmeli Kız, maceraya sıfırdan başlayacaklar için sağlam, romanı ve İsveç yapımı filmi bilenler için deneysel bir film. ‘Senenin kendini kötü hisset filmi’ olduğuna dair yapılan reklam kampanyasını doğrulayan yapımın, tecavüzcüden alınan intikam, seri katiller, araba kazaları, çözülmemiş gizemler ve Nazilerden bahsederken daha da doyurucu olmasını beklerdik ama bu da yeterli…

(Fırat Ataç, Beyazperde)

Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş

Site içerisinde ara

Son Eklenenler

  • Deniz Durukan – Refik Durbaş İle
  • Ahmed Arif – Basübadelmevt
  • Ahmed Arif – Tutuklu
  • Ahmed Arif – Yurdum Benim Şahdamarım
  • Cemal Süreya – Bir Şair: Ahmed Arif

Site istatistikleri

  • 6
  • 1.484
  • 1.166
  • 8.970.835
  • 3.935.914

RSS [Kişisel] Son okuduklarım

  • Dünya Bu Kadar
  • Sapiens: a Graphic History, Volume 1 - The Birth of Humankind
  • Kara Yarısı
  • Atta
  • Gaip
  • Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
@ufukluker'i takip et

Etiketler

Celal Sılay Peter Abrahams Metin Altıok Vyaçeslav Ivanov Ümit Yaşar Oğuzcan Sabri Altınel Cemal Süreya Özdemir İnce Bertolt Brecht Asaf Halet Çelebi Ahmet Erhan Turgut Uyar Asım Bezirci Adalet Ağaoğlu Federico Garcia Lorca Faruk Nafiz Çamlıbel Orhan Kemal Günter Kunert Sabahattin Kudret Aksal Arif Damar Kemal Özer Ahmet Ada Barış Pirhasan A. Hicri İzgören Hasan Biber Kutsiye Bozoklar Fazıl Hüsnü Dağlarca Melih Cevdet Anday Liana Daskalova Gülseli İnal Ahmet Necdet Mehmed Kemal Müştak Erenus Fethi Giray Can Yücel İlhami Bekir Tez Arkadaş Z. Özger Murathan Mungan Erdal Öz Haydar Ergülen Adnan Binyazar Tevfik El Zeyyad Blas De Otero Bekir Yıldız Cahit Külebi Behçet Aysan Guy de Maupassant Halim Şefik Güzelson Enis Batur Refik Durbaş Berin Taşan Abdülkadir Budak Dido Sotiriou Hilmi Yavuz Ahmet Telli Füruğ Ferruhzad Akgün Akova Sun Yu-T'ang Sennur Sezer Edip Cansever Salah Birsel Attila İlhan Bejan Matur Nazım Hikmet Necati Cumalı Ömer Bedrettin Uşaklı Yaşar Miraç Kostas Kleanthis Eugene Guillevic Ülkü Tamer Enver Gökçe İlhan Berk Bilgin Adalı Vedat Türkali Louise Gareau Des Bois Resul Rıza Behçet Kemal Çağlar Suat Derviş Yılmaz Güney Bedri Rahmi Eyüboğlu Ahmet Oktay Louis Macneice Suat Vardal Afşar Timuçin Fang Vei Teh Neşe Yaşın Hasan Hüseyin Korkmazgil Özge Dirik Ercüment Behzat Lav Cahit Irgat Vladimir Mayakovsky Hasan Basri Alp Memet Fuat Goethe Kahraman Altun Cengiz Bektaş Rıfat Ilgaz Oğuz Atay Ingeborg Bachmann Konstantinos Kavafis Behçet Necatigil Suat Taşer Ahmet Muhip Dranas Ataol Behramoğlu Konstantin Simanov Mehmet Yaşin Turgay Fişekçi Vecihi Timuroğlu Zafer Ekin Karabay Abdülkadir Bulut Nahit Ulvi Akgün Özdemir Asaf Ahmed Arif Nikola Vaptsarov Sandor Petöfi Özkan Mert Adnan Yücel Ozan Telli Cevdet Kudret Lale Müldür Vasko Popa A. Kadir E. E. Cummings Oruç Aruoba Altay Öktem Orhan Murat Arıburnu Ece Ayhan Orhan Veli Kanık İsmet Özel Süleyman Nesip Paul Eluard Gülten Akın Cahit Sıtkı Tarancı Conrad Aiken Oktay Rifat Nihat Behram Jose Marti Talip Apaydın Gabriel Celaya Sait Faik Abasıyanık Oktay Taftalı Birhan Keskin Süleyman Çobanoğlu Pablo Neruda Sinan Kukul Kerim Korcan Fakir Baykurt Kenneth Rexroth Miguel Hernandez Tove Ditlevsen Yaşar Nabi Nayır Yılmaz Odabaşı Yorgo Seferis Adnan Özer Metin Demirtaş Metin Eloğlu Jesus Lopez Pacheco Mehmet Başaran Kemal Burkay Yaşar Kemal Türkan İldeniz Yannis Ritsos Cevat Şakir Kabaağaçlı Philippe Soupault Ziya Osman Saba Kemalettin Kamu Erdal Alova İbrahim Karaca İsmail Uyaroğlu Sezai Karakoç Feyzi Halıcı Veysel Öngören Aziz Nesin Şükrü Erbaş Seyhan Erözçelik Yi Men Hasan İzzettin Dinamo Sabahattin Ali Cahit Zarifoğlu Şükran Kurdakul Heinz Kahlau Sandor Forbath Nicolae Dragos
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Cemal Süreya – HamzaBir Zamanlar Anadolu’da
Sayfanın başına dön