• Kişisel
  • Kitaplık
Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Ara
  • Menu Menu
Sinema

Lilja 4 Ever (Daima Lilya)

Gerçeklik ile hayalin iç içe girdiği filmlerin genelde seyirciyi ele geçirmek yolunda daha etkili olduğu söylenebilir. Eğer bir film büsbütün gerçekçiyse ya da hayal gücüne hitap ediyorsa o film ya sevilir ya sevilmez. Aslında bu konuda genelleme yapmak ne derece doğrudur, tartışılır. Ama gerçek olan, her iki nosyondan elemanları hikayesine aktaran film, eğer dozajı iyi ayarlayabilirse etkileyici olmak konusunda biraz da tabir yerindeyse tribünlere oynamak suretiyle hedefine varır. Daima Lilya, bu açıdan bahsettiğimiz tarife uyan bir büyülü gerçeklik kokteyli. Gerek gerçekçi, gerek büyülü yanları ise oldukça çarpıcı. Zaten filmi ilginç kılan bahsettiğimiz bu formülün dozunda kullanılması. Filmin gerçekçi yanını görmek istiyorsanız Lilya’nın yorgun yüzüne bakınız. Büyülü yanına görmek istiyorsanız Lilya’nın kanatlarına bakınız…

Daha filmin başında; yönetmen, Rammstein’ın zaten tek başına dinlendiğinde bile sarsıcı etkiler yaratan Mein Herz Brennt adlı şarkısıyla bizi kontrolü altına alıyor. Bu kurnazca melodramatik yatırım, filmi izlemek için seyirciye ruhsal ve zihinsel anlamda, yüksek dozda bir kondisyon depolatıyor. Rammstein gibi şiddet çağrışımları uyandıran sert bir müziğin Lilya’nın kırılgan masumiyetiyle yarattığı oxymoron, dramatik olanın altının daha kalın bir çizgiyle çizilmesine neden oluyor.

Film, ihtiva ettiği anlam bakımından aslında klişe gibi gözüküyor ama ağırlığı düşünüldüğünde, neredeyse dokunulmazlığı olan ciddi bir temayı sırtlamış götürüyor. Sonuçta 16 yaşında bir kızın bedeninin ve hayallerinin ırzına geçilmesine kim kayıtsız kalabilir ki? Sinema perdesinde olan bitene seyirci kalırken, gerçeğe de seyirci kalmak elbette yaralar insanın vicdanını.

 

Film, Lilya’nın yaşadığı yıkımı evinin içinden başlayarak git gide bütün dünyasına nasıl yayıldığını anlatıyor. Söz konusu olan ‘çalınmış güzellik’ değil, ‘ırzına geçilmiş güzellik’. Lilya’nın hayatındaki tek düzenli seyir, felaketlerin yaşamına yaptığı ani ve sarsıcı ziyaretler. 16 yaşın getirdiği saflıkla annesiyle Amerika hayalleri kurarken, birden bire kurduğu bütün hayaller yıkılıyor. Annesi Lilya’yı hayalini kurduğu Amerika’ya götürmeyeceğini açıklıyor.

Bir anne kedinin, büyüttüğü yavru kediyi olgunlaştığı zaman kendi haline bırakması gibi bir vazgeçiş değil bu. Tamamıyla bencilce verilmiş vahşi bir karar. Komünist rejim sonrası eski Sovyetler Birliği’ne bozuk iştahıyla saldıran kapitalizm, insanların hazmetmekte zorlandıkları yeni gerçekliğe yetmezmiş gibi, rüyalarına da saldırıyor. Amerika’yı kurtuluş olarak gören anne kendini yeni hayatın kollarına bencilce atarken, annesiyle beraber Amerika hayali kuran Lilya birden bire yaşadığı evden de oluyor. Komünizmin yarattığı bunaltıcı kolektivizmden, kapitalizmin dayattığı kusurlu egoizm duygusuna geçiş çok sarsıcı olmuş olmalı ki, bir anne bile 16 yaşındaki kızından gözünü kırpmadan vazgeçebiliyor.

Dram, evin içinden Lilya’nın dışarıdaki hayatına yayıldığında ise daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Annesi tarafından terk edilen bir kıza “dışarının” neler yapacağını düşününce içinizdeki acıma duygusu derhal harekete geçiyor. Bir fare yuvasını andıran evde yaşamaya başlayan Lilya, kendisi gibi itilmiş, yaşça kendinden küçük olan Volodya’da buluyor güveni ve sevgiyi. Kimseden göremediği koşulsuz sevgi ve yakınlığı, bütün gününü yalnız başına bir potaya boş bir kola kutusu fırlatan Volodya’dan görüyor. Zaten filmin büyülü ve masalsı yanını bu ilişki oluşturuyor. Gerçek, sonu gelmeyen irili ufaklı temsilcilerinin sivri dişleriyle acımasız saldırısını sürdürürken, bu masalsı ilişki olanca dokunaklığıyla sergilenerek örselenmiş olan ruhsal tanıklığımızı tedavi ediyor.

Filmde son derece işlevsel olarak kullanılan simgeler bir hayli etkileyici. Lilya ve Volodya’nın kendilerine evin içindeyken çarşaflarla yaptıkları çadır kendilerini kıskacı altına alan dış dünyadan kaçış isteğinde karşılığını buluyor. Özellikle Lilya’nın Volodya’ya aldığı basketbol topu adeta bir karakter gibi kullanılmış. Ve birer çift kanat… Dünya, bu haliyle kesinlikle onlara göre değil. Hep hayalini kurdukları cennet, dünya dışılığı ve tüm yumuşatılmışlığıyla onları koruyacak tek yer.

Lilya ve Volodya’nın ilişkisi akıllara Michael Winterbottom’un obsesif bir aşk hikayesini anlattığı “Seni İstiyorum” filmini getiriyor. Söz konusu filmde küçük göçmen çocuk ile genç kadının ilişkisi birbirine bir hayli benziyor. Daima Lilya’nın farkı, hikayesini obsesif bir romantizme değil masalsı bir gerçekçiliğe yaslamış olması. Yine de bu iki filmdeki erkek çocuk ‚Äì genç kız ilişki düzeneği aynı amaca hizmet etmesi açısından ilgi çekici benzerlikler arz ediyor.

Lilya’nın saflığı ve çaresizliği sınırlarını o kadar genişletiyor ki, bu dram “uluslararası” bir genişlemeye uğruyor. İsveç’in buz gibi psikocoğrafyası, cinsel açıdan ihmal edilmiş hoyrat İskandinav erkeklerin zavallı Lilya’nın bedeninde savruk geliş gidişleri, lugattan çıkarılmış merhamet, bir eve kilitlenmiş beden ve ruh…

Vicdani dayanıklılığımızın direnç noktalarını keşfetmek için yapılan bu çılgınca sınamalardan etkilenmemek mümkün değil. Bu dünyada bir çift kanada ihtiyacı olan kaç bin örselenmiş ruh var kimbilir?

Yönetmen: Lukas Moodysson
Ülke: Danimarka, İsveç
Süre: 109 dk.
Oyuncular: Oksana Akinshina, Artyom Bogucharsky, Lyubov Agapova, Liliya Shinkaryova, Elina Benenson, Pavel Ponomaryov

(Zafer İlbars, Beyazperde)

Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş

Site içerisinde ara

Son Eklenenler

  • Deniz Durukan – Refik Durbaş İle
  • Ahmed Arif – Basübadelmevt
  • Ahmed Arif – Tutuklu
  • Ahmed Arif – Yurdum Benim Şahdamarım
  • Cemal Süreya – Bir Şair: Ahmed Arif

Site istatistikleri

  • 7
  • 1.731
  • 1.273
  • 8.980.521
  • 3.942.930

RSS [Kişisel] Son okuduklarım

  • Dünya Bu Kadar
  • Sapiens: a Graphic History, Volume 1 - The Birth of Humankind
  • Kara Yarısı
  • Atta
  • Gaip
  • Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
@ufukluker'i takip et

Etiketler

Pablo Neruda Seyhan Erözçelik Cahit Sıtkı Tarancı İsmail Uyaroğlu Fang Vei Teh Can Yücel Konstantin Simanov Vyaçeslav Ivanov Hasan Biber Cengiz Bektaş Melih Cevdet Anday İsmet Özel Asaf Halet Çelebi Orhan Kemal Conrad Aiken Rıfat Ilgaz Adnan Binyazar Özkan Mert Yaşar Kemal Guy de Maupassant Sezai Karakoç Attila İlhan Ahmed Arif İlhan Berk Sabahattin Ali Faruk Nafiz Çamlıbel Orhan Murat Arıburnu Louis Macneice Yaşar Miraç Özdemir İnce Behçet Necatigil Konstantinos Kavafis Birhan Keskin Cevdet Kudret Jesus Lopez Pacheco İlhami Bekir Tez Sait Faik Abasıyanık Vecihi Timuroğlu Yorgo Seferis Akgün Akova Gabriel Celaya Gülten Akın Talip Apaydın Kenneth Rexroth Dido Sotiriou Ozan Telli Paul Eluard Adnan Yücel Cemal Süreya Liana Daskalova Süleyman Çobanoğlu Şükrü Erbaş Enver Gökçe Ece Ayhan Kemal Özer Bedri Rahmi Eyüboğlu Resul Rıza Adalet Ağaoğlu Enis Batur Cahit Külebi Nikola Vaptsarov Mehmet Başaran Ülkü Tamer Ercüment Behzat Lav Zafer Ekin Karabay Türkan İldeniz Cahit Zarifoğlu Oruç Aruoba Kemalettin Kamu Nicolae Dragos Kostas Kleanthis Suat Vardal Bejan Matur Orhan Veli Kanık Hilmi Yavuz Erdal Alova Jose Marti Blas De Otero Berin Taşan Ziya Osman Saba Metin Eloğlu Günter Kunert Gülseli İnal Federico Garcia Lorca A. Hicri İzgören Sandor Forbath Özdemir Asaf Oğuz Atay Bertolt Brecht Ahmet Oktay Ahmet Erhan Neşe Yaşın Kerim Korcan Kahraman Altun Veysel Öngören Tove Ditlevsen Vladimir Mayakovsky Arkadaş Z. Özger Yi Men Sinan Kukul Salah Birsel Asım Bezirci Ahmet Necdet Yannis Ritsos Nihat Behram Mehmed Kemal Ahmet Ada A. Kadir Sandor Petöfi Sabri Altınel Memet Fuat Haydar Ergülen Bilgin Adalı Arif Damar Oktay Taftalı Ataol Behramoğlu Refik Durbaş Suat Taşer Sun Yu-T'ang Kutsiye Bozoklar Hasan İzzettin Dinamo Nahit Ulvi Akgün Yılmaz Odabaşı Ahmet Muhip Dranas Metin Altıok Fazıl Hüsnü Dağlarca Miguel Hernandez Heinz Kahlau Cevat Şakir Kabaağaçlı Halim Şefik Güzelson Oktay Rifat Müştak Erenus Eugene Guillevic Kemal Burkay Barış Pirhasan Ingeborg Bachmann Celal Sılay Feyzi Halıcı Yılmaz Güney Edip Cansever Ömer Bedrettin Uşaklı Behçet Kemal Çağlar Abdülkadir Bulut Bekir Yıldız Süleyman Nesip Peter Abrahams Philippe Soupault Vedat Türkali Yaşar Nabi Nayır Turgut Uyar Suat Derviş Ümit Yaşar Oğuzcan İbrahim Karaca Vasko Popa Lale Müldür Mehmet Yaşin Sabahattin Kudret Aksal Abdülkadir Budak Turgay Fişekçi E. E. Cummings Altay Öktem Aziz Nesin Murathan Mungan Fakir Baykurt Nazım Hikmet Sennur Sezer Şükran Kurdakul Ahmet Telli Adnan Özer Goethe Behçet Aysan Cahit Irgat Füruğ Ferruhzad Fethi Giray Hasan Basri Alp Necati Cumalı Hasan Hüseyin Korkmazgil Özge Dirik Tevfik El Zeyyad Erdal Öz Afşar Timuçin Louise Gareau Des Bois Metin Demirtaş
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Vozvrashcheniye (Dönüş)Potemkin
Sayfanın başına dön