Aşık Veysel
halk ozanı. halk müziği ve edebiyatıyla ilgili hemen herkesin aşık veysel‘le gerek maddi, gerekse manevi bir ilişkisi vardır. çünkü kendisi, edebiyata kazandırdığı şiirler, müziğe kazandırdığı ezgilerle aşık geleneğinin en önemli isimlerinden birisidir.
aşık veysel (şatıroğlu), 1894 yılında sivas’a bağlı şarkışla ilçesinin sivrialan köyünde dünyaya geldi. annesi gülizar’ın, veysel’i meraya koyun sağmaya giderken yol üzerinde doğurduğu söylenir. yedi yaşında yakalandığı çiçek hastalığı nedeniyle sol gözünü kaybeden veysel, kısa bir süre sonra bir kaza sonucu sağ gözünü de kaybetti. geçimini zorlukla sağlayana bir köylü ailesinin çocuğuydu ve ailenin tedavi için olanakları yoktu. başka çaresi olmayan babası, iki gözünü de kaybeden veysel’i avutmak için ona halk ozanlarından şiirler okumaya başladı. veysel, karacoğlan‘ı, yunus emre‘yi, emrah‘ı ve dertli‘ye çok sevdi. dönem dönem sivas’ın yerel halk ozanları, veysel’in evine konuk olup ona türküler de söylemişti. kısa süre sonra veysel bir saz sahibi oldu. ilk derslerini kendi yöresinin aşıklarından çamşıhlı ali vemolla hüseyin‘den aldı. çalıp söylemeye başladı. büyüdü, evlendi iki ayrı eşinden birçok çocuğu oldu. gözleri görmediği için askere alınmadı. veysel, kurtuluş savaşı‘nda yer alamayışına çok üzüldü ve bu üzüntüyü uzun yıllar üzerinden atamadı.
bir aşık bayramında tanıştığı şair ahmet kutsi tecer‘in yardımıyla şiirleri ülke genelinde tanınmaya başladı. 1933 yılında köyünden çıkıp bütün türkiye’yi dolaştı. köy enstitülerinde bağlama ve halk türküleri dersleri verdi. burada daha sonra ülkenin kültür yaşamına damgasını vuracak bir aydın ve sanatçıyla tanıştı. onların yardımıyla şiirini geliştirdi. radyo ve televizyon programlarına katıldı. plaklar doldurdu. kendinden sonra gelen pek çok sanatçıyı etkiledi, onlarla tanıştı, bildiklerini anlattı. bunların arasında mahzuni şerif, fikret kızılok ve esin afşar başta gelmektedir.
veysel, bütün bunların yanı sıra toprağa bağlılığını sürdürdü. tek bir meyve ağacı bile olmayan köyünde ilk meyve bahçesini o yetiştirdi. yetmiş yıl karanlık bir dünyada yaşadıktan sonra akciğer kanseri nedeniyle 21 mart 1973’te yine kendi köyünde aramızdan ayrıldı.
aşık veysel’in kısa hayat öyküsü bu şekildedir. geleneksel halk müziğimizde önemli bir yere sahip olan veysel, şiirlerinde sade bir türkçe kullanır, tekniği de gösterişsizdir. 40 yaşında şiir (deyiş) söylemeye başlamış bir halk sanatçısı olarak geleneksel şiir kalıplarının dışına hiçbir zaman çıkmamıştır. elbette onun aşık tarzı şiir geleneğinin dışına çıkması da beklenemez. zira o köy çevresinin kültür dokusu etrafından oluşan değerlerden beslenmektedir. veysel’de halk şiiri geleneğinde çarpıcı örneklerine çok sık rastlamadığımız bir “toprak” teması vardır. köyün, köylünün, kır toplumunun en fazla önemsediği ve yaşamını bağladığı toprak, veysel’in şiirinde -o güne kadar hiç ele alınmamış bir biçimde- irdelenmiştir. bunun dışında şiirlerinde yaşama sevinci öne çıkar. köy kültürünün temel unsurlarını ele aldığı şiirlerdeki lirizm, sadelik, içtenlik ve güçlü anlatım hemen hissedilir. kır kültürü onun şiirlerinde zeki ve çevik inceliklerle betimlenir. ancak aynı anlatım gücünü, ideolojik-toplumsal şiirlerinde bulmak zordur. bu deyişlerdeki anlatımda, bir zorlama vardır. yine de, devrimlerin ışığında çalışmanın, fabrikalar açmanın, enstitüler kurmanın, barajlar tesis etmenin yararlarını anlatmıştır çünkü bu yola inanmıştır. böylesi çağdaş temaları geleneksel şiir kalıplarının dışına çıkmadan anlatabilmiştir. veysel’in sözleri ister sert, ister yumuşak, ister coşkun, ister durağan olsun, içindeki duygusallık ve iyi niyet daima dizelere yansır.
veysel, gelenektir ama aynı zamanda yenidir. alevi kültüründe yetişmesine, babasının tekke geleneğine bağlı olmasına rağmen diğer tüm alevi ozanlarda görüldüğü gibi “duaz-ı imam“ı söylememiştir. tek bir şiirinde “şah“, “on iki imam” sözcükleri geçmez. oysa çıktığı, gezip dolaştığı köylerin büyük çoğunluğu alevi köyüdür. kendi köyü de alevi-bektaşi inanç ve kültürüne mensup bir türkmen köyüdür. bildiğimiz kadarıyla bir tekke eğitimi de almamıştır. küçük yaşlarında ona saz öğreten ustasından başka, aşıklık mesleğini öğrendiği bir başka ustası yoktur. dini şekilciliğin baskısına dayanması ve bu şekilciliği kırmaya çalışması belirgin özelliklerindendir. inançlı bir insandır. allah’ın varlığını ve birliğini deyişlerinde sürekli tekrarlar ama bunun yanı sıra allah ile samimi, senli benlidir. bu yanıyla bektaşi geleneğine bağlıdır. o, anadolu’nun ortasındaki bir köyde, kendi sosyal çevresinin oluşturduğu şartlar ve iç dünyasının yönlendirmesiyle yetişmiş bir köylü aşıktır.
benzerlerinden farklılıklar gösterse de geleneğe bağlı bir ozandır. enver gökçe, veysel’in bu özelliğini şu şekilde tanımlıyor: “halk şairlerimizin eserlerinde ortak özellikler olan saz-söz ayrılmazlığı klasik doğu edebiyatının estetiğinde önemli bir yer tutan idealizm eğilimi ve bu eğilimin halk şiirinde işleyen mücerretlik özelliği aşık veysel’in sanatında da egemen unsurlardır. kısaca aşık veysel, tabiatı duyuşu, duyarlılığı, dini bir zümreye bağlı egemen bir karakteri olmamasına rağmen mistik tarafları, kainat, varlık, yaratılış anlayışı ile geleneğe bağlı bir saz şairidir.”
veysel’in eserlerinde yaslandığı köy-kasaba kültürünün etkisi nedeniyle kırsal kesimin kaderci dünya görüşü hakimdir. bunda, çocukluğunda yaşadığı olumsuzlukların sanatçıda yarattığı küskünlüğün de etkisi olduğu kabul edilebilir. her sanatçının yarattığı eserleri onun yaşadığı maddi yaşam koşulları belirler. tarıma dayalı bir ekonominin geçerli olduğu, savaştan yeni çıkan bir ülkenin yaşadıkları, bunun yanı sıra eğitim gibi etkenlerin düşüklüğü düşünülürse veysel’i biçimlendiren sosyal çevre daha iyi anlaşılabilir. fakat veysel, şiirlerinde kendi yaşadığı acıların nedenini daha çok feleğe bağlar, kadercidir. yaşam felsefesi bütün iyi niyetli, babacan insanlarımız gibi, çalışmayı öğütlemektir. bir insan geleneklerine bağlı kalmalıdır. sevgiye, hoşgörüye ve insanın yaratıcı gücüne dayanan bir inanca sahiptir. insanlar arasındaki ya da sınıflar arasında çatışmalara hoşgörü ile bakar. zaman zaman umutsuzluk ve hiçlik duygusuna kapılır ama bir yandan da yaşama sarılmayı elden bırakmaz.
aşık veysel, köyünden çıktıktan sonra devlet ile daima iyi ilişkiler içerisine girmiştir. atatürk devrimlerine sıkı sıkıya bağlı bir aşıktır. atatürk’ün gösterdiği hedeflere ulaşmanın ve bu uğurda çalışmanın en büyük erdem olduğunu düşünmektedir. 1940’ı yılların tek partili iktidarı süresince yaşamının en hareketli dönemini yaşamıştır. aşıklık mesleği bakımından da en parlak dönemi bu dönemdir. yaşamı boyunca gerek chp‘nin üst düzey yetkililerinin ve aydınların, gerekse partinin en çok önem verdiği köy enstitüleri‘nin daima yanında yer almıştır. 1950 yılından sonra gelişen olaylar veysel’i enstitülerden kopardığı gibi devlet ve hükümet erkanıyla ilişkilerinde de kopmalara sebep olmuştur. o’na göre demokrat parti, atatürk devrimlerinin yolundan ayrılmış bir partidir. onun dp ile partinin de onunla ilişkileri hiçbir zaman sıcak olamamıştır. dolayısıyla 1950’li yılları daha çok köyünde geçirmiştir. buna karşın dp iktidarı veysel’i rahat bırakmaz. köyünden, ovasından dışarı çıkması yasaklanan veysel’in çalıp söylemesi de yasaklanmıştır. sivas valisi tarafından dp’ye kaydolması için kendisine baskı yapılır fakat veysel bunu kabul etmez. sazının jandarmalar tarafından yakıldığı söylenir.
nejat birdoğan, veysel’in dünya görüşünü şu şekilde açıklıyor: “kimi şiirinde veysel’i düşünce olarak coşkulu, ozan olarak henüz yetersiz buluruz. aslında bu tür şiirlerinin daha sonrakilerinde bile bir ozandan çok bir toplum eğitmeni veysel’i görürüz. bu çalışmalarında veysel cumhuriyetin korunmasında ve ulus bütünlüğüne yardımcı olarak şiiri bir araç gibi görür. davranışlarında da böyledir. düşünce olarak tertemiz bir adamın eylemlerinde de namuslu, çalışkan olduğu ve özellikle doğru tanılara başvurduğu gözlenir. kızılırmak üzerinde kaplan deresi köprüsü’nü köy köy dolaşıp para toplayarak yaptırması ondaki bu sorumluluğun bir göstergesidir. ama bize kalırsa veysel’de en olgun şiirler, insanı ve insanla ilgili öğeleri konu alan şiirlerdir. bu deyişlerde veysel, insanın kaynağından başlayarak bir gövdede canlanmasını, bu süre içerisinde nasıl çalışması, nasıl davranması gerektiğini ve bu yolun sonunda gene kaynağına dönmesini anlatır. bir başka tanımla tasavvuf ozanı veysel vardır bu deyişlerde. bağlı olduğu inancın ıssız bir anadolu köyünde kendisine aşıladığı bu duygular, veysel’de gönül gözü ile geliştirilmiş, veysel aleviliğin büyük sırrını gönlünde çözmüştür.”
şiirlerinde köy ve çevresinin sosyal yaşamına ilişkin örneklere bolca yer vermektedir. bunu bazen daha ileri götürerek ülke genelinde köyü ve köylüyü temel alan düşüncelerini açıklar. fakat tüm bu olayları işleyen şiirlerinde, yöneten ve yönetilen arasındaki çelişkiye dair eleştirel bir yön bulmak çok zordur. kendisinin gelişmesinde, tanınmasında, sesinin ve sözünün yaygınlaşmasında büyük katkısı olan halkevleri, köy enstitüleri gibi kurumlara karşı veysel, yaşadıkları sürece sahip çıkmış, övgüler dizmiştir ama bu kurumlar kapatılınca pek oralı olmamış, tepki göstermemiştir. en büyük zaaflarından birisi budur.
hakkında çok değişik değerlendirmeler yapılmıştır. halk araştırmacısı cahit öztelli, veysel’i “sanat gücü zayıf, şişirilmiş bir balon” olarak niteler. devletçi aydınlar, veysel’i diğer saz şairleri gibi marksizm‘e kapılmadığı için överler. saz şairleri de çağdaşları olan veysel’i eleştiren pek çok açıklamada bulunmuş, onu yeren şarkılar yapmışlardır. onların gözünde veysel “dikene elini sürmeyen, ‘ver benim hakkımı’ demeyen, sömürücülere ‘dur’ demeyen, sazıyla sözüyle ‘zalimin başına vurmayan'” bir ozandır. insanların kardeşçe yaşamasını, din, dil, ırk, mezhep ayrımlarının yapılmamasını ister. yeni dünya düzeni, uluslararası politik ve ekonomik dengeler, bildiği olduğu konular değildir. çalışmayla, inançla, okumakla pek çok şeyin hallolacağını düşünür.
aşık veysel halk kültürümüzün büyük bir değeridir, bu yadsınamayacak bir gerçek olarak önümüzde duruyor. kusurları, hataları, bizi rahatsız eden pek çok yanı olmuştur ve bunlar yüzünden kanımca hiçbir zaman gözümüzde öğrencisi mahzuni şerif kadar büyük olamayacaktır. “uzun ince bir yoldayım“, “kara toprak” ve daha niceleri yıllarca dilimizden düşmeyecek ama kendisine karşı göstereceğimiz sevgi her zaman bir burukluk taşıyacaktır.
“her kim ki bu sırra olursa mazhar
bırakır dünyaya ölmez bir eser”