Oruç Aruoba – Renklerim
Aklaşan grilikte duruyorum —
yeşilleşen mavilik
kararan saydamlık
azalan tirşe:
o mor
hiç olmadı
mı?
O tek renk
bulunmadı
mı?
Kızıltılı
kahve
rengi
*
Siyah
Beyaz.
Ah,
az —
hiç olmadım
mı?
Bulunamadım
mı?
Aklaşan grilikte duruyorum —
yeşilleşen mavilik
kararan saydamlık
azalan tirşe:
o mor
hiç olmadı
mı?
O tek renk
bulunmadı
mı?
Kızıltılı
kahve
rengi
*
Siyah
Beyaz.
Ah,
az —
hiç olmadım
mı?
Bulunamadım
mı?
Bütün ışıklara karşı geldi
yaktığın bu mum
Neyin nereden nereye geçişiydi
aktığım o mum
Bir aydınlık geçit, bir kedi
sakladığım o kurum
Zamanın ötesinde bir şimdi
sakındığım bu durum
Burada
duvar ile direk
arasında asılı
sallanıyorum.
Kenarlarım yırtık
parçalarım sarkık
içim patlak.
Burada
geçmiş ile gelecek
arasında gerili
sallanıyorum.
Saatlerim çarpık
günlerim çatlak
yılım yitik.
Sözcükler gelip geçiyor içimden
anlamsızlığa doğru
eylemler geçip gidiyor elimden
çaresizliğe doğru.
Boşalıyorum
burada
hiçlik ile yokluk
arasında.
Buradayım:
Uyurum belki bir gün.
Belki bitiririm bir gün
delik deşik kozamı
dökülüp gitmeden bütün dut yaprakları
bir gün
bir güç bulur içimde
son bir gayretle
son salgılarımı gezdirir
deliklerimde tırtılım
tıkar gediklerimi.
O zaman
büzülür, dalarım uykuya –
eski beni yok edecek
yeni beni var edecek:
Bomboş, dopdolu
seslerden, esintilerden uzak
içinde gittiğim
oluştuğum.
O uyku:
Bembeyaz.
Benden önce de uyunmuş
benden sonra da uyunacak.
Simsiyah.
Korkulacak, özlenecek –
eskileri geride bıraktıracak
yenileri geri getirecek
o uyku.
O uyku:
Verimsiz, çiçek dolu.
Grilerden, renklerden uzak
içinde yittiğim
oluştuğum – olduğum
o uyku.
Uyanışı var mı, olacak mı
belli olmayan:
Belki çürüyüp kuruyup içinde
yiteceğim
belki kanat takıp içinden
çıkacağım
o uyku.
Herşeyi, herkesi geride bırakabileceğim –
yalnızca yeni ben, onun yeni gökyüzü
yeni kanatları, rengarenk
geniş, gergin.
Neleri, kimleri bırakıp ilerlediğim –
neleri, kimleri anımsadığım, özlediğim
belli olmayan:
hiç olmadığım, hiç olmayan
o uyku.
Hiç olmadı, belki hiç olmayacak
o renkli güçlü kanatlar
o hafif esintili uçuş
o aldırmaz bakış –
olmadı hiç:
olmayacak.
Zaten
tırtılım da kozam da
olmadı benim hiç –
kelebeğim, hiç:
Ben zaten
hiç olmadım.
Hep vardım oysa ki.
O uyku:
yok olmam ile var olmam arasındaki
köprü
beni en baştan yaratacak
dürtü –
hiç olmadı.
Hep vardım oysa ki:
Hep arayarak
dingin seslerden çıkıp gelecek
bir tınıyı:
Beni var edecek
kanat olacak
açılacak, yayılacak
acılı olacak
sevinçli
bir tını.
Hep olan
Hep olacak.
O tını:
Uykum boyu beni oluşturacak
sonra bırakacak varolmayı bana
uyandıktan sonra:
Yoktu
olmayacak.
Uyuyamadığım
uyanamadığım
o uyku:
olmadı
yoktu
olmayacak.
Buradayım:
Yüzyıl oldu.
Önümden geçen yol
tıkandı
çevremdeki bahçeler
daraldı
içimde yaşan insanlar
azaldı:
Yalnızlaştım.
Buradayım:
Yüzyıl önce başladım
beklemeye.
Yavaş geçip gitme zamanı:
Dumanlar
isler, puslar
yağmurlar
sıcaklar, soğuklar
rüzgarlar
kemirdi her yanımı.
Tahtalarım birer birer çürüdü
boyalarım
parça parça döküldü
payandalarım
teker teker çöktü:
Yüzyıl oldu.
Yüzyıl önce:
Pırıl pırıl, yemyeşil
bahçem
bembeyaz, tertemiz
duvarlarım
cıvıl cıvıl, şen
odalarım
buradaydım.
Yaşıyordum –
yaşıyordu insanlarım.
Yüzyıl oldu:
Karanlık küf rengi
çevrem
kararmış, yıkık dökük
duvarlarım
kasvetli, kir-pas içinde
odalarım
buradayım.
Yaşamıyorum –
yaşamıyor insanlarım.
Buradayım.
Yüzyıl oldu.
Bekliyorum.
Yalnızım
burada.
Bekliyorum –
ilk çocuğun attığı
ilk taştan beri
bekliyorum.
Ne zaman gelecekler –
baltalarla, balyozlarla, keserlerle –
Yalnızım
burada
bekliyorum.
Ne zaman
gelecekler?
Yarımsın; ama tam karşımdasın
Tam karşımdasın; ve yarımsın…
Herşeyi yazarım da
zamanı yazamam –
o yazar çünkü
beni.
Yazar beni
yavaş yavaş
özenli –
azalta azalta
görkemli –
sanki
dolduracakmış
olduracakmış
gibi.
Halbuki
sıyırıp düşürmüştür
tırnağımdaki çürüğü
parmağımdaki yarayı
kabuk kabuk
geçirmiştir –
geçerken, sanki
çoğalta çoğalta
yazarak
beni:
özenli
görkemli.
I.
neyiz ki biz?
ilk ışınları görününce güneşin,
kaparız tepenin gözkapaklarını–
çam değiliz ki, kollarımız açık
ürpererek karşılayalım donuk ışığı.
gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,
açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,
parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.
tanımayız alacakaranlığı delen,
tepelerin arasından seçen bakışı.–
kör olmuş ışıktan gözlerimiz.
gündüz yarasalarıyız biz.
II.
geceyi düşleriz gündüzken,
geceyken de gündüzü–
yitirebileceklerimiz yitiktir
onlardan uzaktayken — ama
özleriz, döneriz yeniden
yitirmeden
yitirebileceklerimizi
yitiremediklerimize.
yitirebilirdik, deriz;
ama yalnızca bir fiil çekimi bu–
tutsaklıklara bağlamışız özgürlüğümüzü.
gündüz yarasalarıyız biz.
III.
sağlamdır düşünce temellerimiz,
ama altlarında kist vardır, sonra kum–
dururuz gerçi, sapasağlam, kalın
taştan duvarlarımızla, dimdik
ayakta; ama biraz su, bir sızıntı
kaydırır temellerimizi hemen.
duyarız yerçekimini hemen,
titreriz. sımsıkı, gergin
bağlar vardır
düşüncelerimizi ayakta tutan, ama,
ya temelsizse temeli
bütün bu bağları
bağlayan
bağın?
bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.
gündüz yarasalarıyız biz.
IV.
yapacaklarımız vardır kocaman,
kocaman başarılar, yüce çağrılar; ama,
tutmadığımız bir eldedir aklımız,
bir son selamda, biz aceledeyken gönderilen–
nedir ki acelemiz, niyedir ki?
camın boşluğunu arayan kocaman
pervaneler gibi, kanat çırpan
ışığa ulaşmak için
çırpınan, camı kıracakmış gibi–
düşmanımızdır oysa ışık bizim,
kanatlarımızı yakan, kavuran–
aradığımız –ışıkta– nedir ki?
ışıktan gelir ölümümüz.
gündüz yarasalarıyız biz.
V.
hep bir dimdik, dümdüz dürüstlüktür duyduğumuz,
ama bir kuşku kurdu kıvır kıvır kemirir köklerimizi–
nasıl da kolaydır yalanlarımız, uydurmalarımız,
nasıl da rahat. iç sızlaması nedir bilmeyiz;
başedilemez gerçeklerimiz hazırdır çünkü hep–
kozasında mışıl mışıl kanat takınır tırtılımız,
sindire sindire yapraklarımızda açtığı delikleri.
övünürüz delik deşik, bölük pörçük
yeşilliğimizle — yenmiş bitmiştir oysa
büyüme noktalarımız, su çekmez artık
kök uçlarımız, dökülüp gitmiştir
taç yapraklarımız artık.
nasıl da yabancı topraktan baş uzatmış taze fide bize.
gündüz yarasalarıyız biz.
VI.
bir görsek andığımız yüzü,
tanır mıyız? –tanır mıyız
sevdiğimizi, bilir miyiz neydi–
sevdik mi, seviyor muyuz?
yürüyüşü, saçının dökülüşü–
anımsar mıyız, anımsıyor muyuz?
bir anıdan başka nedir ki sevgimiz?
gündüz yarasalarıyız biz.
VII.
koy başını omuzuma yine.
aldırma, söylenmeden kalsın
düşünülmedikler, bilinmedikler — bırak
unutulsun geridekiler, özlensin ileridekiler — bırak
yansısın camda donuk ışık, usulca ışıldarken
sabah, aydınlanırken uçup geçen yeşillik.
gel — uyuyalım güneş görününce,
aşınca tepeyi göz kamaştırıcı ışık.
uyanacağız nasılsa, dikelmeden ışınlar,
dümdüz, aklaştırıcı olacak yeniden bakışımız.
ama şimdi — sanki sevdalı gibiyiz şimdi,
sanki karanlıkta sezinledik aydınlığın başladığı yeri–
şimdi kurduk sanki geceyi gündüzle,
şimdi kuruttuk sanki gündüzü geceyle–
aydınlığın karanlığında görür gözlerimiz.
gündüz yarasalarıyız biz.
Gidiyorsun:
Bütün ışıklarımı göndersem seninle
Aydınlanır mısın?
Gidiyorsun:
Bütün sevinçlerimi göndersem seninle
Mutlanır mısın?
Gidiyorsun:
Bütün hüzünlerimi göndersem seninle
Üzülür müsün?
Gidiyorsun:
Bütün acılarımı göndersem seninle
Yıkılır mısın?
Ben
Üzüntülü ve yıkık
Kalırken
Sen
Aydınlık ve mutlu
Git
Işıklarımla ve sevinçlerimle:
Üzülme
Yıkılma
Aydınlan
Mutlu ol.
Bırak bana,
Hüzünleri, üzüntüleri
Acıları, yıkımı?
Al götür
Işıkları, aydınlığı
Sevinçleri, mutluluğu.
Gidiyorsun:
Bütün kendimi göndersem seninle
Götürür müsün?
Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin
Özlem, gidip görememendir; ama
gidip görmek istemen
Özlediğin, gidip görmek istediğin-
ama gidip göremediğin
Özlem, gidip görmek istemen-
ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen
Oraya geldim –
oradan gittim:
Öylesine yakındık ki.
Dalından kopardığım yeşil elmanın
iki yarısı değil
hepsini yediğin kendisi gibi.
İçinden geçtiğimiz kokulu karanlığı
delip geçen parlak ışığım gibi.
Koyu yeşillikler içindeki evin
gözümüze çarpıveren
sarı sıcak penceresi gibi.
Ayaklarımızın altında kıpırdanan
serin denizin parıltıları gibi.
Öylesine yakınız ki
oraya geldim –
orada olacağım.
Yorgun musun?
Yattın mı?
Uyu –
düşünme beni.
Aldanma
orada
yağmur bekliyor seni:
şimşek, yıldırım, fırtına
soğuk.
Burada
ılık güneş, dingin deniz, serin rüzgar
aldatmasın seni:
Tufan
bekliyor orada seni.
Aldatma kendini:
olmayacak Nuh’un gemisi
kurtaracak seni –
uçacak güvercini
getirecek yaprağı
olmayacak.
Sular akacak
çağlayacak, kabaracak
dolduracak her yerini
sürükleyip
götürecek
seni
Aldanma
orada
yıkım bekliyor seni
gürültü, çöküntü, göçük
deprem.
Burada
sakin ses, sıcak taş, sağlam duvar
aldatmasın seni:
Ölüm
bekliyor orada seni.
Aldatma kendini:
olmayacak İbrahim’in koçu
kurtaracak seni –
indirtecek bıçağını
sağaltacak yüreğini
olmayacak.
Acılar akacak
çağlayacak, kabaracak
dolduracak her yerini
sürükleyip
götürecek
seni
Aldanma
aldatma kendini
aldatmasın seni
burada
boşluk –
yokluk
bekliyor orada seni.
“Şimdi buradayım
biraz önce yoktum”
hiç
bir
şey
yok
Önce, oldu:
kıpırdandı
belirsiz –
bir şiddetli boşluktan
tatlı bir özleme doğru.
Belirsiz.
Sonra, oluştu:
devindi
kesik kesik
sabırsız –
bir sevinçli duyumdan
ılık bir beklentiye doğru.
Kesik kesik
sabırsız.
Derken, doldu:
yayıldı
güçlü güçlü
kocaman
aldırmasız –
bir gerilimli doygunluktan
dingin bir sancıya doğru.
Güçlü güçlü
kocaman
aldırmasız.
Şimdi, doğdu:
patladı
çığlık çığlığa
nefessiz
yırta yırta
acımasız –
bir tatlı özlemden
şiddetli bir boşluğa doğru.
Çığlık çığlığa
nefessiz
yırta yırta
acımasız.
Şimdi burada:
biraz
önce
yoktu.
Kendi olarak, sana gelen-
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen-
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen-
kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan- –
O, işte…