Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Kişisel
  • Kitaplık
  • Ara
  • Menu Menu

Ahmet Telli Şiirleri

Şunun için etiket arşivi: Ahmet Telli

admin

Ahmet Telli – Pasaport Kahvesi

in Şiir

Kıyıda, taşın üstünde
oturmuş denize bakıyor
Kimse konuşmuyor onunla
ne rüzgâr ne de izmir

Gün bitiyor ve lacivert
sözcükler çekiliyor
susuşların ipek ağıyla

Az ötede pasaport kahvesi
– Gel, bir bardak çay içelim
diyor bütün gün beklenen

Bulut suya değiyor
su zamana
ve yalnız çakıltaşları
değil aşınmakta olan

Batık bir gemi
gibi uzaklaşırken ordan
yakamozlar kalıyor geride
balkıyan acılar gibi

Eskiyen neydi günboyu
yaşanan neydi
hangi bıçağı biledi deniz

Işıklar sönüyor kıyıda
ve burkulan bir yürekle
çekip gidiyor bu kentten

admin

Ahmet Telli – Dağ

in Şiir

Bir dağın tarihi nasıl yazılır
Kurt, kuş ve çakal sesleriyle mi
Yoksa uçurumların uğultusunda
Bir çoban yalnızlığıyla mı
Nasıl yazılır bir dağın tarihi

Çınarların köknarların dilini
Gelip anlatır mı o yaşlı bilge
Serer mi yalnızlığın haritasını
Bir ceylan postu gibi önümüze
Bir dağın tarihi nasıl yazılır

Sevinç ve keder aynı patikada
Geyik sesleri tutmuştur kayalıkları
Eşkiya sessizliği bir yamaçta
Öteki yamaçta ateşböcekleri
Bir dağın tarihi nasıl yazılır

Ozanlar anlatır belki yine de
Dağın ruhunu, soluk alışlarını
Birer aşiretmiş eskiden onlar
Sevda türküleriyle yaşarlarmış
Bir dağın tarihi nasıl yazılır

Gelip yine de efsaneye bağlanır
Ne kadar anlatılsa da yaşanan
Aşklar birer efsanedir şimdi
Dağ dorukları birer efsanedir
Nasıl yazılır bir dağın tarihi

admin

Ahmet Telli – 81 Yılında Bir Fotoğraf

in Şiir

Göz değil bunlar kesinlikle değil
irin gibi bir nefret akıyor sadece
Dudaklar yok burun yok alın yok
yüzü yok bu mumyalanmış yüzün

Ölümün rengi gri midir ya da korkunun
Gri midir insan hayvana benzetilirken
Uzun ve pis bir sakal sarkıyor
göğsüme iliştirilen rakamlara

İşte 81 yılından fotğraf
albümlere hiç girmeyecek

admin

Ahmet Telli – Sizi Sevmiyorum

in Şiir

Sesimden arındım ve ufku
Bir harmani gibi giyindim
Kahraman bir korkaktım
Kavmimin kadim tarihinde
Ki onlar için umutsuzluk
Kendim için haramiydim

Böyle bilindiydi bu hikâye
Yarından bugüne kaldıydı

Tersine akan bir ırmaktım
Sözün şaşkın serinliğinde
Kendi deltasında boğulandım
Ve sizi sevmiyorum ey kavmim
Yakın beni rüzgârın ıslığa
Islığın hükme döndüğü yerde

Derim ki ey kavmim, zulmünüz
Payidar, yurdunuz çığlığımdı
Ki hükmümü kendim veriyorum
Yakın beni sesim sorulara dönmeden
Küllerimin altında kalacak
Mutluluk sandığınız ne varsa

Böyle yaşandıydı bir ömür ve söz
Giyotindi sözün belleğinde

admin

Ahmet Telli – Belki Yine Gelirim

in Şiir

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
Bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
Ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
Yırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalı mutlaka
Hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler.

Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
Ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü

Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
Bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
Onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
Kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
“Tükürsem cinayet sayılır” diyordu birisi
Tükürsek cinayet sayılıyor artık
Ama nerede kaldılar, özledim gülüşlerini onların

Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
Tek yaprak bile kıpırdamıyor nedense
Ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
Alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
Kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
Ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
Okuduğum bütün kitaplar paramparça
Çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
Bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
Bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
Sarmaşık aydınlar, arabesk hüzünler
Bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma

Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
Ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
Kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
Biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
Ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
Dizginlerini koparan bir at sanki bu
Soluk soluğa kalıyorum her sonbahar
Ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
Bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
Bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
Ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim

Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
Bir gün gelirsek hangi kent güzelleşmez
Şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
Geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
Sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü
İpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün…

admin

Ahmet Telli – Sıyrılıp Gelen

in Şiir

Soluk bir ay dolanıyor
kentin üstünde her gece
Her gece bilge bir gezgin
tavrıyla adımlıyor yolunu

Güz yanığı bir durgun
sessizlikle örtülü her şey
ve yırtılmış bir tül gibi
savrulup duruyor zaman

Suların sesini dinle şimdi
ormanın fısıldayışlarını
usulca yarılıyor dağların göğsü
bir aşkı dinlendirmek için

Ve gözleri uzak yamaçlarda
aranıp dururken bir şeyleri
sessiz ve sakin beklemekte
bekledikçe bileylenen yürek

Belli ki dağların, denizlerin
ve göllerin üzerinden
sıyrılıp gelmektedir sehen

Belli ki yakındır
doğayı ve hayatı sarsacak saat

admin

Ahmet Telli – Savrulan Külleri Ömrümüzün

in Şiir

Bir kızın kocaman gözlerinde gördüm
bulutların dağlara sessizce çöküşünü
Çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci
Ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım
çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya
bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda

Harelenen sularda bir yanık kokusu
ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi
Işık zamana bağlı zamansa onun
kocaman gözleridir artık
Anladım tarih de yazılmaz
bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün

Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir
deryalara savrulup çöllere düşmüştü
Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı
hangi sokakta vuruldu sevgilim
Bir demet menekşe bir avuç toprak
burkulan bir yürek miyim hep

Sesimde bir yanma bir kekrelik
uzayıp giden bir çöl yalnızlığı
Gazeteleri okumuyorum başım dönüyor
sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey
her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor
gidip de gelmemek üzere bütün yüzler

Puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi
bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere
yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı
bir kızın kocaman gözlerinde görüyorum
savrulan küllerini ömrümüzün
Bu kenti ayrılıklar yıkacak birgün biliyorum

Ölümden şikayeti yok ölüp gidenlerin
ama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor
Acılar dehşetli kinlendiriyor beni
Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus
yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim
yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında

admin

Ahmet Telli – Söz De Sararır

in Şiir

Olur, aramam seni ve kimseyi
Anıları pas tadında bırakırım
Konuşacak ne kaldıysa kalsın
Susmaktır birşeylere saygılı kılan

Ayrılık da bir olanaktır bilirsin
İnce bir sis, bir hüzün örtüsü
Dumanlı bir ıslık yakışır şimdi
Dudaklarıma, bırakıp giderim

Söz de sararır biterken bir aşk
Kediye iyi bak çiçekleri sula
Diyorsam da aldırma sözlerime
Alışkanlık işte başka birşey değil

Söz de sararır biterken bir aşk

admin

Ahmet Telli – Hüznün İsyan Olur

in Şiir

Suya düşen bir karanfilse yüreğin
bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm
vursun seni o taştan bu taşa
o çağlayandan bu çağlayana

Kavgadan uzak kalmışsan
sevdadan da uzaksın demektir
devinmez yüreğinin mağması
çatlamaz sabrın kara taşı

admin

Ahmet Telli – Yak Sevdanın Çırasını

in Şiir

Ne hüzünler kurtarır seni
ne çeyiz sandığının ceviz gölgesi
ve ne de acının ses duvarındaki
yorgun ve bıkkın bekleyişler

Acılar karartmışsa bile günlerin duvağını
düşürmüşse de ilkyazın tomurcuklarını fırtınalar
hayat kendini yeniden yaratan bir bahardır
verecektir en olgun meyvelerini mutlaka
yeter ki hüzünler sarartmasın yüzünü

Yak sevdanın çırasını türkülerle
barajını yıkan bir ırmak gibi katil hayata
hüznün isyana dönsün artık
bitsin bezginliğin ölümcül suskunluğu
evde kalmış bir cinsellik degildir çünkü dünya

admin

Ahmet Telli – Aşk Bitti

in Şiir

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
Bitti.

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım
Aşk da bitti diyordu ya bir şair
Aşk bitti işte tam da öyle

admin

Ahmet Telli – Konuğum Ol

in Şiir

Bir akşam konuğum ol
oturup konuşalım biz bize
Anıların çubuğunu yakıp
uzatalım geceyi biraz

Geçmişe bir el sallayıp
yaşanan günleri konuşalım
ve günlerin üstüne çöken
dumanlı, isli havaları

Kendimize daha az zaman
ayırsak da olur geceden
Çünkü boğulabilir insan
yalnız kendini düşünmekten

Kapağı açılmayan kitaplar
unutulmuş aşklar gibidir
Kitaplardan söz edelim
ve onların gizli kalmış
sessiz tadlarından

Sabaha doğru perdeyi
aralayıp ufka bakalım
ve bir çocuk gibi
hayretle seyredelim
güneşin kızıllığını

Konuşulmadan kalan
daha çok şey vardı
diye düşünerek çıkalım
güneşle kucaklaşan balkona
Üşütmesin sabah serinliği

Bir bardak demli çay
burukluğu gibi kalsın
gecenin ve sabahın tadı
yaşasın anılarımızda

Konuğum ol, oturup
konuşalım bir akşam
ve uzatalım geceyi
sözün çubuğunu yakarak

admin

Ahmet Telli – Gidersen Yıkılır Bu Kent

in Şiir

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yanlızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
Sustuğun yerde birşeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Bir de seni ekliyorum susuşlarıma

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz doslar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

admin

Ahmet Telli – Gülüşün Eklenir Kimliğime

in Şiir

Gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de

Aykırı anlamlar arayıp durma
güz biter sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur cellat olur her gece

Her gece yeniden bir talan başlar
acı ses olur, ses deli bir yağmur
eski bir eylüle gireriz böylece

Sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim, sokağı devriyeler basar
bir de gülüşün eklenir kimliğime

admin

Ahmet Telli – Özletiyor Seni Bu Yağmurlar

in Şiir

Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yine de şemsiyeni
Almadan gel ilk otobüsle

Buğulanan camlara usulca
Yüzünü çiziyorum ki yüzün
Bir yağmur damlası olup
Düşüyor yapraklarına gülün

Güller de bozamıyor bu uzun
Karanlık sessizliğini kentin
Anılarını yitiriyor sokaklar
Bezirganlaşıyor bulvar ışıkları

Tarih de kekemeleşiyor bazan
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini

Anısı bizsek eğer bu kentin
Unuttuğu türküler bizsek
Acıyı rehin bırakıp bir güle
Anımsatmalıyız bunları bir bir

Sonra yürümeliyiz seninle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belki bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olan

Burada yağmur yağıyor ama sen
Şemsiyeni almadan gel yine de
Özletiyor bu çılgın sağanak seni
Sırılsıklam özletiyor biliyor musun

admin

Ahmet Telli – Zaman Kekemeydi

in Şiir

Gün bitti, elindeki güller de soldu
anımsanacak neler kaldı bugünden
paylaşılmış olan nelerdi sımsıcak
belki bir türkü söyleriz geceye karşı
saçlarını tarazlayan bir şafak olur

Zaman kekemeydi ve tarihe sızan
soytarılar gördük gencömrümüzde
ölüm peşimize düşende bir göçebeydik
suretimiz ağardı kurulan darağaçlarına
bütün sığınaklar uçurumlara açılırdı

Rüzgar suyu soğutsun su terli bedenlerimizi
ve aşkı düşünelim biz, destan yalnızlıkları
konuşursak akşam olur ve yine yağmur yağar
gidersek gülüşler azalır buralarda
kim bulur kayıp adresteki dostları

Bir karanlığa bakıyorum bir de zamana
ay büyüyüp bir gül oluyor ellerinde senin
ve ancak yeni bir yorumu oluyor aşkın
saçlarından sızan bu karanlık yağmur
ayın çağıltısıyla tutuşuyor begonyalar

Saçlarındı diye düşünüyorum ömrümüzü
çözdükçe savrulan rüzgardı saçların
ve ikide bir aklıma düşüyor aynı soru
-Aşkı bilmiyorsam nasıl değiştiririm
kendimi, seni ve bütün dünyayı

admin

Ahmet Telli – Güz Gelmeden

in Şiir

Sırtında taşıdığın kıl heybe
dağ rüzgarı ve lor peyniri
gibi doluysa kır çiçekleriyle
sesler türkülere dönecektir
üzünçse ışıklı bir sevince

Dudaklarında özlem türküleri
ve gözlerinin menevşesinde aşk
çağıldıyorsa çavlanlar gibi
usulca gir umudun menziline
hüznü gerilerde bırak

Türküler paylaşılıyorsa eğer
dağ rüzgarları paylaşılıyorsa
sevinç de dahildir buna
ve o zaman bütün bir yaşam
paylaşılacak kadar güzeldir artık

Heybendeki kır çiçekleri
bir yangındır güze doğru
tutuşturur yüreğinde
uzak özlemlerin külünü
hiç beklemediğin bir anda

Güz gelip de yangın başlamadan
tutmalısın doğanın yelesinden
yüreğindeki seher yeli
varmalıdır sabah olmadan
gül bahçesine sevda hevengine

admin

Ahmet Telli – Anısı Biz Olalım Bu Sokakların

in Şiir

Anısı biz olalım bu sokakların
öpüşmediğimiz tek saçak altı
hiçbir otobüs durağı kalmasın
Biz yürüyelim kent güzelleşsin
gürültüsüz sözcükler bulalım
yeni sevinçlere benzeyen

Biz gelince bir yağmur başlar
yüzün çizilir buğulanan camlara
bir uzun karartma biter
akasyalar köpürür birdenbire
ve her avluda adınla anılan
çiçekler sulanır akşamüstleri

Bir arkadaş evine uğrarız yolüstü
bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi
başını sessizce omzuma koyarsın
gülüreyhan olur soluğun
Biz kalırız kuşlar dönüp gelir
her balkonda bir menekşe sesi

Belki yeniden güzelleştiririz
adları değiştirilen parkları
perdeleri hiç açılmayan evlerde
ışıklar yanar çocuk sesleri duyulur
tanıdık sevinçlerle dolar yeniden
kendi sesini kemiren alanlar

Anısı biz olalım bu sokakların
ve hiç durmadan yağmur yağsın
Biz gürültüsüz sözcükler bulalım
sarmaşıklar fısıldaşsın yine
Gidersek birlikte gideriz
yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen

admin

Ahmet Telli – Çocuksun Sen

in Şiir

1.

Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte

Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa

Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen

Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil

2.

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hala
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
Dursam ölürüm paramparça olur dünya

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm
Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)

Bir rüzgar esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle

Çocuksun sen, çocuğumsun

admin

Ahmet Telli – Hala Koynumda Resmin

in Şiir

Sımsıcak konuşurdun konuşunca
ırmak gibi, rüzgar gibi konuşurdun
yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki
çiğdemler güller mor menevşeler açardı
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
Hala koynumda resmin

Dağları anlatırdın ve dostluğu
bir ceylan gibi sekerdi kelimeler
Sesini duymasam çölleşirdi dünya
dağlar yarılır ırmaklar kururdu
bulutlar çökerdi yüreğime
Hala koynumda resmin

Gün akşam olur elinde kitaplar
ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin
bir kez bile unutmadın ‘merhaba’ demeyi
ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin
bir dostun vurulduğu gün
Hala koynumda resmin

Kaç mevsim kırlara çıkıp
çiçekler topladık mezarlar için
Belki ürküttük tarla kuşlarını
belki kurdu kuşu ürküttük
ama aşkı ürkütmedik hiç
Hala koynumda resmin

Ve hala sımsıcak durur anılar
sımsıcak ve biraz boynu bükük
Ne varsa yaşanmış ve yaylaşılmış
yasak bir kitap gibi durmaktadır
ve firari bir sevda gibi
Şimdi duvarlarda resmin

admin

Ahmet Telli – Soluk Soluğa

in Şiir

I.

Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
ama atıldı yine de yeni serüvenlere
Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya
durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı

Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı
– ki onlar daima birer yalnızdırlar
Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup
gitmişti o kentten anımsamıyor artık
Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala
sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği
Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine
korkular geçiren o kız nerdedir şimdi
Sensiz olursam yaşayamam diyen
o liseli kız hangi kentte kaldı
ve o sarışın
o afeti devran bekler mi hala
atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını

Üşüten bir acıydı belki her ayrılık
her yolculuk yangınların başladığı yereydi
ama vakti olmadı hesabını tutmaya
aşkların, ayrılıkların ve anıların

İstese de kalamazdı vakti gelince
geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda
yürek burkulması ve hüzün ve keder
aralıksız doldururdu acıların bohçasını
Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği
içinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi
Ay bile soğuktur o zaman
bir buz parçasıdır
Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara
ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler

Biraz da serüvendi yaşamak
belki yatkındı büyük yolculuklara
ki serüvenler daima büyük aşklar
ve büyük yolculuklarla başlar

Anıları, aşkları ve bir kenti
bırakıp gidebilirdi apansız
Apansız başlardı yolculuklar
hangi saatinde olursa olsun günün
ve hep kar yağardı nedense
durmadan kar yağardı yol boyunca
ve nasılsa yok olup giderdi hüzün
kent görünmez olunca arkada
Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından
ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun

Ne zaman yollara düşse biterdi acılar
gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından
kavaklarsa oynak bir çingene kızı
her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları

Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta
güneşin batışını görmek ölümdür biraz
ölümdür biraz hep aynı yatakta
aynı kadınla sevişerek sabaha varmak
Kitapları hep aynı raflara sıralamak
aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz
soluk soluğa yaşamalı insan
her sabah yeni bir şeyler görebilmeli
ve cehenneme dönse de bütün bir ömür
mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün

Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı
okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre
ölüme ve aşka durmadan kement atan
serüvenlerle geçsin yaşamak

Buz tutmuş bir dünya ortasında
yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
önünde dağlar, uçurumlar
ve günlerce süren okyanus fırtınaları
sarsılan gök, yarılan toprak
çelik uğultularla burgaçlanırken
yaşamak işte öylesine kucaklardı onu
ve her nasılsa keklik sekişli
bir aşkın sevinci dolardı yüreğine
çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa
ne kalmışsa bir önceki serüvenden

Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları
bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde
pervasız bir acemi, bir çılgın
soyu tükenen bir bilgeydi belki

O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe
avucundan dökülen kum taneleriydi her şey
ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı
ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında
ölüm fermanları çıkarılan biriydi belki
Sevince deli gibi severdi
pervasız severdi sevince
dövüşmek ancak ona yakışırdı
ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar
yoktu bağlandığı herhangi bir şey
bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından

Ne bilir ömrün değerini bir çılgın
yalnızca kendini yaşamayı nerden bilebilir
ve başarısız eylemler çağında o
kaçabilir mi binlerce kez ölmekten

Yerleşik yargıları olmadı hiç
kurmadı güzel gelecek düşleri
nerde bir yangın, nerde tehlike
o mutlaka ordaydı birdenbire
Dinsizdi, özgür sayılırdı belki
ama bağlanmadı özgürlüğe de
Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı
beklemedi anılar sarnıcının dolmasını
şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü
yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi

Ayrıntıların izi kalmamış artık
üst üste yaşanmakta ayrılıklar
ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir
dağların, denizlerin üzerinden

Geride kalan ne varsa soluktur şimdi
titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir
(ve her yıl biraz daha harabeye dönen
o eski konaklar gibidir anılar
gül bahçeleri, sessiz koru ve orman
yabanıl otlar içinde kaybolur gider)
Belki bir sağanak boşanır apansız
yüzyıllık bir yağmur başlar
ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar
yok olup gider her şey, belki kül olur

Hırçın bir okyanustur yürek
dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni
anılarsa birer çıban izidir
yaşanmaz onların ölgün gölgesinde

Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak
ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi
anısız kalınmıyor artık ne yapılsa
kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü
bekleyişleri kemiren çakal sesleri
Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılıklar vakti
ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın
yollara düşmeli habersiz ve sessiz
Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri
dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı

Bir ömrün olgunlaştıramayacağı
acemilikler toplamı ve bir çılgın
boyun eğmedi kendine bile
seçme zorunda kalmadı yaşamayı

Nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana
bağlanmadı kendine de ömür boyu
dağlara tırmanan atlar gibi
soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı
bir şahan gibi bulutlara kurdu
dumanlı sevdaların yörük çadırını
sıradan bir gezgin değildi hiç
dövüşür gibi yaşadı yolculukları
belki korkusuz sayılmazdı büsbütün
korkardı korkulara düşmekten zaman zaman

Ve bütün gemileri yakıp
yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri
umutlardansa nefret etti daima

Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
ama atıldı yine de yeni serüvenlere

Pervasız bir acemi, bir çılgın
soyu tükenen bir bilgeydi belki

Ama bir şey vardı yine de
başarısız ihtilallerden kendine kalan

II.
Büyük aşklar yolculuklarla başlar
ve serüvenciler düşer bu yollara ancak

Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenen birer çılgındırlar

Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde
ne de aşktan başka bir sığınakları

Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
ölümle alay ederler sanki

Nerde beklenirse ordaydılar
bir kez bile gecikmediler ömür boyu

Neydi onları ordan oraya
savurup duran şey

Onları daima yalnız kılan
neydi bu yaşam denilen gürültüde

Her dilden bir adları vardı onların
ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar

Sarışındılar belki de esmer
yani birçok yüzün bileşkesi

Ne altın arayıcısıydılar
ne de aylak bir gezgin

Vurulup düşseler de her kuşatmada
serüvencidir onlar ve hiç ölmezler

Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa
bulurlar heder olmanın bir yolunu

Onlar ki bu dünyada
kahraman olmaya mahkumdurlar

Sislenen anılar kaldı bize onlardan
renkleri bozulup duran solgun anılar

Nasıl yazılmalı ki silinip gitmesin
bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna

Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı
onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan

Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi
vurulup düştükçe ışığını karartan

O serüvenlerin günlüğü tutulmadı
yazılmadı o insanların destan şiiri

Parça parça ettirilseler bir kartala
(ki sanırım böyle oldu sonları)

Fışkırır yüreklerinden
başarısız ihtilallerin yangınları

Dünyanın cesur ulusları yoktu, cesur insanları vardı.
Onlar, aşkın ve hayatın havarileri, büyük serüvencilerdi.
Onlar, bu ihtiyar cadının maskesini parçalamak ve yeryüzü denilen cenneti bize sunmak istediler. Bütün ömürleri bu kavgayla geçti. Ne adları vardı onların, ne ulusları, ne dinleri ne de anıtları.

Ama biz onlar için ölüm fermanları hazırlayıp görkemli mangalar kurduk. Savaşlar açtık peşpeşe. Kentleri ele geçirip vahşi bir hayvan gibi avladık onları. Nerde görülseler kurşuna dizdik ve süslü kemerler yaptık onların kafa derilerinden. Biz cellattık ve tarih suratımıza tükürürken, bir kez bile bağışlanmayı istemedi onlar..

Derler ki, son büyük serüvenci yaralıdır hala…

admin

Ahmet Telli – Eski Bir Hüzünle

in Şiir

Günlerdir eski bir hüzünle çıkıyorum voltaya
(kötüye işaret bu, üstelik yalnızlığa sığınıyorum)
Unutup gitmişim ezberimdeki bütün şiirleri
bulutlara bakıyorum uzun uzun, yalnız bulutlara

O uzak kasaba akşamları düşerken aklıma
tecrit’teki yine bir türkü tutturuyor
Ey kalbim sana denk düşüyor bütün bu acılar
acılar tek ve mutlak olan bir şeyi anlatıyor

Yağmur kuşları geçiyor avludan sürü sürü
dalların hışırtısını duyuyorum, üşütüyor beni
Ötede, kentin üstünde bir şimşek çakıyor birden
suretin yansıyor göğe ve her yağmur damlasına

Uzak bir anı oluyor her şey, silikleşiyor
ve alnım ateşler içinde, bir tutabilsen
unutup gitmişim bütün türküleri artık
(kötüye işaret bu, üstelik yalnız sana sığınıyorum)

Kısa süren hastalıklar vardır ya, işte öyle
geçip gidiyor akşama doğru hüzün bulutu
resmini asıyorum ranzamın başucuna yine
ve bir türkü tutturuyorum günün son çayında
-Teslim olmayalım halilim kurşun atalım!

admin

Ahmet Telli – Akbabalar ve Kelebekler

in Şiir

Yüreği ağzında bir çocuk
Gibi alırken kalemi elime
Beceriksiz, acemi ve olasıya
Yapayalnızım her defasında

Bu sonuncu olsun diyorum
Ömrümün eksiksiz tek şiiri
Yazılsın artık kırk yaşımın
Ve bir aşkın bittiği bu gece

Akbabalar bin yıl kelebekler
Bir mevsim yaşarlarmış ki aşk
Da kısa ömürlüdür, başlar
Gibi biter yaşanmışsa eğer

Yaşanan ne varsa hoşgörünün
Bir parçasıdır artık ama ben
Yine de yakabilirim bu gece
Bütün anılarımı bir şiir için

Sonra irkiliyorum, anılarım yoksa
Dostlarım da terkedilmiştir yangın
Sürüp dururken yurdumda ki o zaman
Kıymeti harbiyesi nedir bu şiirin

Sabaha karşı dilim paslı
Beynim keçeleşmiştir ve yangın
Yalnızlığıma sıçrarken üşüyor
Bütün sözcükler. Umut yoktur

Yüreğim diyorum, kekeme
Alıngan, serseri yüreğim
Sen nerden bilebilirsin
Bir şiirin nasıl yazıldığını

admin

Ahmet Telli – Gitmek

in Şiir

“Bu vadideki karanlığı
ve büyük soğuğu düşün / B. Brecht”

Gitmek. Bir hançeri inceltip
Okyanusa daldırmak isteği
Ya da düşebilmek atlasların
Dışına ki ey kalbim
Yalnızsın bu yolculukta da

Gitmek. O kaos duygusu, aklın
Sarsıntılarla yorgun düşüşü
Bilincin kamaşması belki de.
Rehin bırakılacak bir şey yok
Unuttuklarından başka.

Gitmek. Bir büyü gibi saran
Ağrılar yumağı, kışkırtılmış
Düşlerdir ki sen şimdi
Esirgeme kendini kalbim
Kederin o derin yalnızlığından

admin

Ahmet Telli – İmlasız

in Şiir

“Hep denedin. Hep yenildin.
Olsun. Gene dene, gene yenil. / S. Beckett”

Ayağı kayan bir çocuk
Kadar şaşkınım, bilemedim
Düz yolda yürümenin imlasını
Kanayan dizlerime bakıp da
Ağlamayı öğrenemediğim gibi

Sevgilisi değildim kadınlarımın
Bir papağan tüneğiydim belki
Ama birkaç sözcük öğrendiysem
Kadınlardan öğrendim, yine de
Bilemedim sevgilim diyebilmeyi

Büyülendim ama büyüyemedim
Aklım ermedi aynalara ve suya
Yüzümü gösterip kalbimi neden
Sakladıklarını öğrenemedim
Şaşkınım, cahilim ben bu dünyada

admin

Ahmet Telli – Şahmaran

in Şiir

Sedef, safir ve kör uyku, dünden
Kalan bir aynaya vuruyor düş gibi
Ve kahinin her remil atışında ölüm
Kara değil, karada havada ve suda

Ağlayan narım da çatladı çünkü ben
Çocuklarımı kaybediyorum dağlarda
Dağlar ki ceylan yurdu, bir gülistan
Olsun içindi düşerse yolu Şahmaran’ın

Ve anılardır diye bilinen Şahmaran
Belleğin derin kuyusundaki uykusunu
Bir hançerle kesip çıkmalıdır günyüzüne
Ve bırakarak derisini çöl iklimlerine

Tozlaşan ve durmadan tozlanan keder
Sedef, safir ve kör bir uykuya dönerken
Çöl hep çöldür, daima çöl, gri söylence
Ve buhurun incelttiği ölümcül bir büyü

Gülen ayvamı soruyorum ağlayan kızımı
Nerdesin bunca zaman ey Şahmaran
Dağlar ceylan yurdudur, bir gülistan
Düş yollara, keder öcünü almalıdır çünkü

admin

Ahmet Telli – Yenildik

in Şiir

Yenildik;
Şimdi kim bilebilir zakkumun
O kekre tadını bizim kadar
Tenimize sinmiş sülfür kokusunu
Soluğumuzdaki cıvayı kim duyar

İntikamcıydı bilim, sezgimizse
Gölgesi sulara vuran bir ceylan
Neyi yaşamışsak ömrümüz diye
Derimize yazdı o vak’anüvis
Kehribar saplı bir hançerle

Kehanet kuyularında sınandık
Terkettiğimiz her şehir yakıldı
Anıtlar dikildi kahhar ve kutsal
Zamansa bir karadeliğe dönüştü
Belleğimizin oksitlenen çöllerinde

Çöl ve moraran cesetler, rüya
Kabusa dönüyor cinnet saatidir
Coğrafyanın bu yakasında bir halk
Kendi oğullarını boğazlıyor artık
Kufi bir cesaret oluyor cinnet

Biz keder diyorduk, tarihmiş
Dilimizde işte o kil ve kül tadı
Şimdi kim bilebilir yenilginin
O kekre kokusunu bizim kadar
Soluğumuzdaki cıvayı kim duyabilir

admin

Ahmet Telli – Akşamı Geciktirebilirsin Belki

in Şiir

Gün batarken sula fesleğenleri
balkonun kokusu sokağa taşsın
sokaklar kayıp çocuklar gibi
hırçındır, ürkek ve biraz şaşkın

Sular bulutlanır sen susarsın
ve kent çıngıraklı bir yılan kadar
zehirlidir artık sevgilin mahpusken
üstelik kirli bir lekeye döner umutlar

Acılar katlanır mendil yerine
sarışınlaşırsın bu kaçıncı güz
ellerin üşür, çiy düşer çiçeklere
beklediğin mektuplar da gelmez

Bomboş sayfalara dönerken aklın
tecritteki kitabı fareler kemiriyor
ve düşlerin sonsuz bir boşluktayken
bir sigara yakıyorsun, tutuşuyor sular

Akşamı geciktirebilirsin belki
suladığın fesleğenlerle, kimbilir
ama vaktin ayırdındadır şimdi
kuşlar, çocuklar ve mahpuslar

Usulca inse de koldemirleri

admin

Ahmet Telli – Sevdalar Duman Olmayacak

in Şiir

Acının bağrından
mavi bir çelik gibi fışkıran öfke
dünyayı değiştirecektir mutlaka
Yeni hayat kendini yeniden yaratacaktır
ona sahip çıkan ellerde
ve bu yüzden öfke
sevda gibidir kimilerinde

Yüreğinin pas tutmakta olan kıvrımları
sarsılsın bir an öfkenin gökgürültüsüyle
beyninin her hücresi bir gerilla gibi
kuşansın pusatlarını ve sokağa çıksın
ve bir hançer gibi saplansın
puştlukların ihanetlerin bağrına
Bak o zaman nasıl bitecek yanlışlar
ve cehennemleşen yalnızlığın
Sevdalar duman olmayacak o zaman
Hüznün isyan olmuştur çünkü

Hüznün isyan olmalıdır

admin

Ahmet Telli – Bekle Beni

in Şiir

Karlar tozarken bekle
Ortalık ağarırken bekle
Kimseler beklemezsen bekle beni…

1.

Bekle beni küçüğüm, umudu karartmadan
sevinci yitirmeden bekle
döneceğim bir gün elbet bekle beni.
Bahar geldiğinde kırlara çıkacaksın
dizboyu otlar üstünde koş koşabildiğince
ve sakın yitirme neşeyi.
Kırların sessizliğinde yüreğinin sesini dinle
ve orada benim için küçücük bir yer ayır
ve bekle beni küçüğüm.
Doğa pervasızdır biraz
bakarsın en olmaz yerde
masmavi bir su fışkırır
ve suyun ışıldayan göğsünde
sevincin nilüferleri.
Bahar şaşırtmasın seni
sırtüstü uzan bir gölgeye
suların, kuşların sesini dinle
ve bekle beni orada döneceğim küçüğüm

2.

Mapusane türküleri hüzünlüdür biraz
belki her dinleyişinde yüreğin burkulmakta
için sızlamaktadır ama acılara alışılmaz
birşeyler var değişecek,
birşeyler var değiştirmemiz gereken
önce acılardan başlanacak
Beş on yıl dediğin pek kolay geçmeyebilir
üstelik bu savaş, bu kahredici kıyım
bitmeyebilir daha uzun süre
Ama sen sahip çıkarak yaşama ve sevince
bekle beni küçüğüm, acılar bitecek bir gün
sevgiler çiçek açacak.
Mapusane türküleri hüzünlüyse de biraz
yüreğin burkulmasın için sızlamasın sakın
ve bekle beni küçüğüm

3.

Kış kıyamet bir gün bakarsın çıkıp gelmişim
varsın azgınlaşsın tipi
ve uğuldayadursun dışardaki rüzgar
Sakın şaşırma küçüğüm
üşümüş bir serçe gibi titremesin ellerin
apansız çıkıp geleceğim
kış kıyamet de olsa bir gün
Uğuldayan bu rüzgar,
bu delice yağan kar ürkütmesin seni
direnmektir artık bekleyişin öbür adı
Sen türküler söyle ve gülümse küçüğüm çünkü
sesinin ırmağıyla yeşerecek hasretin bozkırları
Bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan sevinci yitirmeden bekle
döneceğim bir gün elbet bekle beni küçüğüm.

admin

Ahmet Telli – Sığınak

in Şiir

Sözün yine hep aşktan yanaysa
sevgilim sen sakla bir kaçağı
belki yorgun ve yaralıdır hala
ölüm basmıştır son sığınağı

Sus ve sadece dinle sessizliği
perdeleri çek ışıkları söndür
bir selam bir haber gönderir belki
sesleri hiç duyulmayan dostlar

Bir cigara sar bitlis tütününden
bir çay demle sonra, anısı kalsın
bekle başında onun sabahadek

Belki benim sana böyle sığınan
yapayalnız ve öylesine yorgun
kimliği duvarlarda kalan bir kaçak

admin

Ahmet Telli – Kalbim Unut Bu Şiiri

in Şiir

Uğuldayan ve hep uğuldayan
bir orman kadar üşüyorum şimdi
yanlış rüzgarlar esiyor dallarımda
yanlış ve zehirli çiçekler açıyor
Kanımda kocaman gözleriyle bir çığlık

Su ve ses kadar beklediğim
ne kaldı geride, bilmiyorum
uzanıp uyumak istiyorum gölgeme
ve sarınmak o kocaman gözlerin
uğuldayan rüzgarlarına

Bir acıyı yaşarım ve zehrinden
çiçekler üretirim kömür karası
uçurum kadar bir yalnızlık
yaratırım kendime, atlarım

Anısı yoktur küçük rüzgarların
Yapraklarım yok artık kuşlarım yok
büsbütün viran oldu dağlarım
ezberimdeki türküler de savrulup gitti
ömrümün karşılığı kalmadı sesimde
sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü

Yanlış, daha baştan yanlış
bir şiirdi bu, biliyorum
ve belki ömrümüzün yakın geçmişi
bu kadar doğruydu ancak, kimbilir
Kalbim unut bu şiiri

admin

Ahmet Telli – Dağ Kadar Yürek

in Şiir

Bunca acıyı, bunca aşkı
Nasıl da sığdırmışsın yüreğine
İstersen al, koy kendi ellerinle fırtınaları da
Sen,
Yüreğin kadar büyüksün,
Unutma!…

admin

Ahmet Telli İle

in Yazın

Ahmet Telli, şiirimizin bu asi çocuğu on kitap, iki sesli şiir albümü ve yüzlerce yazı yazdı yaşamında. Ülkesinin dertlerini kendine sorun etti. ‘Şiirime Dair’in son bölümü Telli’nin şiirde ne yapmak istediğini açık seçik anlatıyor:”Ve
derim ki
emperyalizme, faşizme
şovenizme sıkılan bir mermi olabilmişse şiirim
geriletmişse acıyı ve zulmü
yırtılıp atılıyorsa küçük burjuva ellerde
şiirimin verilmiş hesabıdır bu”

Ahmet Telli’yi tanıtmaya çalıştık sizlere.

-Bu yıl içinde düzyazılarınızdan oluşan iki kitap yayımladınız: Ben Hiçbir Şey Söylemedim ile Sulara mı Yazıldı. Bu kitapların bütünsellik analizini bir yana bırakarak, ağırlıklı olarak işlediğiniz konulara ilişkin sormak istiyorum. Sözgelimi, yazılarınızdan biri 1972 tarihli olduğuna göre, otuz yıldır, şiirin yanı sıra düzyazıyla da uğraşıyorsunuz. Biliniyor, Cemal Süreya düzyazıya özel bir önem veriyordu; Edip Cansever ise tam tersine, olabildiğince uzak durmaya çalıştı düzyazıdan. Şair Ahmet Telli’nin düzyazıyla kurduğu bağı anlatabilir misiniz?

Cemal Süreya gerçekten bir düzyazı ustasıydı. Hatta onun yazıları, şiirde imge olabilecek birçok öğeyi taşır. Kimi şairler düzyazıya yüz vermemişlerdir. Ahmed Arif, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Edip Cansever gibi… Ama bu şairler, düzyazıyı da iyi bilenlerdendir. Melih Cevdet ise şiiri gibi yazılarıyla da ufuk açıcıdır, bir bilgedir.

 

Hüseyin Cöntürk’ün yönetiminde yıllar önce yayımlanan Yordam dergisi, şiirini yayımlamak isteyenlerin, dergide önce düzyazılarının yayımlanmasını öngörüyordu. Önemlidir bu, üzerinde durmaya değer.

Düzyazı, dilin olanaklarının sınırlarına götürür kişiyi; o dilin eklemlerini tanırsınız. Böylece gramatik olarak dilin içine girmiş olursunuz. Şiir ise o dile dıştan bakışı sağlar. Jean Paul Sartre, Edebiyat Nedir adlı makalesinde şöyle söylüyor: ”Şair ise dilin dışındadır, sözcükler sanki insani durumun içinde değilmişler ve insanlara doğru yaklaştıklarında ilk engel olarak söze rastlıyormuşçasına, onları tersinden görür. Şeyleri önce adlarıyla tanıyacağına, sanki şeylerle önce bir sessizlik içinde karşılaşmakta, sonra kendisi için başka türlü birer şey olan sözcüklere doğru yüzünü çevirdiği, onları tuttuğu, yokladığı, değdiği zaman, onlarda kendilerine özgü bir ışıklık, toprak, gök ve suyla ve bütün yaratılmış şeylerle özel bir yakınlık bulmaktadır.” Yine aynı makalesinde Sartre, ”Bana kalsa nesir yazarını seve seve, sözcüklerden yararlanan insan diye tanımlarım” demektedir.

Cemal Süreya’nın şiirindeki mısra önemlidir: ”Ağır ol bay düzyazı, sen ancak uçağa binebilirsin.” Buradaki ”bay” sözcüğü ile düzyazının ilişkisini başka bir zaman konuşuruz, ama, düzyazının dille ilişkisini iyi duyumsatır şair. Demem o ki, düzyazı denemeden iyi bir şiire (eğer çok özel yeteneğiniz yoksa varmak, olanaksız gibi geliyor bana. Mektup yazamazsanız, şiirde de iyi örnekler vermeniz zor.

Ben, düzyazı ile başladım. Hatta, çoğu kişi yıllarca kitaplarını ”eleştirmen” diye imzalayıp göndermiştir. Onları hayal kırıklığına uğrattım biliyorum.

Yazılarınızı kitaplaştırmak için otuz yıl beklediniz. Bu oldukça uzun bir zaman dilimi değil mi?

Bir söyleşimizde, kitap çağında olduğumuzu söylemişti felsefeci Veysel Öngören. Ama yazılarını, ölümüden kısa bir süre önce kitaplaştırmıştı yine de. Belki olanak bulamamıştı, belki kendi seçimi böyleydi, bilmiyorum. Bence bir yazıyı günübirlik ve uygun düştüğünde yazıp yayımlayabilirsiniz. Bu yazının üstünden geçen zaman nasıl bir rüzgar estirecek, kestirmek zor. Daha yazıldığı ya da yayımlandığı gün eskiyen ne yazılar olmuştur çoğumuzun hayatında. Ama kitap için böyle bir şansımız yok. Aceleye gelmez kitap. Şöyle bir bakın, birçok şair, ilk kitaplarındaki şiirlerin bir kısmını sonraki basımlara almamışlardır. Ben de bugüne kadar yedi yüzden fazla yazı yayımlamışım. Bu iki kitap bunların onda birini içeriyor ancak. Diğerlerini almadım, almayı da düşünmüyorum. Belki unutup gittiğim yazılar da olmuştur, kitaplara alınsaydı olabilirdi de. Çok da önemli gelmiyor bana. Çünkü o yazıların çoğundaki düşüncede değilim bugün. Ret mi ediyorum, hayır. Böyle olunca, iyi ki otuz yıl beklemişim diyorum. Gerçi her yazdığı yazıyı, değiniyi kitaplaştıranlar da var. Demek ki onlar hiç yanılmamışlar. Ama benim, yanıldığım da olmuş, yazıyı iyi kuramadığım da. Onları niye tekrar okurun karşısına çıkarayım, bu bir haksızlık olmaz mı?

Türkiye’de şiir eleştirmenlerinin sayıca az olduğu düşünüldüğünde; şairlerin şiirin sorunlarını irdeleyen yazılar yazması kaçınılmaz gibi… Bunun, şaire ve şiire katkısı vardır diyebilir miyiz?

Şiir eleştirisi!… Şiir eleştirisi alanında bence çok eleştirmen var. Anladığım kadarıyla sıkıntı, eleştirinin niteliğine ilişkin. Senin söylediklerinden bunu çıkarıyorum. Bu konuda her dönemde yakınanlar olmuştur, olacaktır. Çünkü geleneksel olana bağımlı bir düşünsel olgu egemen. Hiç kimse çıkıp da, şiir eleştirisi zaten olacak şey değil, demiyor. Ben bir iki yerde söz ettim: Şiir eleştiriyi gereksinmez.

İlginç bir şey söylüyorsunuz. Bugüne kadar bilinegelenin dışında bir şey bu. Herhalde açıklaması olmalı?

Evet, doğru. Ben kısaca düşüncemi belirteyim. Eleştiri, uslamlama işi, yani akıl yürütme. Bunun için öznel, nesnel, yapısal vb. yöntemleri de kullansanız sonuçta aklın araçlarıyla yaklaşırsanız şiire. Doğal olarak aklı önceleyen sanat ürünleri elbette eleştiriyi gerekli kılar. Roman, öykü, makale, deneme gibi türler kendilerini eleştiriyle geliştirebilirler, sınayabilirler. Oysa şiir, aklı reddetmeden ama ona da bağlı kalmadan oluşur. Sezgiye, imgeye, çağrışıma vb. dayanan bir kılgıdır şiir. Dille ilişkisini de biraz önceki sorunuzla açıklamaya çalışmıştım. Böyle olunca nesini eleştireceksiniz şiirin? Bir şiiri kendinize yakın bulursunuz ya da bulmazsınız. Bu, sizinle şiir arasındaki özel ve öznel bir yakınlaşmadır. Gerçi bir kısım şiirler ortak bir duyarlılık yaratmıştır. Bize öyle gelir. Oysa o ortaklıkta bile başka başka özel ve öznel tadlar alınmıştır. Eleştiri, işte bu özel ve öznel tatları aynılaştırmaya yol açar ki, bu bile şiir eleştirisinin gereksizliğini ortaya koyar.

Söyledikleriniz yine de birçok kişiyi ikna etmeyecek. Ama biraz önceki soruma dönersem; şairlerin şiir üstüne yazdıkları yararlı değil mi?

Ben de biliyorum kabuğu kırıp duyarlı hücrelere varamayacağımı. Ama kolayına kaçıp, şiir eleştirisi hakkında söylenenlere katılmak istemiyorum. Şiir üstüne yazılanları hepten yararsız bulmuyorum elbette. Kaldı ki, şiirin bir dokunulmazlığı falan da yok. Hayır, böyle söylemiyorum. Şiirin biçimsel yapısı ele alınabilir; mimarisindeki ustalık ya da acemilik ortaya konulabilir vs. Dil ve edebiyat derslerinde biçim bilgisi konusunda yeterli ölçüler ve ölçütler verilmiştir. Ama dil ve edebiyat müfredatı, haddine düşmeyen bir alana da el atmış ve sözgelimi ”Şair bu mısralarda ne söylemek istemiştir?” gibi dünyanın en aptal sorusunu yöneltmektedir öğrenciye. Bir mani vardır, bu manide ”yüzünde göz izi var” gibi bir söz var. Eleştirel olarak ne diyebilirsiniz, ama bu sözün kuruluşunu, uyağını, ölçüsünü elbette açıklayabilirsiniz. Sözün bizdeki özel ve öznel yerine girmenizse pek mümkün değil. Ben böyle düşünüyorum, böyle düşündüğüm için herkesin de böyle düşünmesi gerekmiyor elbette.

Yayımladığın bu yeni kitaplardaki yazılardan anlaşılıyor, dil, başlıca sorunlarınızdan biri. Globalleşen dünya karşısında, artık ”öteki” olan dillerin yaşama şansı nedir?

Geçenlerde bir yerde okumuştum; dünyadaki birçok dil ölüyor. Bunun nedenini elbette tek bir olguya dayandırmak mümkün değil. Her açıdan bakılabilir, anlaşılabilir kılınabilir. Etnisite olgusunun küreselleşme olgusu karşısında korunaklı olmadığı belli. Yağmur ormanlarındaki kabilelerin yaşamına blucin girmişse, orada dilin de yağmur serinliğinden, türkü tadından uzak düşmesi kaçınılmazdır. Globalleşme, dillerin de ölümünü hızlandırmakta. Dahası, egemen diller bile erozyona uğruyor. Sözgelimi, İngilizce, bugün için gündelik hayata bir biçimde sızmakta ama bu dil kendi kültür öğelerinden çok teknolojik yanıyla kendini duyurmaktadır. Bu egemen dil, gramatik yapısıyla değil, kodlar biçiminde, kısaltmalar biçiminde, hatta işaret olarak hayatımıza giriyor. Cümlenin haysiyetinin unutulup bu kodların yayıldığını görüyoruz. Umutsuz bir durum var ortada. Öyleyken, dilin kendi haysiyetini koruma gibi bir refleksi de var. Bu egemen dil karşısında ‘öteki’ dillerin şansını kısaca anlatmak zor ve biraz da uzmanlık alanı. Senin sorduğun, şu ‘öteki’nin de ‘öteki’si olan dillerin durumunu şöyle anlatabiliriz: İradi olarak, politik olarak, kültürel olarak direnme refleksini bilince taşımasıyla yaşama şansı elde edebilir ‘öteki’. Yerel olanın, evrensel olanın bağrında taşıdığı olgusunu hiç unutmadan, bu yerel olanın kültürel kirizmasının yapılabildiği oranda ‘öteki’nin kendi hayatını sürdürme şansı var.

Dünden bugüne tanımlanageldi şair/şiir. Siz, şairin/şiirin her türden egemenlikçi ideolojiye karşı olduğunu, olması gerektiğini vurguluyorsunuz. Eğer bu bir tanımlamaysa, hemen, peki bu mümkün mü sorusu geliyor akla?

Şiiri tanımlama cüretini göstermediğimi sanıyorum. Çünkü tanım, kullanım değerini gösterir. Birtakım belirlemeleri tanım olarak düşünebilirsiniz belki. Sözgelimi, ”şiir bir dil ürünü değil” sözü, şiirin tanımı olarak mı düşünülmeli? Hayır, bence şiir anlama çabasıdır bu. Edebiyat tarihçileri kategorik düşündükleri için, şiiri de dil ürünü olarak ele alırlar ve dil ürünü olan edebiyatla bir arada değerlendirirler ki bu doğru değildir, şiirin de akılcılıkla tanımlanabilir olduğunu belirler. Şiirin niteliklerini, özelliklerini, ne zaman yazıldığını, biçimini, ölçüsünü, uyağını belirlemek bir şiir tanımı olabilir mi? Ya da şiiri bir şeye benzetmek?

Aynı bağlamda şairin egemenlikçi ideolojiler ile kendi arasına koyacağı eleştirel mesafeden söz ettim yazılarımda. Bu mümkün mü diyorsunuz. İmkansızı denemek, ideolojik bir kopuştur aynı zamanda. İmkansızı istemekten daha öte bir duruştur: Belki de Donkişot olmayı göze almak…

Şairin muhalif kimliği üstüne çok şey söylendi, yazıldı. Öyle bir hal ortaya çıktı ki, şu muhalif sözünün kapsamının ne olduğu iyice belirsizleşti. Bunun üstünde durmak gerekir bir başka zaman.

”Yine de roman deyince Batılı, şiir deyince Türkçe yapıtlar geliyor aklıma” diyorsunuz ”Kaybolan Ne” adlı yazınızda. Bu belirlemeyi, bugün yazılan Türkçe şiir için kullanabilir misiniz?

Gittikçe rasyonalleşen Batı, doğal olarak düzyazı ile beliren anlatı (tahkiye) türlerinde egemen gibi görünüyor. Ama Batılı şiiri küçümsemek değil bu. Hatta Batılı şiir derinlikli bir şiir. Belki daha az yazılıyor artık ama onu görmezden gelmek mümkün değil. Ama rasyonalitede iki adım geri olan Türkçe şiir, hala uçarı, dile dışarıdan bakabilen örnekleri veriyor. Bugün yazılan şiirleri de çoğu kişinin tersine önemli buluyorum. Kendime yakın bulmadıklarımı yok saymak mümkün değil, onlar da bir şeyi temsil ediyorlar elbette.

İletişim çağıyla birlikte çok şey değişecek diyenler haklı çıktı. Bu ”çok şey”in içinde şiir de var mı? İletişim çağında şiirin işlevi nedir? Dahası, birçok değerin altüst olduğu çağda şiir, yaşama mekanı bulabilecek mi?

Bilgi çağı, iletişim çağı gibi kavramlar çokça kullanılır oldu. Ama bu kavramların asıl yüzü gözden kaçırılıyor gibi geliyor bana. Bir iletişimsizlik çağında olduğumuzu söyleyenler bile var. Enformasyon çağı kavramı bana daha doğru geliyor. Çünkü mevcut egemenlikçi sistem içinde bilgiye ulaşmak ve bilginin dolaşımını sağlamak hala çok güç. Öyleyken elbette değişen çok şey var. Şiirin böylesi bir ortamda işlevini soruyorsan, ben şiir ve işlevsellik kavramlarının yan yana getirilmesinin de pek doğru olmadığını düşünüyorum. İşlevsellik, elbette tüketim ideolojisinin yan kavramlarından biri. Ama şiir tüketime değil, insanın kendini keşfe ya da insanın kendini gerçekleştirmesine döndürür yüzünü. Böyle olunca şiirin yaşama şansını onun yaygınlaşması anlamında düşünmediğimi de belirtmiş olurum. Yaygın bir şiir üretimi var zaten, önceden de vardı. Şimdilerde iletişim çağına ayak uydurdu bu yaygın şiir. Klipler, şiir kasetleri, CD’ler vb. hayatımıza müzik marketler ya da televizyonlar aracılığıyla giriyor. Şiirin bunlara yüklenmesi, bir benzetmeyle halkoyunlarının karşılama törenlerindeki durumuna indirgeniyor. Yani doğal ortamın dışında bir hayat biçiliyor. Yağmur bombalarıyla yağmur da yağdırabilirsiniz ama, toprak kendi kokusunu verir mi, hani o yağmur sonrasının toprak kokusunu?

Şiirlerinizi ezbere bilen okurlara, yakın zamanda yeni şiir kitabı müjdesi verebilir miyiz?

Bu kitap için yakın zaman bazen yıllar sonrasıdır, bazen içinde yaşanılan yıl. Doğrusu ben de bilmiyorum. Kitap olgusu beni öteden beri korkutagelmiştir. Tek tek şiirler ve bunların yazılış süreçleri ilgilendiriyor beni. Yan yana getirildiğinde belki bir kitap bile olabilir bunlar, ama kitap içindekilerin akrabalıklarını da ister, yan yana duruşlarında bir ahenk olmalı şiirlerin. Bu bakımdan ne zaman yeni bir şiir kitabı yayımlayacağımı ben de bilmiyorum.

(Vecdi Erbay, Cumhuriyet Kitap, 20 Aralık 2001)

admin

Ahmet Telli – Sıcak Bir Kış

in Şiir

Saçlarını gittikçe kısalttığın günlerde
Sen söylemiştin bu sözleri unutmadım
Her aşk bir ayrılık gizler, ayrılıklarsa
Bir merhabanın sıcaklığını taşır kendisinde

Kalıcı olan hiçbir şey yok diyordun
An’lar var yalnız ömrü karşılayan
Şimdi sımsıcak bir kar yağıyor yine
Yüreğimin üstüne yağıyor hiç durmadan

Ellerin nasıl da üşüyor, bozacının
Karlı sesi doluyorken odamıza
Hava gittikçe kirleniyor bu kentte
Ve aralıksız kar yağıyor kar yağıyor

Kar ayrılık hüznüdür ve ne çok
Ayrılıklar yaşandı şu son birkaç yılda
Yurdundan ayrılanları düşünüyorum ve birisi
Özledim diyor, ülkemin kar kokusunu da özledim

Hiçbir an’ını tanımlamaya kalkmadan
Kısacık ömürler biçiyoruz kendimize
Sonra yolculuklara çıkıyoruz, bir kentten
Ötekine giderken özlüyoruz bir başkasını

Özlediğimiz birileri olmalı diyordun
Yanındayken bile özlediğimiz birileri
Öyleyse kalkıp Ati’ye gitmelisin, İstanbul’a
Belki hala saklıyordur bir gülü kimbilir

Yaşandı mı o sıcak kış, yaşlandık mı
Aynalara bakmaya vakit bulamadık
Dönüp dönüp birbirimize bakmalardan
Yaşandı mı o sımsıcak kış, ne dersin

admin

Ahmet Telli – Ayrılık Ayracı

in Şiir
Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun
Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın
Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi
Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde

Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada
Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık
Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda
Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide
Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor
Ya da erteletiyorum biletimi son anda

Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam
Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin
Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık
Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek
Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık

Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için
Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara
Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgar
Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada
Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı
Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü

Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını

admin

Ahmet Telli – Özlemedim Seni

in Şiir

Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni

Sıcaklığını bulmalıyım
dokunuşlarını, kenetlenişi
Terimizle sulanmalı yeryüzü
güneş terimizle ışıldamalı sabah olunca

Apansız fırtınalar çıkmalı
sarsılmalıyım

Özlemek
yanında olmak isteğidir
gülüşünü görmek biraz da
Hiç özlemedim seni

Saçlarına gül takmam
bir ırmak gibi akıtırım ovaya
soluğunla yanar
dudaklarımın bozkırı

Akkor halindeki ufuk
bakır bir tel gibi eriyip gider
kraterler ortasında kalırım

Toprak yarılır birden
su kirlenir

Ürpertir bu coğrafya
bu serüven
ikimizi bir anda
yaşadığımı duyarım

Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni

admin

Ahmet Telli – Asmin

in Şiir

Kimdi cesaretimi kıran, üstelik
Yeni serüvenlere hazırlarken kendimi
Sesimi cılız, rüzgarımı yelkensiz
Bulan kimdi, ki şimdi geniş zaman
Kipiyle düşürüyor gölgesini anılarıma
Ama kimdi adını bir kadına ödünç verip
Doruklara çekilen büyülü doruklara
Biz Asmin dedik ona, sevgilim, kadınım,
Anamdı belki, ama o çoktandır
Üç bin metrenin altına inmiyor artık

İçimde bir fil sezgisi, kopup gitmeliyim
Dağlara yazmalıyım aşkı ve ayrılıkları
Asminli düşler kurmalıyım ya da birisi
Karşılık bulmalı canımı yakan sorulara
Kim demiyorum kim olursa olsun

Boynu kırılan bir oyuncaksam hırçın
Bir çocuğun elinde, ki celladım
Gözlerimi de oymuştu fırlatıp atarken
Yine de özlüyorum onu, niyetçi
Tavşanlara dönerken beklediklerim

Aynı soruyu sormaktan, minör
Ağrılardan yoruldum, gitmeliyim buralardan
İçimde buharlaşan civayı soluyorum artık
Yoruldum yoruldum yoruldum
Gereklilik kipinde yaşamaktan

admin

Ahmet Telli – Karda İzler

in Şiir

Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün
Bir uçurum kıyısında vursunlar beni ki dünya
Uğuldayıp duran bir uçurum değil miydi zaten

Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün
Adımı yazıyorum kar üstüne ve ıslığını çığlık
Gibi incelterek yetişiyor ardımdaki tipi bana
Siliyor adımı bir dal kırarak çam ormanından

Geçmişim kar sessizliğiyle özetleniyor artık
Anılarım buz tutmuştur aşklarım kar yangını
Ömrüm parmak uçlarımda eriyen bir kar tanesi

Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün

Kar yağıyorken milyon bekerel hüzün yağıyordur
Derim ki kar ve hüzün bir aşkın seyirdefteridir
Yolculuklar ve ayrılıklarla anlatılabilir ancak

Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün
Bir uçurum kıyısında vursunlar beni, vursunlar
Bir kahkahayla çekip giderim karlı ovalardan

Şairler vurulmalıdır, hayat yakışmıyor onlara

admin

Ahmet Telli – Ütopya

in Şiir

Bir çocuk sularda kaybolan
Bulutu çekiyor düşlerin ağıyla
Eprimiş bir geleceği, gri anları
Karşılıksız soruları çekiyor üstüste

Sorular mı, hedefini bulamayan
Bir bumerangtı çocuğun elinde
Söz ve ihanet buluşunca
Cinnet geçiriyor şiir ve çocuk
Tökezliyor bütün dinozorlarını
Okyanuslara gömüyorken

Celladım diyor sevgili celladım
Bekle beni biraz cesaret
Bak nasıl koşuyorum peşinden
Uçurumları atlayarak

Tarih mi, yollara düşmenin
Kedere benzeyen yeridir tarih

Anıları bileyen her yolculuk
Sezgi cehennemi oluyor çocukta
Kaybolan ve durmadan kaybolan
Neydi, neydi bilmiyor hiç kimse

Ki insanlar rüya görmüyor
Ve sıfır nedir biliyorlar
Düş kuranlarsa çoktandır
Meczup sayılıyor artık

Çöl de keşfedildi ve yeniden
Bir kez daha kaybedildi ütopya

admin

Ahmet Telli – Geldim İşte

in Şiir

Sülfür inceldi ve en yorgun yerinden kırıldı ayna
Tenhaydı düşlerim, geceydi, çıkıp geldim işte
Su ve ateş bir de gülünç yalnızlığım var sana
Getirebildiğim, kokularını yitirmişti çünkü güller

Suyu dinle ateşi yak özledim demek bu
Parasız yatılı hüzünlerden ne kalır geriye
Biraz Tamil biraz Türküz ayıptır söylemesi
İntiharsa günahtır külliyen yasak bilirsin
Pısırık bir ihtilal gibi getirdim sana bunları

Bir de belleğim, başıma bela hazin ve komik üstelik
Hatırla eskiyen meydan saatini, çocukluğundur
Tayyare pulları getirdim sana evden kaçışlarımı
İstersen yok say bunları tespih de yapabilirsin

Beni vur saatin altında seni seviyorumdur bu

Şiir yazan bir adamın fotoğrafı var yanımda
Kendini ölümlü sanıyor onu getirdim ganimettir
Büyüdü büyülenerek, taşlayarak kovdu kabilesi onu
Suyun öte yakasında yaşadı, Sisyphos dediler adına

Sülfür inceldi ve en yorgun yerinden kırıldı ayna
Ayna pusluydu bunca yıl nice sır taşımaktan
Kırılmanın sesini duydum ve onu getirdim sana
Unutulmaya geldim işte onarılmaya değil

Kov beni kabilenden ama bekliyorum demek bu

admin

Ahmet Telli – Beklenen

in Şiir

Reklam spotlarının kirli ışıkları
ve çamur gibi bir yağmur altında
köşeleri tutmuş çiçek satıcıları
baharı getirmek istercesine kente

İstesen kucağına yığacaklar gülleri
Al götür, dağıt bekleyenlere
menekşe, karanfil ve nergis demetlerini
çağır insanları bahar kokusuna

Hele o dokuz on yaşlarındaki çocuk
nerden bulmuş bu çiğdemleri böyle
ve nasıl getirmiş çarpılmadan
kentin bu en işlek alanına

Kitap gibi kokuyor her demet
çiçek gibi kokuyor şiirler
– Sakın soldurma evlat
git / biraz yakınımda dur

Gün kararmadan tükeniyor çiçekler
demet demet taşıyor birileri
– Demek ki bu kente bahar
gürül gürül gelecek ey oğul

admin

Ahmet Telli – Anlatıp Durdum

in Şiir

Acının tutanakçısıydım
anlatıp durdum aşkları
ayrılıkları ve o destan
yalnızlığını ömrümüzün

Göçebe, gezgin ve aylak
biri miydim aklıma gelmedi
bir çingeneyle bir bilici
hep aynı şeydi bildiğim

Ve serseriliğimdi aşklar
bir masalcıydım belki de
yaşadım o büyük serüvenleri
yolculuklar tarihimdi benim
Acılar yaşanıyordu yurdumda
peşpeşe yakılıyordu kentler
Bense hep oralardaydım
daha yangın başlamadan önce

Hayır! yetmiyor aşkları
ayrılıkları ve büyük
serüvenleri anlatmaya
iyi bir şiir bile bazan

Ama ben yine de hep
anlatıp durdum ne varsa
ve neyi yaşamışsam
dövüşmesini bildiğim kadar

admin

Ahmet Telli – İlhan İçin Dörtlükler

in Şiir

I.
Sustuğun yerde insan katlolur
Kana bulanır kitap, ışıklar kan kokar
Kentin yüreği yanmazsa ey oğul
Türküler diyarı büsbütün viran olur

II.
Yine elbasacaksın o kitaplara
Dostun, kardeşin, aydının elbasacak
Birşeyi hiç unutmayacak üniversiteli genç
Bedeli canla ödenmiştir elindeki kitabın

III.
İlhan diyarından bir kitap
Gül mü desem kan mı
Türküler bilir belki yine de
Gül müdür açan yoksa kan mı

Page 1 of 212

Site içerisinde ara

@ufukluker'i takip et

RSS Son okuduklarım

  • Gemiler de Ağlarmış
  • Bir Köy Hekimi
  • Açlık Sanatçısı
  • Unutamayan Adam (Amos Decker, #1)
  • Bir Havva Kızı
  • Her Şeye Rağmen Sevgi

Site istatistikleri

  • 1
  • 79
  • 74
  • 7.671.274
  • 3.016.050

Etiketler

Sait Faik Abasıyanık Louise Gareau Des Bois Sandor Forbath Ece Ayhan Suat Derviş Süleyman Nesip Kemal Burkay Dido Sotiriou Metin Eloğlu Özdemir İnce Behçet Necatigil Ömer Bedrettin Uşaklı Abdülkadir Budak Vedat Türkali Suat Taşer Blas De Otero Fakir Baykurt Ahmet Necdet Enis Batur Kemalettin Kamu Türkan İldeniz Turgut Uyar Salah Birsel Kutsiye Bozoklar Özdemir Asaf Asaf Halet Çelebi Can Yücel Nicolae Dragos Seyhan Erözçelik Necati Cumalı Arif Damar Behçet Kemal Çağlar Ahmet Muhip Dranas Yaşar Miraç Fazıl Hüsnü Dağlarca Sabahattin Kudret Aksal Resul Rıza Sinan Kukul Sabahattin Ali Jose Marti Ahmet Telli Hilmi Yavuz Vyaçeslav Ivanov Sennur Sezer Fang Vei Teh Ziya Osman Saba Süleyman Çobanoğlu Şükrü Erbaş Vecihi Timuroğlu Neşe Yaşın Yılmaz Odabaşı Feyzi Halıcı Kemal Özer Mehmed Kemal Adalet Ağaoğlu Attila İlhan Talip Apaydın Füruğ Ferruhzad Edip Cansever Liana Daskalova Tove Ditlevsen Miguel Hernandez Metin Demirtaş Orhan Murat Arıburnu Birhan Keskin Konstantin Simanov Kahraman Altun Bedri Rahmi Eyüboğlu Behçet Aysan Yi Men Nihat Behram Ingeborg Bachmann Rıfat Ilgaz İlhami Bekir Tez Hasan İzzettin Dinamo Cahit Zarifoğlu İsmail Uyaroğlu Philippe Soupault Cevat Şakir Kabaağaçlı Murathan Mungan Bejan Matur Eugene Guillevic Metin Altıok Sandor Petöfi Yaşar Nabi Nayır Halim Şefik Güzelson A. Kadir Günter Kunert Oğuz Atay Lale Müldür Mehmet Başaran Şükran Kurdakul Oktay Rifat Kerim Korcan Louis Macneice Ümit Yaşar Oğuzcan Bekir Yıldız Peter Abrahams Nazım Hikmet Vasko Popa Kostas Kleanthis Haydar Ergülen Konstantinos Kavafis Yorgo Seferis Erdal Öz Zafer Ekin Karabay Celal Sılay Özge Dirik Orhan Veli Kanık İbrahim Karaca Cahit Irgat Kenneth Rexroth Heinz Kahlau Refik Durbaş Turgay Fişekçi Ozan Telli E. E. Cummings Bilgin Adalı Cevdet Kudret Vladimir Mayakovsky Suat Vardal Gülseli İnal İlhan Berk Paul Eluard A. Hicri İzgören Gabriel Celaya Faruk Nafiz Çamlıbel Cahit Külebi Aziz Nesin Asım Bezirci Adnan Özer Hasan Basri Alp Oruç Aruoba Özkan Mert Tevfik El Zeyyad Hasan Biber Altay Öktem Ercüment Behzat Lav Erdal Alova Barış Pirhasan Abdülkadir Bulut Akgün Akova Nikola Vaptsarov Hasan Hüseyin Korkmazgil Federico Garcia Lorca Pablo Neruda Sezai Karakoç Ahmet Erhan Berin Taşan Orhan Kemal Ahmet Oktay Oktay Taftalı Sun Yu-T'ang Ahmed Arif Mehmet Yaşin Yannis Ritsos Müştak Erenus İsmet Özel Conrad Aiken Gülten Akın Nahit Ulvi Akgün Cemal Süreya Melih Cevdet Anday Arkadaş Z. Özger Adnan Yücel Ataol Behramoğlu Memet Fuat Yılmaz Güney Fethi Giray Sabri Altınel Ahmet Ada Ülkü Tamer Goethe Enver Gökçe Yaşar Kemal Cengiz Bektaş Cahit Sıtkı Tarancı Bertolt Brecht Afşar Timuçin Jesus Lopez Pacheco
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Sayfanın başına dön