Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Kişisel
  • Kitaplık
  • Ara
  • Menu Menu
admin

Özdemir Asaf – Müzik

in Şiir

Müzik geceyi geceyi
Geliyor, aç pencereyi.
Sersin odana duyu,
Uğultulu halıyı,
O doğup büyüdüğü
İnansal doğayı.

Yürüsün eleyi eleyi
Seviler, buğu-buğu.
Gönlü, anıyı, belleği,
Oğsun duyuyu.
Ne sıcak anlatır seslenmeyi;
Yumuşacık sen demeyi.

Isıtır yorganı, sözü, perdeyi.
Işıtır en karanlık odayı.
Açar kilidi, açıyı, kapıyı.
Kaynatır donmuş suyu.
Doldurur boş tencereyi
Çeker sürgüyü,
Çözer bir-bir her düğmeyi.

Ballandırır peyniri, ekmeği.
Unutturur tabancayı, bıçağı.
Süsler masayı.
Ölümsüz kılar çerçeveyi.

Açar sevilere yatağı
Yeğ kılar saklamaya söylemeyi
Fısıldar sevmeyi, sevilmeyi
Müzik donatır yeri göğü.

admin

Özdemir Asaf – Sesiniz

in Şiir

Siz gittiniz, gittiniz.
Ben kaldım, kaldım, kaldım,
Sesiniz kaldı, onda kaldım.
Yöneldim yüzünüze baktım,
Yöneldim gözlerinize baktım.
Orada yansıyan bana baktım.
Yalnızlığımı nasıl anlayacaktım.

admin

Özdemir Asaf – Diyalog

in Şiir

Bir gün, bir evde, bir kedi
Vardı.
O gün, bir evde, o kedi
Benden sıcaklığını esirgemedi.

O gün, o evdeki o kedi
Beni bana götürdü getirdi.
Ona şarkılarımı söyledim;
Uyudu, bakıyordum, benimleydi.

Bir ikilem oldu beklenmedik;
Geçmiş günlerin yumaklarını didikledi.
Var mıydı, yok, var gibi
Kucağımdaydı kedi.

Gözlerindeydi gözlerim,
közleri gözIerimdeydi.
Ellerimi tırmalıyordu elleri…
Ürperdim, birden içim titredi.

Bir gün, bir evde, bir kedi
Vardı.
O gün, bir evde, o kedi
Beni taa çocukluğumdan aldı

O gün, o evdeki, o kedi,
Bak-işte, neler olmuş der gibi,
Setirdi beni gençliğime bıraktı.
Anı bahçelerinde üşümek sıcaktı.

Babamın öldüğünde aylardan Hazirandı,
O elli dördündeydi, ben yedi.
Bir ışık söndüğünde yol yandı.
O kedi bunları nasıl da bildi.

Bir gündü, bir evdi, o kedi
Taş attı bütün kuyularıma.
Durup-dururken dikenli uykularıma
Ninniler söyledi.

Bu bir öykü idi;
Ben mi anlattım, o mu dinledi.
Saklamalı mıydı, ya da söylemeli mi;
Ne o ev vardı, ne o gün, ne de o kedi.

admin

Özdemir Asaf – Delisi

in Şiir

Yoğun karanlığa karşı
Darmadağın saçı-başı
Kımıl-kımıI gözü-kaşı
Vurur ışıldanır çarşı
Ki yoğun yanlış içinde

Çizgileri nokta-nokta
Kesip-kesip alıp-satar
Ayırır kuruyu yaşı
Yatar uyur sokaklarda
Panayır, pazar-yeri1 nde
Bir deli, birçok, kör, şaşı

Bağırmak düşer mi, ya da
Yetişir mi, uyuyorlar.
Paylaşmışlar sonu başı
Bir adam, başı elinde
Dönüp-durup bakıyorlar
Bir adam, elinde başı.

admin

Özdemir Asaf – Poetika

in Şiir

Yaşadım da yoruldum, bir ağır-işçi gibi
Uyudum da uyandım, binlerce kişi gibi

Bana düşünmek vardı, payıma onu aldım
İşledim de işledim bir hüner-işi gibi

Horlandı, beğenildi; inandım, alınmadım
Yolun geleceğini çizdim, geçmişi gibi

Zor dönemler olmadı-değil, olsundu, oldu.
Ne koştum ne de durdum, kaçak gidişi gibi

Bu konuyu burada bırakıyorsam birden,
Olmasın diyedir bir şeyin bitişi gibi.

admin

Oruç Aruoba – Renklerim

in Şiir

Aklaşan grilikte duruyorum —
yeşilleşen mavilik
kararan saydamlık
azalan tirşe:
o mor
hiç olmadı
mı?

O tek renk
bulunmadı
mı?

Kızıltılı
kahve
rengi
*
Siyah
Beyaz.
Ah,
az —
hiç olmadım
mı?

Bulunamadım
mı?

admin

Oruç Aruoba – Mumun

in Şiir

Bütün ışıklara karşı geldi
yaktığın bu mum
Neyin nereden nereye geçişiydi
aktığım o mum
Bir aydınlık geçit, bir kedi
sakladığım o kurum
Zamanın ötesinde bir şimdi
sakındığım bu durum

admin

Oruç Aruoba – Havada

in Şiir

Burada
duvar ile direk
arasında asılı
sallanıyorum.

Kenarlarım yırtık
parçalarım sarkık
içim patlak.

Burada
geçmiş ile gelecek
arasında gerili
sallanıyorum.

Saatlerim çarpık
günlerim çatlak
yılım yitik.

Sözcükler gelip geçiyor içimden
anlamsızlığa doğru
eylemler geçip gidiyor elimden
çaresizliğe doğru.

Boşalıyorum
burada
hiçlik ile yokluk
arasında.

admin

Oruç Aruoba – Dalda

in Şiir

Buradayım:
Uyurum belki bir gün.

Belki bitiririm bir gün
delik deşik kozamı
dökülüp gitmeden bütün dut yaprakları
bir gün
bir güç bulur içimde
son bir gayretle
son salgılarımı gezdirir
deliklerimde tırtılım
tıkar gediklerimi.

O zaman
büzülür, dalarım uykuya –
eski beni yok edecek
yeni beni var edecek:
Bomboş, dopdolu
seslerden, esintilerden uzak
içinde gittiğim
oluştuğum.

O uyku:
Bembeyaz.
Benden önce de uyunmuş
benden sonra da uyunacak.
Simsiyah.
Korkulacak, özlenecek –
eskileri geride bıraktıracak
yenileri geri getirecek
o uyku.

O uyku:
Verimsiz, çiçek dolu.
Grilerden, renklerden uzak
içinde yittiğim
oluştuğum – olduğum
o uyku.

Uyanışı var mı, olacak mı
belli olmayan:
Belki çürüyüp kuruyup içinde
yiteceğim
belki kanat takıp içinden
çıkacağım
o uyku.

Herşeyi, herkesi geride bırakabileceğim –
yalnızca yeni ben, onun yeni gökyüzü
yeni kanatları, rengarenk
geniş, gergin.

Neleri, kimleri bırakıp ilerlediğim –
neleri, kimleri anımsadığım, özlediğim
belli olmayan:
hiç olmadığım, hiç olmayan
o uyku.

Hiç olmadı, belki hiç olmayacak
o renkli güçlü kanatlar
o hafif esintili uçuş
o aldırmaz bakış –
olmadı hiç:
olmayacak.

Zaten
tırtılım da kozam da
olmadı benim hiç –
kelebeğim, hiç:

Ben zaten
hiç olmadım.
Hep vardım oysa ki.

O uyku:
yok olmam ile var olmam arasındaki
köprü
beni en baştan yaratacak
dürtü –
hiç olmadı.

Hep vardım oysa ki:
Hep arayarak
dingin seslerden çıkıp gelecek
bir tınıyı:
Beni var edecek
kanat olacak
açılacak, yayılacak
acılı olacak
sevinçli
bir tını.

Hep olan
Hep olacak.

O tını:
Uykum boyu beni oluşturacak
sonra bırakacak varolmayı bana
uyandıktan sonra:
Yoktu
olmayacak.

Uyuyamadığım
uyanamadığım
o uyku:
olmadı
yoktu
olmayacak.

admin

Oruç Aruoba – Sokakta

in Şiir

Buradayım:
Yüzyıl oldu.

Önümden geçen yol
tıkandı
çevremdeki bahçeler
daraldı
içimde yaşan insanlar
azaldı:
Yalnızlaştım.

Buradayım:
Yüzyıl önce başladım
beklemeye.

Yavaş geçip gitme zamanı:
Dumanlar
isler, puslar
yağmurlar
sıcaklar, soğuklar
rüzgarlar
kemirdi her yanımı.

Tahtalarım birer birer çürüdü
boyalarım
parça parça döküldü
payandalarım
teker teker çöktü:
Yüzyıl oldu.

Yüzyıl önce:
Pırıl pırıl, yemyeşil
bahçem
bembeyaz, tertemiz
duvarlarım
cıvıl cıvıl, şen
odalarım
buradaydım.

Yaşıyordum –
yaşıyordu insanlarım.

Yüzyıl oldu:
Karanlık küf rengi
çevrem
kararmış, yıkık dökük
duvarlarım
kasvetli, kir-pas içinde
odalarım
buradayım.

Yaşamıyorum –
yaşamıyor insanlarım.

Buradayım.
Yüzyıl oldu.
Bekliyorum.

Yalnızım
burada.

Bekliyorum –
ilk çocuğun attığı
ilk taştan beri
bekliyorum.

Ne zaman gelecekler –
baltalarla, balyozlarla, keserlerle –

Yalnızım
burada
bekliyorum.

Ne zaman
gelecekler?

admin

Oruç Aruoba – Ay’ya

in Şiir

Yarımsın; ama tam karşımdasın
Tam karşımdasın; ve yarımsın…

admin

Oruç Aruoba – Yazılamayan Zaman

in Şiir

Herşeyi yazarım da
zamanı yazamam –
o yazar çünkü
beni.

Yazar beni
yavaş yavaş
özenli –
azalta azalta
görkemli –
sanki
dolduracakmış
olduracakmış
gibi.

Halbuki
sıyırıp düşürmüştür
tırnağımdaki çürüğü
parmağımdaki yarayı
kabuk kabuk
geçirmiştir –
geçerken, sanki
çoğalta çoğalta
yazarak
beni:
özenli
görkemli.

admin

Kemal Özer – ‘Macarlar’ Filmini Seyrederken

in Şiir

Fısıldaştığını duydum
ardımda iki gevezenin.

Bu nasıl ağa
-dedi biri
çiftlik sahibi için-
bir kamçısı bile yok elinde
dolaşırken çizmelerini dövmeye.

Fırsat da çıktı
-dedi öteki
fırsat da çıktı ama
çekip almadı yatağına
onca kadından birini.

İzleyen iki geveze
düşen görüntüleri perdeye
bir büyük gölgenin
titreştiğini görmeden
görüntülerin üstünde.

admin

Kemal Özer – Şu Varna’da

in Şiir

I
Şu Varna’da unutmanın yolu yok
çakıl taşları gibi duracak
belleğimin dibinde
baktığı yerden denize bakmak Nâzım’ın
ellerini yakan vapuru beklemek
bir daha geçsin diye Varna önünden
ve duymak geceleri uyutmayan o özlemi
bunca yıl sonra sesinde
“anayurda selâm” diyen yoldaşın

II
Kurda kuşa yedirmeden getirdim
şu Varna’da yüklendiğim selâmı
şu Varna’da havuzun başında

Bir daha düşer mi oralara yolum
görür müyüm sahibini kimbilir
görür de söyler miyim ilettigimi

Tanık olsun bu şiiri okuyanlar
yazıyorum üzerimde kalmasın diye

III
Şu Varna’ya gelip de
görmemek olmaz Dikilitaşları
ve dolaşmamak aralarında,
içinizde sinsi bir umut
çıkıverecekmiş gibi Nâzım
birinin arkasından

Dikilitaşları görüp de
çevresine toplanmamak olmaz
ve fotoğraf çektirmemek içlerinden biriyle,
aramamak olmaz hangisiydi
Nâzım’la yan yana duranı

Korucu Adil’i tanıyıp da
çağırmamak olmaz çekilecek fotoğrafa
ve şaşırmamak görünce telâşını
silahı bırakmak için elinden

admin

Sabahattin Ali – Ayırdılar

in Şiir

Eller araya girdiler,
Türlü fesatlar kurdular,
Sevdamızı çok gördüler
Seni benden ayırdılar.

Eridim, tükendim gamda;
İnsaf yok benî âlemde,
En fazla sevdiğim demde
Seni benden ayırdılar.

Gezilmez diyarlar gezdim,
Yazılmaz koşmalar yazdım;
Ben sensiz yaşıyamazdım,
Seni benden ayırdılar.

Şaşırdım aşka düştükçe,
Yere vuruldum coştukça;
Doğrulup sana koştukça
Seni benden ayırdılar.

Kurbanı oldum bir hiçin,
Görmem yüzünü sevincin…
Niçin güzel yârim, niçin
Seni benden ayırdılar?

 

12 Ağustos 1932, İstanbul

admin

Sabahattin Ali – Hey

in Şiir

Kaygusuz, deli bir kuştum,
Senin dalın kondum hey!
Yüksek yerlerde uçmuştum,
Ayak ucuna indim hey!

Denizler gibi derindim,
Gözlerine sığ göründüm.
Karlı dağlardan serindim,
Sana sokuldum, yandım hey!

Tükenmez mihnetler çektim,
Kanlı gözyaşları döktüm,
Akıllılara örnektim,
Divânelere döndüm hey!

Âşıklar sana ne yapsın?
Dudaklar nereni öpsün?
Sen bir acayip şarapsın,
Daha içmeden kandım hey!

Yâdını düşürmez dilim,
Sana ulaşır her yolum;
Kirli, günahkâr bir kulum,
Yüzüne bakıp yundum hey!

 

Ağustos 1932, İstanbul

1 K. : Senin dalın kondum hey !
EHM: Senin dalına kondum

admin

Sabahattin Ali – Mayıs

in Şiir

Mayıs, ayların gülüdür,
Taze bir çiçek dalıdır,
İçerim ateş doludur;
Mayıs’ta gönlüm delidir.

Yeşil dağlara göçülür,
Kızıl şaraplar içilir;
Yârim dökülüp saçılır,
Mayıs’ta gönlüm delidir.

Göklere karşı yatılır,
Dertlerimiz unutulur;
Eski sevgiler atılır;
Mayıs’ta gönlüm delidir.

Uzakta kuşlar seslenir;
Gönlüm genişler, beslenir;
Yaşamağa heveslenir,
Mayıs’ta gönlüm delidir.

Yumuşak rüzgârlar eser;
Çimenlerde yârim gezer;
Yanılır, bana gülümser;
Mayıs’ta gönlüm delidir.

 

Mayıs 1932, Konya
Atsız Mecmua, (13), 15 Mayıs 1932

1 K.: Yeşil dağlara göçülür
EHM: Yeşil bağlara göçülür

2 K. : Kızıl şaraplar içilir
EHM: Tatlı şaraplar içilir

3 K. : Göklere karşı yatılır
LHM: Köklere karşı yatılır

admin

Sabahattin Ali – Gurbet Hapishanesi

in Şiir

Düşünme, gününü doldur
Gurbet hapishanesinde;
Günler yıllara bedeldir
Gurbet hapishanesinde.

Bahtım dağları aşırdı,
Yâdelde dama düşürdü.
Yine gözlerim yaşardı
Gurbet hapishanesinde.

Akşam gökler bulutlanır,
Demir kapılar kilitlenir,
Gönül her derde katlanır
Gurbet hapishanesinde.

Hâlini bilen bulunmaz,
Yüzüne gülen bulunmaz,
Kapıya gelen bulunmaz
Gurbet hapishanesinde.

Geniş ol, göklere bakın,
Çıkacağın günler yakın…
Yâr, beni unutma sakın
Gurbet hapishanesinde.

 

3 Temmuz 1933, Sinop Hapishanesi

admin

Sabahattin Ali – Hapishane Şarkısı IV

in Şiir

Ey yâr, bu acı demlerde
Sen koru benim aklımı…
Karardım kaldım damlarda,
Aydınlat benim yolumu…

Nefesin esen rüzgârda,
Saçların savrulan karda,
Yerde, gökte, bulutlarda,
Ararım nazlı gülümü…

Karanlık göklerde aysın,
Kurak ovalarda çaysın,
Bir tek inandığım şeysin,
Uzattım sana elimi…

Düşmanlar gülüp sevinsin.
Dostlar arkasını dönsün…
Benim güvendiğim sensin,
Kırmazsın benim gönlümü…

Bir gün şu damlardan çıksam,
Gelip önüne diz çöksem…
Ağlayıp içimi döksem…
Anlatsam sana halimi…

 

10 Mart 1933, Konya

admin

Sabahattin Ali – Hapishane Şarkısı II

in Şiir

Ey gönül, kuşa benzerdin,
Kafesler sana dar gelir;
Bir yerde durmaz gezerdin,
Hapislik sana zor gelir.

Ey gönül, acayip huyun,
Boğazından geçmez tayın,
Acır testindeki suyun;
Aklına nazlı yâr gelir.

Gözlerin uzağa bakar,
Kimden ne beklediğin var?
Yâr semtinden gelen rüzgâr:
“Seni unuttu!..” der gelir.

Bakmazsa senin yüzüne
Çok görme elin kızına;
Dışarda serbest gezene
Hapiste yatan hor gelir.

Ayağında gezen itler,
Başının üstünden atlar;
Hapise düşen yiğitler
Yâri dışarda kor gelir.

 

6 Şubat 1933, Konya

1 K. : Ey gönül, kuşa benzerdin
EHM: Hey gönül, kuşa benzerdin

2 K.: Ey gönül, acayip huyun,
EHM: Hey gönül, acayip huyun

3 K. : Ayağında gezen itler
EHM: Ayağını öpen itler

admin

Sabahattin Ali – Günümüz

in Şiir

Aklı kafamızdan sürsek,
İlmin içine tükürsek,
Dünyaya çevirip dirsek
Günümüzü hoş geçirsek…

Gökten ve yerden uzakta,
Neş’e, kederden uzakta,
Düşüncelerden uzakta,
Günümüze hoş geçirsek…

Ne dost yüzünü yalasak,
Ne düşmanları dalasak,
Kendimizi oyalasak,
Günümüzü hoş geçirsek…

Vücut cevhersiz bir kalıp,
Hiçe gider hiçten gelip.
Bir tenhaca köşe bulup,
Günümüzü hoş geçirsek…

Toprağa girinceye dek,
Esrârı görünceye dek,
Yani, geberinceye dek,
Günümüzü hoş geçirsek.

1932

admin

Sabahattin Ali – Melânkoli

in Şiir

Beni en güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır.
Bütün ömrümün beynimde
Acı bir tortusu kalır.

Anlıyamam kederimi,
Bir ateş yakar derimi,
İçim dar bulur yerimi,
Gönlüm dağlarda bunalır.

Ne kış, ne yazı isterim,
Ne birdost yüzü isterim,
Hafif bir sızı isterim,
Ağrılar, sancılar gelir.

Yanıma düşer kollarım,
Görünmez olur yollarım,
En sevgili emellerim
Önüme ölü serilir…

Ne bir dost, ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli…
Beni sarar melânkoli:
Kafamın içersi ölür.

1932

admin

Sabahattin Ali – Servi

in Şiir

Bir servi dedi ki bana:
“Rahat benim altımdadır.
Başını vurma dört yana,
Rahat benim altımdadır.

Çok koşup çok yorulmuşsun,
Yollarda yalnız kalmışsın,
Güvenip bana gelmişsin,
Rahat benim altımdadır.

Sana kökümde yer versem
Gölgemi üstüne gersem…
Hey rahat isteyen sersem!
Rahat benim altımdadır.

Serin serin uzanırsın,
Çiçeklerle bezenirsin,
Yat burada, kazanırsın,
Rahat benim altımdadır.

Yârin de gezer dolaşır,
Bir gün buraya ulaşır;
Hasretler burda buluşur,
Rahat benim altımdadır.”

27 Mart 1933, Konya Hapishanesi

admin

Sabahattin Ali – İstek

in Şiir

Yanıyor beynimin kanı,
Bilmem nerelere gitsem?
İçime sığmayan canı
Hangi rüzgara es etsem?

Akşam sular karardı mı?
Bir dağa versem ardımı,
İçimi yakan derdimi
Sağır göklere anlatsam

İçiliversem dem gibi,
Kırılıversem cam gibi,
Şamdanda yanan mum gibi,
Sabahı görmeden bitsem

Bir yüce ormana dalıp
Ya bir dağ başına gelip,
Beni yaradanı bulup
Malını başına atsam

Görünmez kollar boynumda.
Yarin hayali koynumda,
Sıcak bir kurşun beynimde,
Bir ağaç dibinde yatsam.

1933

admin

Birhan Keskin – Kargo

in Şiir

Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun.
Lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok
burada dursun.

Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem
zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!

Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri
eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.

Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim
kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.

Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve
çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.

Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak,
o inat neyse sen osun.

Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa
nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak,
aklında bulunsun.

Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor,
ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.

Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir
okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N’olcak ki,
bırak patronlar seni kovsun!

Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça,
(bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.

Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli. Bitki
çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat
midene dostluk olsun.

Şuraya Youtube’dan müzikler, Bach dinle filan, koydum. Ama
müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.

Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına
yandığım, kırkına birden deva olsun.

(Fakir Kene, 2016)

admin

Gülten Akın – Gülerken Yüzün

in Şiir

Gülerken yüzün
Dem çeken bir güvercinin sesini
İçin için büyüyen çimenleri
Baharda lunaparkı bayram yerini
Ve alışkanlıklar dışında her şeyi

Gülerken yüzün
Aşıyor geçmişin acılarını
Kendini yarına değiştiriyor

Gülerken yüzün
Sanki çarmıhını kırmışsın
Senin ve ardından geleceklerin
Aylası alnına düşmüş gecenin
Oturmuş ağlıyor kendisi

Bunu öyle candan öyle yürekten
Öyle bir tutkuyla istiyorum ki
Aklımda hep öyle kalmalısın

admin

Attila İlhan – Bir, üç ve beş..

in Şiir

desen ki denizin tuzu
çiğ düşmüş kadife donlu patlıcanlar
desen ki kendilerinden karga çığlıklarıyla
kaçanlar
en fakiri en zengini çirkini ve orospusu
seni unutmuş olsun
sen ki üşümüş gökte o yalnız bulutsun
kıskanmadığın cömert bir maviliğin ortasında o
bildiğin yalnızlığın ellerinden tutmuşsun
desen ki unutulmuşsun
denizler kızılca kıyamet akıp geçiyor
zamana karşı geliyorsun
bir üç ve beş leylekler artık gitti
şimdi seni karanlıkta bir liman çekiyor
unutulduğun unutulmadığın bilinmediğin bir
liman
bir üç ve beş derken şişede rom bitti
sen yaşamaya başladığın zaman

üşümüş gökte o yalnız bulut
kendini hiç yerinde hissetmiyeceksin
keyif senin
istersen talihini billur akıntılarla bir tut
ellerini göğsüne kavuştur
doğu batı kuzey güney diyerek
koştur
bir üç ve beş istersen rom kadehleri gibi
nasıl ki unutulmuşsun
devril
ve bitir maceranı

admin

Attila İlhan – Başka Adam

in Şiir

yerinden kaldırmasalar
tedirgin etmeseler
armonikle ezbere polkalar çalan
alsace’lı kör kadını
türkülerin başladığı bittiği yerdeki kız
raspail bulvarı’ndan
yine gelip yine geçsen her akşam
yalnız
tedirgin etmeseler
armonik çalan bir kadını
ışıklar yola çıkınca herhangi bir akşam
beni alıp duvarların arkasına götürmeseler
seni alıp götürmeseler

zuider-zee körfezi’nin mastor bulutları
bir bir hatırında
hep böyle cam yeşili gökler boyar durur
sabahtan akşamlaradek
hollanda’lı bir ressam
orfevre rıhtımı’nda
demek
bir türkünün kıyısından çocuklar geçer
ellerini tertemiz bir yağmurda yıkamış
yalınayak macera gözlü çocuklar geçer
gülmüş gülmüş
ağlamış ağlamış

ben hızlı yıldızları deniz boylarında gördüm
ateşten oyulmuş çizgiler vardı
gözbebeklerinde
yıldız rüzgârları geçtiler
poyraz rüzgârları geçtiler

üşüdüm
büyük büyük üşüdüm
deniz fenerleri
akşamın içinden öksüz bakarlardı
palermo ve calabria sahillerinde
güvertede serseri ve mahzun gemiciler
ve gemicilerin gözbebeklerinde
bilmediğim
görmediğim
duymadığım
bir melankoli vardı
palermo ve calabria sahillerinde
deniz fenerleri
akşamın içinden öksüz bakarlardı
ben örsün kerpetenin şairi
İstanbul limanından marsilya limanına kadar
kurşun döker gibi döktüm
mısra mısra
bütün namuskâr
bütün insancıl şiirleri

bulvarlarda rüzgâr
luxembourg bahçesi’nde rüzgâr
çoluk çocuk son yaprakları savuruyor
şimdi yerin altında
bir başka dünyanın nabzı gibi vuruyor
maden işçilerinin otomatik çekiçleri
ve köstebek yavrusu metrolar
armonik sesi utangaç
uzaktan
kaldırımlarda paris manzaraları
gökyüzünde bir çabuk
bir açık
bir hızlı mavilik

bir hızlı bulutlar
kırmızı kuşlarla süslenmiş yün eldivenlerin
gökyüzü kaldırımlarken ve paris şehri
sen ve paris şehri sevgilim
ve her biri bir başka türlü çığrışan
yol-cu-luk-lar

ubangi-
şari’-
de
el değmemiş yıldızların altındaki
şehirsiz ve radyosuz dört duvarın
el değmemiş namuslu gözlerinde
ve yabani sarmaşıkları
misli görülmemiş hayranlıklar içinde
yabani yabani aydınlatan
beş alevlik ateşimiz
sonra bir adam
uğultulu ormanı
küstah çakal seslerini
ve bizzat çakalları
omuzlarına almış
yağlı simsiyah bir adam
yağlı ve kıvırcık
simsiyah sakalları

ben adam
başka adam
yürük adam
yıkmış sokaklara boylu boyunca gençliğini
ümitlerini güvercinler gibi uçurmuş
binlerce defa kaybetmiş ümitlerini
gemilerin kayboldukları yerde kaybetmiş
hain şiirlerde hain türkülerde kaybetmiş
binlerce defa yeniden bulmuş
ümitlerini
sonra fecir çığlıklarının saçlarından tutmuş
deniz gider o gider
bulut gider o gider

ben adam
başka adam
yürük adam

admin

Orhan Veli – Yokuş

in Şiir

Öteki dünyada, akşam vakitleri,
Fabrikamızın paydos saatinde
Bizi evlerimize götürecek olan yol
Böyle yokuş değilse eğer
Ölüm hiç de fena bir şey değil.

(Ağustos 1937/Varlık,15.9.1937)

admin

Cahit Zarifoğlu – Sen Kuş Olur Gidersin Bir Trenle

in Şiir

Uzun bir geçmişimiz var
Hiç yorulmadan
En azından bir kere eğlenceli beşik

ha biz varız
ha biz maskeli balo
Saygıya durup üstün bir gecede
Bir sır payı katlayıp
sade bir kahveden
Keyifsiz bir detayın hükmüyle
ha biz yokuz
ha biz seferde

Ya bu kez ölenleri görmeliysek
Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle

Parka dolalım
Park bizi alır önce
Seyrimizden bir sabah kazanır
Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şoförle
Sayısız rampaya katlanır
ya güneşten daha zengin sofraya diz çökeriz
ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle

Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır.

admin

Konstantinos Kavafis – Şehir

in Şiir

‘Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim’, dedin
‘bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.’

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.

admin

Metin Altıok – Hançerin Sapı

in Şiir

Haksızlık etme
Diyorum kendime;
Onurlandırıldın da,
Kınandın da sen.
Kendini kül dolu
Bir küpe gömdün.
Tersyüz ettin
Sevgini eskidikçe.

Güzel günler yaşadın.
Çiçeklerin oldu,
Bir evin örneğin;
Güneş gören,
Dağlara dönük balkonu.
İşte bu yüzden
Ağlarım ben
Kestaneler çatlarken.

Sabahın buğusu
Gözlerimi yaşartıyor,
Boynuma dolanıyor
Akşam zinciri.
Dağlardır beni avutan.
Söyleyin bana
Gözünüzü kırpmadan;
Sizce dönek midir zaman?

Eşkıyalar dağları
Anlayamazlar.
Çünkü suçtur onları
Dağlara çıkartan.
Darasıdır suç oysa
Yaşadığımız dünyanın.
Dağlar sizi
Pekmez ile kararım.

‘Öyle yaralıyım ki;
Ölmem ben artık.’
Ölmem ya kanarım,
Kanarım seve seve.
Haksızlık etmem
Suya ekmeğe
Hiç bir anahtar
Dönmese de kilidimde.

Bekliyorum kaç zamandır;
Uykusuzum, sabırsızım.
Başımı acıtıyor
Geceleri yastığım.
Dilim kurumuş
Bir su yatağı,
Katı sözcüklerle
Dolu tozlu ağzım.

Bakıyorum eski
Fotoğraflara.
Hafız Burhan dinliyorum
Taş plaklardan.
Bir pencere çarpıyor
Viran yüreğimde,
Sıvalar dökülüyor
Pervazından.

Dörtnal giden
Ürkek bir attan
Düşüyorum de sanki,
Takılı kalıyor
Ayağım üzengiye.
Sürükleniyorum
Sırtüstü
Çalılar, dikenler içinde.

Mevsim kışa dönüyor,
Hızar sesleri geliyor
Dört bir yandan.
Odun taşıyor
Yorgun kamyonlar.
Kuşlar da gitti.
Çiçekler gelecek bahara
Tohum saçıyor.

Ey benim umudumu
Bölük bölük
Eden hızarlar,
Bu yıl da
Kalıcıyım burda
Verilmiş sözüm var.
Bensiz yapamaz
Lapa olur pirinç kar.

Elimden tutmuş
Sevecen gençliğim,
Buzdan bir yolda
Düşe kalka
Yürümeyi öğretiyor
Yeniden bana.
Geçmiş deyince
Sen geliyorsun aklıma.

Sahi sen yaşadın mı;
Var mıydın acaba?
Yaşadık mı seninle
Aynı zaman parçasında?
Ama ellerin aklımda.
İri gözlerin,
Sıcaklığın geceler boyu
Ve aklığın aklımda.

Senin ağzın tarçın kokardı,
Benimki karanfil.
Birbirine karışırdı
Soluklarımız.
Tek başınayız şimdi ikimiz.
Bende karanfil,
Sende tarçın kokusu
Yapayalnız, kimsesiz.

Ben seni yalansız
Bahar gibi sevdim.
Sevgi adınaydı
Milis beraberliğimiz.
Sabahtan akşama
Günü tarar örerdik
Ve kedileri
İkimizde çok severdik.

İkimiz de yıldız düşkünü;
Bakmaya doyamazdık
Gökyüzüne.
Koynunda terli ferman
Bir atlı geçerdi
Samanyolundan,
Kimsenin göremediği
Kibrit çakımı bir an.

Hiç unutmam;
Adına sikke bastırırdı
Aşk o zaman.
Yani ay doğardı
Tepelerin ardından.
Güzel günlerimiz oldu,
Gecelerimiz
İpek ve kılabtan.

Omuzunda uzun saplı
Eğri tırpan
Ot biçmeye gidiyor
Avurtları çökük
Bir gölge adam.
Karalar giyinmiş,
Ölüm simgesi gibi
Geçiyor sokaktan.

Kulaklarım uğulduyor,
Yapılar eğiliyor,
Çinko damlar
Daraltıyor gökyüzünü
Alaca bir bulut
Geliyor üstüme
Yuvarlana yuvarlana
Kurşundan bir köpekle.

Haksızlık etme
Diyorum kendime.
Kılavuzun oldu rüzgar,
Su gibi dostun.
Eğer dumanlıysa
Kavruk dağlar;
Bil ki gülün ahı,
Hançerin sapı var.

Ey benim umudumu
Bölük bölük
Eden hızarlar,
Oluklu hançer,
Güle narh koyanlar;
Şahmaranın başı için
Payınıza düşen ne?
Bir gün sorarlar.

admin

Süleyman Çobanoğlu – Benden Sonra Bir Daha

in Şiir

Sarıköy’e de uğra on bir kabri komagıl
Benden sonra bir daha turnaları bırakma
Atın sor hatırını köpük köpük alnını
Yörende bir oğlancık pes gönlünü farıtma

Benden sonra bir daha suya girme tedbirsiz
Bulut kızdı mı bakma itimad etme kuma
Çöküp de bir cigara yakarkenki o ışık
Tanık olsun – bir tanık lazımdır olduğuma

Yoksa kimler bilecek burda böyle bir adam
Yüzü yüzlerden kesik kalbi sazlardan kesik
Benden sonra bir daha Allah’a boyun uzat
Enir aluban tabiat okusun türlü betik

Dünyaya aldırmayan gözlerin ışıl ışıl
Karanuluk içinde ateş yakmış çobanlar
Benden sonra bir daha usul ağla ağlarsan
Yağmura hörmetinden ağladığın zamanlar

Seni sevip çekildim dedim dünya bu kadar
Kar örttü ovaları ne gölge var ne de iz
Benden sonra bir daha gözetleme afaki
Yabancıyız nihayet ekmeğe etmek deriz.

admin

Attila İlhan – Belma Sebil

in Şiir

Seni ben Kallâvi sokağı’nda gördüm
Sen beni görmedin görmedin
Kapıları çaldım adını sordum
Söylemediler öğrenemedim
Seni ben Kallâvi Sokağı’nda gördüm
Bir daha görmedim bilmedim
Belma Sebil adını yakıştırdım
Aklıma geldikçe her sefer
Gözlerinin mavisini bitirdim
Saçlarının siyahına başladım

Kallâvi Sokağı’nda güvercinler
Benim karanlık İstanbul’um
Bir esnaf kahvesine oturdum
Belma sebil ya geçti ya geçer
Rüzgârını içime doldururum
Kallâvi Sokağı’nda güvercinler
Bunca yıl sönmemiş umudum
Nisan değilse mayıs
Perşembe değilse pazar
Ben belma Sebil’i bulurum

admin

Turgut Uyar – Gecelerde

in Şiir

Sabahı dağlarda gördüm göreli,
Ürkerim akşam ezanlarından.
Ne şarap, ne sevda, ne yâr adı
Daha tatlı kelime yok, “yarın”dan.

Ağlamak, sızlamak kaç para eder
Bir şarkı söylenir, bir şarkı biter.
Ömür dedikleri gitti gider
Bir avuç su gibi parmaklarından.

Ne gülü, bülbülü gülşeni -hasın,
Elâlem varsın korkakmış desin.
İstemem istemem gece olmasın
İşim daha güzel, rüyalarımdan…

admin

Kemal Özer – Görüşmeci

in Şiir

Bakıyorum onların yüzüne,
ölümden önceki bir pazartesi;
ne coşkuyu geri çeviren yılgınlık, ne zamanı kollayan ürperti,
çizmişler kavgayı yüreklerine.

Gökte güvercinlerin bıraktığı
kanat seslerinden daha kıvrak,
daha yoğun, görkemli düşüncelerden, verilen yargıdan daha güçlü
bir umutla işlemişler yarını.
Aşmışlar dalgalarını işkence denizinin, durgun gözlerinde iki su kabarcığı; acılardan geçmişler, bunca sınavdan.

Öyle bir kıyıya varmış ki artık
ölüm elde edemez inançlarını.
Bakıyorum onların yüzüne,
ne yenilmiş, ne eylem yorgunu,
yeşerttiği incecik tohumlar ülkemin; incecik bir güneşle, ama direnç dolu, kabukları arasından gelecek günlerin.

admin

Nazım Hikmet – Talihsiz Yusuf’un Gemisiyle Barselon’a Seyahat

in Şiir

ı.
YUSUF’UN HİKAYESi

Kısacık bir hikayedir
Yusuf’un hikayesi
fazla durmağa gelmez üzerinde.

Bir dalyan gözcüsüydü Yusuf
Akdeniz limanlarından birinde.
Saatlar bu limanda
çamurlu, çıplak adımlarla yürürdü.
Çarşıda renkli yemişler çürürdü.
Deniz kıyısında çocuklar
iri balık leşlerini sürürdü.

Ve dalyanda Yusuf
göğsünü verip tuzlu, ıslak rüzgara
direğin tepesinden tükürürdü
suda karpuz kabukları gibi
dizilen kayıklara.

İlkönce o görürdü
suyun altında balıkların
turna kuşları gibi
sürüyle gelişini.

Sevinçsiz ve kedersiz
yapıyordu işini.
Bilmiyordu hünerini düşünmek denen şeyin.
Ne memnundu, ne pişmandı dünyaya geldiğine.

Fakat bir gün yine
saatlar yürürken,
yemişler çürürken
ve çocuklar balık leşlerini sürürken
dalyanda yılan derili uskumrular
ağlara vakitsiz girdiler.
Bunda Yusuf’un günahı yoktu ama
onu direğinden indirdiler.
Suda karpuz kabuğu gibi yüzen kayıklada
turna kuşları gibi gelen balıklardan
ayrı düşünce Yusuf
Koskoca dünyada bir istavrit gibi aç kaldı.
Bir sabah bir kayık çaldı,
yakalandı o gece.
Ve böylece
kızmayarak, üzülmeyerek
belki de farkında olmadan pek
demirlerin dışından
demirlerin içine geçti.
İçerde esrar içti,
barbut oynadı gardiyana haraç vermeden.
Yedi yerden bıçak yedi bir gece
devrilmedi fakat
kısım ağasını yere sermeden.
İçerde bir orman hayvanı gibi cesur
kurnaz
korkak
doldurdu günlerini
farkında olmayarak.

Ve biz ki şimdi dışardayız,
denizdeyiz,
rüzgardayız,
yelkenlerin altında Yusuf
iki büklüm
diz üstü oturuyor.
Esmer, kalın bir kadın sesi gibi rüzgar
ne bir çocuk sevincine
ne kederli ihtiraslara çağırıyor onu.
Ve dalgalar
geçiyor gözlerinden onun
bir damla ışık bırakmayarak.
O ömründe ilk defa olduğu yerden uzak,
o, ömründe ilk defa düşünmeğe çalışıyor.

(Haber Akşam Postası, 1.7.1937)

2.
YOLCULUK

Çizmiş Talihsiz Yusuf
gemisini
mahpusane çeşmesinin taşına.

Çeşmeden
su içen
bir mahpus
bakıyor:
duvarsız denizler aşan geminin
kemani başına.

Çeşmenin yanında
bembeyaz
bir ağaç
bir erik ağacı.

Talihsiz Yusuf
bir yelken daha aç,
yaklaştır biraz daha gittiğin yeri.
Ve bir dal
koparıp
erik ağacından
koy ki gemine
gelsin dümen suyunca mahpusane güvercinleri .

Talihsiz Yusuf,
beni de
yolcu al
gemine!
Yüküm ağır değil:
bir kitap
bir resim
bir defter.

Gidelim
kardeşim
gidelim;
dünya dolaşmağa değer!

Kumkale iskelede,
sancakta Hellas Feneri.
Bir balıkçı türküsüdür ağzında yelkenlerimizin
Adalar denizi meltemleri.

Limanlara uğruyoruz birer birer.
Sevinçli, sonsuz bir hayat olan denizler
limanlarda bitiyor .

Dünya limanlarının çoğunda bugün
ölmek kolay, Yusuf,
yaşamak zor !.

Sicilya önlerindeyiz.
Geçiyor yelkenlerimizin yanından
bir açık-deniz vapuru
o, pırıl pırıl, kat kat, koskocaman,
o, yıldızların arasından suya düşmüş

Biz, seninle, Yusuf,
başımızı kaldırıp ona bakıyoruz
ve o, gözden kaybolana kadar
cıgara üstüne cıgara yakıyoruz.

Adriyatik.
Bir balıkçı gemisine rampa ettik,
haber sorduk İtalya’dan.
bir dünya gibi.

Çeşit çeşit ayırırken güvertede kımıldanan balıkları,
Ankonalı bir ihtiyar:
«- İtalya bildiğin gibi,
kaçak Negüs ve muzaffer Duçe bahtiyar !»
dedi.

Ankonalı balıkçının hakkı var .
Geçebildi altın defne dalı
muhteşem palavraya
ve Negüs
banyosuz bir saraydan çıkıp
girdi banyolu bir saraya.

[1937, 14 Nisan / Yedi Gün, 5.5.1937]

3.
DENİZDEKi ŞİŞE

Ölü bir lodos vardı;
suyun üstünde dalgalar
tembel, ağır balıklar gibi yuvarlanıyorlardı.
Yuvarlanıyorlardı dilsiz, sağır;
yuvarlanıyorlardı hiçbir yere çarpmadan,
yenilmeden hiçbir şeye,
hiçbir şeyi yenmeden,
çatlayıp köpüklenmeden;
yuvarlanıyorlardı sonsuz
sonsuz bir can sıkıntısı halinde.

Bu kahrolası dalgaların elinde,
Tunus’un şarkında, Malta’nın şimalinde
tahta bir tabut gibi yüzüyordu teknemiz.
Direklerde, iplerde, kaplamalarda gıcırtılar,
bir ölü duası gibi rüyasız bir sayıklama.
Ve tane tane, bir bir
ömrün kısalığına, ihtiyarlığa, beylik, adi kederlere dair
korkunç kötü şeyler gelirken aklıma
birdenbire suyun üstünde gördüm onu.
Bir şişe.
Tek başına, yapayalnız.
Küçücük boynu uzanmış güneşe,
topraktan ve insandan uzak
yüzüyordu suyun üstünde batıp çıkarak.
Ve bu sonsuz
ve bu ölü suların
ağır ağır kımıldanan yığını
çoğaltıyor
büyültüyor
dayanılmaz bir hale getiriyordu
onun dehşetli yalnızlığını.

Yusuf geçti dümene
yanaştık ona.
Ve uyandırır gibi bir çocuğu korkulu bir uykudan
onu çekip aldık sudan.
Soğuk, ıslak ve karanlıktı.
İçinden bir kağıt çıktı .
Okudum :

«Dayanamadık artık!
«1823 senesi 16 Eylülünde,
«Septe Boğazı önünde,
«Gömleğimizi grandi gabya çubuğuna,
süvariyi mizana direğine astık.
«Fakat gitgide daraltarak denizi
«Yelkenler kovalıyor peşimizi.
«Kardeşler!
«Bu şişe elinize geçerse eğer,
«Yolumuzu bekliyenlere
«Septe Boğazı’nda batırılan
«Üç direkli İrma fırkateyninden verin haber!”

Yusuf yüzüme baktı
– Geç kaldık, dedi.
tam bir asır.
-Hayır geç kalmadık, dedim,
Barselon’a gidiyoruz.

[Mayıs 1937/Her Ay, 20.5. 1937]

4.
KARANLl KTA KAR YAĞIYOR

Ne maveradan ses duymak,
ne satırların nescine koymak o «anlaşılmayan şeyi»,
ne bir kuyumcu merakıyla işlemek kafiyeyi,
ne güzel laf, ne derin kelam . . .
Çok şükür
hepsinin
hepsinin üstündeyim bu akşam.
Bu akşam
bir sokak şarkıcısıyım hünersiz bir sesim var;
sana,
senin işitemiyeceğin bir şarkıyı söyleyen bir ses.
Karanlıkta kar yağıyor,
sen Madrit kapısındasın.
Karşında en güzel şeylerimizi
ümidi, hasreti, hürriyeti
ve çocukları öldüren bir ordu.

Kar yağıyor.
Ve belki bu akşam
ıslak ayakların üşüyordur.
Kar yağıyor
ve ben şimdi düşünürken seni
şurana bir kurşun saplanabilir
ve artık bir daha
ne kar, ne rüzgar, ne gece . . .

Kar yağıyor
ve sen böyle «No pasaran»
deyip
Madrit kapısına dikilmeden önce
herhalde vardın.
Kimdin, nerden geldin, ne yapardın ?
Ne bileyim,
mesela:
Astorya kömür ocaklarından gelmiş olabilirsin.
Belki alnında kanlı bir sargı vardır ki
kuzeyde aldığın yarayı saklamaktadır.
Ve belki varoşlarda son kurşunu atan sendin
«Yunkers» motorları yakarken Bilbao’yu.
Veyahut herhangi bir
Konte Fernando Valaskeros de Kortoba’nın çiftliğinde ırgatlık
etmişindir.
Belki «Plasa da Sol»da küçük bir dükkanın vardı,
renkli İspanyol yemişleri satardın.
Belki hiçbir hünerin yoktu, belki gayet güzeldi sesin.
Belki felsefe talebesi, belki hukuk fakültesindensin
ve parçalandı üniversite mahallesinde
bir İtalyan tankının tekerlekleri altında kitapların.
Belki dinsizsin,
belki boynunda bir sicim, bir küçük haç.
Kimsin, adın ne, tevellüdün kaç?
Yüzünü hiç görmedim ve görmeyeceğim.
Bilmiyorum
belki yüzün hatırlatır
Sibirya’da Kolçak’ı yenenleri ;
belki yüzünün bir tarafı biraz
bizim Dumlupınar’da yatana benziyordur
ve belki bir parça hatırlatıyorsun Robespiyer’i.

Yüzünü hiç görmedim ve görmeyeceğim,
adımı duymadın ve hiç duymayacaksın.
Aramızda denizler, dağlar,
benim kahrolası aczim
ve «Ademi Müdahale Komitesi» var.
Ben ne senin yanına gelebilir,
ne sana bir kasa kurşun,
bir sandık taze yumurta,
bir çift yün çorap gönderebilirim.
Halbuki biliyorum,
bu soğuk karlı havalarda
iki çıplak çocuk gibi üşümektedir
Madrit kapısını bekleyen ıslak ayakların.
Biliyorum,
ne kadar büyük, ne kadar güzel şey varsa,
insanoğulları daha ne kadar büyük
ne kadar güzel şey yaratacaklarsa,
yani o korkunç hasreti, daüssılası içimin
güzel gözlerindedir,
Madrit kapısındaki nöbetçimin.
Ve ben ne yarın, ne dün, ne bu akşam
onu sevmekten başka bir şey yapamam.

[25.12.1 93 7/Haber Akşam Postası, 1 Ocak 1938]

admin

Cemal Süreya – Sizin Hiç Babanız Öldü mü?

in Şiir

Sizin hiç babanız öldü mü
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı.

1953

admin

Ahmet Telli – Pasaport Kahvesi

in Şiir

Kıyıda, taşın üstünde
oturmuş denize bakıyor
Kimse konuşmuyor onunla
ne rüzgâr ne de izmir

Gün bitiyor ve lacivert
sözcükler çekiliyor
susuşların ipek ağıyla

Az ötede pasaport kahvesi
– Gel, bir bardak çay içelim
diyor bütün gün beklenen

Bulut suya değiyor
su zamana
ve yalnız çakıltaşları
değil aşınmakta olan

Batık bir gemi
gibi uzaklaşırken ordan
yakamozlar kalıyor geride
balkıyan acılar gibi

Eskiyen neydi günboyu
yaşanan neydi
hangi bıçağı biledi deniz

Işıklar sönüyor kıyıda
ve burkulan bir yürekle
çekip gidiyor bu kentten

admin

Ahmet Telli – Dağ

in Şiir

Bir dağın tarihi nasıl yazılır
Kurt, kuş ve çakal sesleriyle mi
Yoksa uçurumların uğultusunda
Bir çoban yalnızlığıyla mı
Nasıl yazılır bir dağın tarihi

Çınarların köknarların dilini
Gelip anlatır mı o yaşlı bilge
Serer mi yalnızlığın haritasını
Bir ceylan postu gibi önümüze
Bir dağın tarihi nasıl yazılır

Sevinç ve keder aynı patikada
Geyik sesleri tutmuştur kayalıkları
Eşkiya sessizliği bir yamaçta
Öteki yamaçta ateşböcekleri
Bir dağın tarihi nasıl yazılır

Ozanlar anlatır belki yine de
Dağın ruhunu, soluk alışlarını
Birer aşiretmiş eskiden onlar
Sevda türküleriyle yaşarlarmış
Bir dağın tarihi nasıl yazılır

Gelip yine de efsaneye bağlanır
Ne kadar anlatılsa da yaşanan
Aşklar birer efsanedir şimdi
Dağ dorukları birer efsanedir
Nasıl yazılır bir dağın tarihi

admin

Turgut Uyar – Kantar Köprü’nün Gecesi

in Şiir

Kantar Köprü gecelerde
Ah eder, güzelleşir..
Uzanır ıssızlığına yamaçların
Bir o yana bir bu yana sallanır
Garipliğine yerleşir..

Tezek kokuları gelir uzak köylerden
Bulutlar bir geçer, bir geçmez
Kantar Köprü vefakâr ve çileli
Sürmelim aman,
Dağlar başında eyleşir..

Kantar Köprü’nün gecesi
Başka gecelere benzemez.
Kurak masallar başlar huzursuz yataklardan
Som altun tepsilerde arpa ekmeği,
Göz edip yaylaların sessizliğine
Yalnız yıldızlar uzaklarda titreşir..

Yollar alışır; hasretler kavuşur
Güzelim Kantar Köprü…
Uzun sesler duyulur yanık tarlalardan
Sular susar, alabalıklar konuşur, ben hayran
Morumsu uykulardan, selâm, aleykümselâm
Karanlıklarda ellerimiz birleşir..

admin

Şükrü Erbaş – Baş Dönmesi

in Şiir

Ölümle konuşmaya başlamıştım
Ağaçlar avuçlarımda dünya masalıydı
Çiçekler nasıl da sonsuzdular
Zaman bedenimde tozlanıyordu
Ara sokaklarda bulanık perdeler
Bir eski bahçede sedef düğmeler
Uykulardan kopuyordu yıllardır
Yağmur değil ben çekiliyordum
Yeraltı sularının rahmine
Ey kalabalığın kara yalnızlığı
Yıldızlar taşlarla söyleşiyordu
Sokak köpeklerinden öğreniyordum
Sevgisizliğin açık yarasını
Çakıl taşlarında kış denizleri
Bedende yanıp bedende sönen
Odalar dolusu hayal kandili
Güneş evlerden çok
Mezar taşlarını ısıtıyordu.
Soma siyah bir denizde bir ışık goncası
Bir baş dönmesi kanatlı gamzeler
Dünyayı doğuran bir dünya ürpertisi
Bir tek söz söylemeden
Ağzıyla sabaha çıkardı beni
Üstüm başım kirpik saç topuk dil
Şimdi daha çok konuşuyorum ölümle …

admin

Edip Cansever – Bakır Heykel

in Şiir

Yüzümü suya uzatıyorum su buysa
Giysilerimi unutuyorum birden, çıplaklığımı
Gece yarısı çalınan çalgılar olmasa
Gece dediğim belki hiç olmasa
Ben bir tırnak iziyim kanımın akmadığı
Bir çentik, bir kırık şey., aranızdayım nasılsa.

O zaman neresiydi, hepsi hep karanlıkta
Bir garip ev içiydi, ışıklar kirli
Herkesin ellerinde bir şeyler gizlediği
Alıp okşadığım şimdi çok eski bir olaysa
Yenisini bulmalı — önce hafif bir yelken
Bir bakış, bir serüven, kısa bir hastalık hiç olmazsa.

Ben belki de daha çok dağlarda, su başlarında
Bir uykuydum üşümüş avcılar karışmasa
Kimseler karışmasa, ne ışık, ne parıltı
Gölgesi içe vurmuş bir yaratık olmalı
Söyleyin, bir bakır heykelim ben, çünkü çocuklar korkmasa.

Bana kalırsa bunu
Çocuklara anlatmalı asıl
— Gövdesi var kocaman!
— Sahi mi?
— Gözleri nasıl?

admin

Edip Cansever – Yılkı

in Şiir

Ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
Benim atım her zaman
Kim bilir kime sesleniyorum, sessizlik
Yosunlar, taşlar, o mezar yazıtlarından
Yaz gelmiş, zakkumlar açmış, elimi bile sürmedim
Sürsem bile ne çıkar, ama sürmedim
Ölü bir şey kalıyor dünyadan, yapraklardan.

Ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
Benim atım her zaman.

Page 1 of 36123›»

Site içerisinde ara

@ufukluker'i takip et

RSS Son okuduklarım

  • Gemiler de Ağlarmış
  • Bir Köy Hekimi
  • Açlık Sanatçısı
  • Unutamayan Adam (Amos Decker, #1)
  • Bir Havva Kızı
  • Her Şeye Rağmen Sevgi

Site istatistikleri

  • 1
  • 93
  • 86
  • 7.671.288
  • 3.016.062

Etiketler

E. E. Cummings Edip Cansever Turgut Uyar Fethi Giray Jose Marti Afşar Timuçin Heinz Kahlau A. Hicri İzgören Zafer Ekin Karabay Ümit Yaşar Oğuzcan Cahit Sıtkı Tarancı Kostas Kleanthis Halim Şefik Güzelson Behçet Kemal Çağlar Adnan Yücel Ece Ayhan Cevdet Kudret Kenneth Rexroth Sinan Kukul Conrad Aiken Yi Men İbrahim Karaca Oktay Rifat Neşe Yaşın Mehmed Kemal Suat Derviş Vedat Türkali Cemal Süreya Hasan İzzettin Dinamo Nahit Ulvi Akgün Miguel Hernandez Abdülkadir Bulut Bilgin Adalı Suat Taşer Dido Sotiriou Süleyman Nesip Orhan Kemal Fang Vei Teh Yaşar Miraç Ercüment Behzat Lav Nikola Vaptsarov Paul Eluard Aziz Nesin Ahmet Ada A. Kadir Goethe Jesus Lopez Pacheco Ziya Osman Saba İsmet Özel Cahit Irgat İlhan Berk Sandor Forbath Refik Durbaş İlhami Bekir Tez Kemal Özer Seyhan Erözçelik Turgay Fişekçi Günter Kunert Gülten Akın Arif Damar Asım Bezirci Özge Dirik Liana Daskalova Melih Cevdet Anday Kerim Korcan Kahraman Altun Ömer Bedrettin Uşaklı Erdal Öz İsmail Uyaroğlu Ülkü Tamer Yaşar Nabi Nayır Rıfat Ilgaz Yannis Ritsos Ahmet Erhan Birhan Keskin Metin Altıok Celal Sılay Bertolt Brecht Berin Taşan Altay Öktem Türkan İldeniz Şükran Kurdakul Metin Eloğlu Tove Ditlevsen Kemalettin Kamu Yılmaz Odabaşı Hasan Biber Orhan Veli Kanık Barış Pirhasan Gülseli İnal Salah Birsel Haydar Ergülen Bekir Yıldız Sezai Karakoç Orhan Murat Arıburnu Cevat Şakir Kabaağaçlı Arkadaş Z. Özger Adalet Ağaoğlu Lale Müldür Oruç Aruoba Behçet Necatigil Cengiz Bektaş Ozan Telli Asaf Halet Çelebi Faruk Nafiz Çamlıbel Blas De Otero Eugene Guillevic Sabahattin Kudret Aksal Kutsiye Bozoklar Hasan Hüseyin Korkmazgil Ahmet Muhip Dranas Müştak Erenus Konstantinos Kavafis Ingeborg Bachmann Oğuz Atay Feyzi Halıcı Nazım Hikmet Kemal Burkay Louis Macneice Erdal Alova Talip Apaydın Pablo Neruda Memet Fuat Yaşar Kemal Ahmet Necdet Can Yücel Hasan Basri Alp Behçet Aysan Tevfik El Zeyyad Necati Cumalı Peter Abrahams Özdemir Asaf Cahit Külebi Bejan Matur Mehmet Başaran Attila İlhan Mehmet Yaşin Şükrü Erbaş Ahmed Arif Metin Demirtaş Süleyman Çobanoğlu Ahmet Oktay Yılmaz Güney Federico Garcia Lorca Sandor Petöfi Vyaçeslav Ivanov Nihat Behram Vasko Popa Suat Vardal Enver Gökçe Sait Faik Abasıyanık Cahit Zarifoğlu Özkan Mert Fazıl Hüsnü Dağlarca Akgün Akova Bedri Rahmi Eyüboğlu Sennur Sezer Louise Gareau Des Bois Enis Batur Hilmi Yavuz Sabahattin Ali Fakir Baykurt Vladimir Mayakovsky Murathan Mungan Abdülkadir Budak Yorgo Seferis Vecihi Timuroğlu Adnan Özer Konstantin Simanov Ahmet Telli Özdemir İnce Philippe Soupault Nicolae Dragos Füruğ Ferruhzad Resul Rıza Oktay Taftalı Sun Yu-T'ang Sabri Altınel Gabriel Celaya Ataol Behramoğlu
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Sayfanın başına dön