Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Kişisel
  • Kitaplık
  • Ara
  • Menu Menu

Şunun için etiket arşivi: Nihat Behram

admin

Nihat Behram – Sürgün

in Şiir

Uyandırın anamı
Söyleyin gidiyorum
Yolumu gözlemesin
Dönemem belki geri
Arkadaşlarım duysun
Kardeşim bunu bilsin
Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri
Babama haber salın
Çiçekler onda kalsın
Sulasın günaşırı
Dönemem belki geri
Korulara söyleyin
Dağlara asmalara
Baygın çocukluğumun
Çınladığı kırlara
Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri
Gelsinler anılarım
Uğurlasınlar beni
Sadece sevdiğime
Söylemeyin duymasın
O kadar körpe ki kalbi
Bilmiyor yitirmeyi
Söylemeyin bu akşam
Sevdiğim ağlamasın

admin

Nihat Behram – Anacan Yiğitlemeleri

in Şiir

1.

Canımdan can yolundu
Uğuldar anacanım
Dalı diken bürüdü
Filizim darda benim
Oy çakıl da çakıl kuduz dişleri
Körpe cani parçalamak işleri

Canımdan can duruldu
Sızıldar anacanım
Baharı kan surudu
Çiçeğim harda benim
Oy sinsi de sinsi hain güçleri
Aydınlığa tuzak kurmak işleri

Canımdan can budandı
Çağıldar anacanım
Bir sevdaya adandı
Yiğidim sırda benim
Oy civan da civan umut kuşları
Anaların can can açan düşleri

2.

Gün doğar günüm olur
Solurum dünüm olur
Birisi benim yavrum
Gerisi gülüm olur
Vay kanlı da kanlı cellat elleri
Cellat ellerinde halkın gülleri

Işığı gözde cağır
Sözünü özde cağır
Yüreğin dağ rüzgarı
Acını közde çağır
Vay çatal da çatal yılan dilleri
Yılan dillerinde halkın gülleri

3.

Yavrum benim çağıl çağıl
Sularda ışıldanır
Zulüm ona ölum değil
Bin canda yankılanır
Oy seni de seni yavru ceylanım
Öcünü hıncıma yemin ettiğim

Tomurcuğum güne durmuş
Dal üstünde hızlanır
Düşmanları pusu kurmuş
Kan içinde gizlenir
Oy seni de seni yavru ceylanım
Ölümlerde gülüşüne kurbanım

4.

Can zulüm bağlarında
En güzel cağlarında
Alevlenmiş kuşum benim
Özgürlük dağlarında
Oy seni de seni yavru kartalım
Rüzgarını doruklarda tutanım

Bir yanım uzaklarda
Bir yanım tuzaklarda
Öfkeyle bilendi acım
Dişlenmiş kucaklarda
Oy seni de seni kanlı bağlarım
Günü gelir hesabını sorarım

admin

Nihat Behram – Yaşadıkça

in Şiir

Ah benim aşkla beslediğim sevgilim
kalbimi zorlayan heyecanla sana
savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum

Günler
sazlarla çevrili göl kıyısında
suyun inanılmaz berraklığıyla çalkalanıp geçti
serçeler karla yıkadı tüylerini
taşların oyuklarına doluşan kertenkeleler
düşlerimde zamanla silikleşti
Bazan düşünmek acı veriyor bana
içimde yırtılarak uzaklaşan çayırları

Ah, benim aşkla beslediğim sevgilim
bütün güzel şarkıları sanki ben bestelemişim
üstelik merakla bakıyorum tanıdık her yüze

Çayırları düşün
anamdan emdiğim sütün tadı
yırtarak uzaklaşan çayırları

Artık tek afiş kan kokusu şehrin sokaklarında
gerisi düşmanın kurduğu pusu
kan kokusu diyorsam
ah, benim aşkla beslediğim sevgilim
kalbimi zorlayan heyecanla sana
savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum

admin

Nihat Behram – Yaşadığımız Şehir

in Şiir

İrin dolu bir günü
en geniş caddelerden
böğrümde taşıyıp geldim..
Yazık ki
saranı yok gönlümün
işte yine bu gece..
Ne kadar süslense de
ışıltılarıyla denizin
yine de boğuktur mavileri
gökyüzünde bu şehrin..
Yanıktır, dinleyin, sesim yanıktır
işte yine bu gece;
kırağıda uçuklaşan
daldan dahi yanıktır..
Nasıl da bulanıyor içimde
o tacir gülüşmeler;
öyle ya
noterler müfettişler veznedarlar bonolar
masmavi bir sabaha
kirden başka ne verir?

Bir günü böyle geçtim
iğrenerek bir günü
en geniş caddelerden..
Tam da derdimi yanmak için
huysuzlandığım anda
yazık ki gönlümün yalnızıyım
şurada, dağlara kadar..

Oysa geçerken sokaklardan
düş verip kendi ruhumda
narince gözlediğim
ne kibir, ne ödül gerektiren
sıradan şeylerdi
koşarak aşabilmek için zamanı
rüzgarlı öfkeler tasarlayan
ya da derdini özlemini çektiğim
güzelimi beklerken
kalbimde filizlenen
tasalarla sevinçlerle ilgili
sıradan, insani şeyler..

Yürüyordum
çınlayan duygularla
bomboş fundalıklarda gibi
oysa nasıl da kalabalıktı yollar..
Biraz da gecenin loşluğundan
afyonlanarak
karartıp benliğini
ve karardıkça daralıp
başıboş bir duyguyla
hayatın küskünleri olarak
ve hayattan öylesine habersiz
akıyordu caddeden
sıra sıra insanlar..

Kimisi korkuyordu belli ki
o büyük fırtınadan
kimisi çoktan unutmuştu
ruhunu körelten kiri
kimisi kirle uyuşturulmuş
kimisi duygular alıp satıyor
kimisi sızlanıyor kederden
kimisi gülüyor sinsi sinsi
kimisi soludukça soluyor
kimisi ise
lekeler sıçratarak en uysal yerlerime
sadece susuyordu..

Islaktır, evet, eğilip bakın
kandan ve yaralardan
hem de sırılsıklam ıslaktır
her gün geçtiğimiz sokaklar..
Kurtulabilinir oysa
o kara çukurlardan
hem ince hem sahtekar
bir kadın gibi yaşamaktan
iğrenmeye başlansa..
Yoksa nasıl başkaldırır
bir şehirde çalkanan
sefalete yoksullar?

Geçiyor dalga dalga
gözlerimin önünden
bir günün köpükleri
en hazin görüntüler..

Doludur, dinleyin, sesim nefret doludur
işte yine bu gece.
Azan, bozaran bir sürü polisin arasında
yurdu azad olsun diye çırpınan
hem yorgun hem yaralı
bir gencin bakışlarından
izlediğim bu şehri
küflerin, irinlerin içinde
en geniş caddelerden
böğrümde taşıyıp geldim..
Bulabilmek için o mahşeri rüzgarı
bırak yüreğim bırak
çiselesin bu yağmur
içimde bulanan duygulara..

Bir de sen varsın
bir de sen güzelim, o derin inceliğinle
yazık ki saçlarını
küçücük bir dünyaya oynaş kılan
bir de sen..
Korkuyorsun
oysa korkular
sinsice katlediyor her şeyi..
Artık aşk denince herkes kederden sözediyor..
Ah, bu şehirde kuduran
sadece keder değil,
cançekişen şu deniz
şu isli yakınlıklar
kuşlar ve ışıklar da kudurmaktadır

Manavlar dahi erken topluyor
duvarlardan renkleri;
ses geliyor çünkü uzaktan, dinleyin
duyulan çürümenin sesidir
arbede sesi..
Kimisi kan içinde koşuyor
kırmak için bileğinde zinciri
kimisi karanlık pusulardan dişbiliyor koşana
kimisi hala sessiz, habersiz
ya da sinmiş bir köşeye..

Artık bu şehrin bütün bankalarında
bütün kasaplarında ve bütün gecelerinde
çocuklar kırbaçlanıyor;
artık bu şehirde analar
dizdövüp kan ağlıyor;
sararıyor artık bu şehirde duygular;
güzelim, sığmıyor artık bu şehrin ölçüsüne yüreğim;
bana yalnız hınç veriyor ne duysam
örselenen sevişlerle, ucuzlayan bakışlarla ilgili..
Öyleyse, koşacaksan ellerimi daha sıkı tut
saçlarını ışıldatıp saçlarıma kavuştur;
güzelim, seveceksen eğer unutma:
bağrımda isyankar şarkılar uğuldanır
isyankar şarkılar ve ayrılık
ayrılık ve ırmaklar
ırmaklar ve kuşların o narin uçuşları..

Doludur, dinleyin, sesim acı doludur
işte yine bu gece
en derin özlemlerin bile yazık ki
kusarak dolaşılan sokakları var çünkü..
Adan yüreğim adan
hayatı anlamanın yolunda
burkuluşlar ağlayışlar da olsa
güzelliğin uğruna
daha çok adan..
Yoksa nasıl sıyrılabilir
bu şehir, kirden ve yaralardan?
Adan yüreğim adan
yaşamanın sevinci heder olmasın sakın..

Bir şehir ki zehirdir incecik gülüşlerin
bir şehir ki çevrilmiş sokakları süngülerle zırhlarla
bir şehir ki her sabah vurguna hazırlanır
bir şehir ki
pelte pelte çocuklar dökülür sinemalardan
tokatlanıp genç kızlar alınıp götürülür
bir şehir ki yollarında aç insanlar sürünür
solgunlaşır bakışlar, sabahlar kabalaşır
bir şehir ki aşk denince sadece acılar paylaşılır
öyleyse:
dayan yüreğim dayan
gerekirse katlanır geçeriz güzelin hasretinden;
davran yüreğim davran
kurmak için yeniden
günü gelir yıkarız bu şehri temelinden

admin

Nihat Behram – Yalnız Değiller Şarkıları ve Biz Varız

in Şiir

Saydam ve ıslak ölüm
eğer boyunlarına geçirilen ilmikten
gökten bir fırtınayı koparır gibi
koparacaksa ciğerlerini
nefesimi onlara vereceğim
kalbimdeki yaşayan tıpırtıyı
gözlerimi onlara vereceğim
oyarak kirpiklerimle dünyada
acıya ve öfkeye dair bütün görüntüleri

Urgan
demir yollarında
fabrikalarda
gün boyunca çığlığın dinmediği
şehrin uzak semtlerine doluşan işçilerin
pamuk seline yaprak yaprak dökülen
tütünde
zeytinde
çam denizinde ormanların
ve verimsiz düzlüklerinde kurak toprağın
açlığın can çekişini
tırnakla
terle
susturmaya çalışan yoksul köylerin
gözlerinde parlamaya başlayan
umut için düğümlendi

Saydam ve ıslak ölüm
eğer boyunlarına geçirilen düğümden
dökecekse körlerin alfabesini
yumruğumu onlara vereceğim
yaşayan yumruğumu
ağzımı onlara vereceğim
yeryüzünün bütün mert ölüleri için
toplayarak kanlı kelimeleri

admin

Nihat Behram – Ölülerimiz

in Şiir

Her sabah
her sabah
o kusursuz acının kollarında
o kusursuz acının kollarında öpüştüğüm gökyüzü
artık
çırpınan yüreğimi yatıştırmıyor. Ve onun
koparıp dizginlerini
uçarcasına boylu boyunca
sakınmasız çarpışı
heyecanlandırıyor beni.
Bir serçe kümesinin konması karşıki dala
belki hiçbir şeydir,
ama sevgilimin mektubunda bir kuş resmi
beni coşkulandırabilir.
Milyarla yıldız arasında tanırım onu
çünkü seyredince güzelleşir sevginin ışıltısı;
binlerce gözüm var
binlerce şafak halindeyim
anlamak istediğim şeyin karşısında
çünkü anlamak zorundayım;
her sevinç kolayca ele geçmez
insan her acının sahibi değildir;
gökyüzü ve nehirler olmasa toprak da anlaşılmaz
ve hayatın kararı kesin:
son ana kadar onuru koruyanlar yaşayacak
söylenecek son söz kahramanca olmalıdır.

Vurgunum
inceliğinim senin
eyy
yapraklarda bir kuş hafifliğinde sürüp giden titreyiş
vurgunum
bir nehri besleyen suların uyumuna,
taşlara hırsla vuruşuna dalganın.

Ölüm seni yanıltmasın…
Nasıl ki yığılır yüzüne gecenin karanlığı
gözlerinle bir başına kalırsın
ölüm öylesine gözuçlarında
savun, kavuştur yüreğini
minicik bir çiçeğin bile kökleri
yaşamak hırsıyla uykusuzdur.

Ölülerimiz…
İşte Stevan Flipoviç.
Bir kahraman.
Faşistler sarmış çevresini.
Sehpada.
Boynunda ip.

Ve o son nefesiyle dalayıp ciğerini
bir bıçak gibi vuruyor kelimeleri dişleri arasından
haykırıyor: “Kahrolsun faşizm; Yaşasın mücadelemiz…”

Steven Flipoviç
onurun bekçisi
direnmenin.

Ölüm seni yanıltmasın…
Bir bir düşün yaşayanları
alnını korkusuzca kaldır
kimin yanındasın
yerin neresi
ve senin en çaresiz anında
tek silahın nedir?

Ölüm seni yanıltmasın…
Usanma hayata yaraşan sesi aramaktan
her kuşun palazlandığı bir yuva vardır,
her dal güneşin ve rüzgarın avuçlarında
kendi hevesince boyanır;
çünkü yaşaması gerekiyor bir şeylerin
bir şeylerin bir şeylerin: senin olan

Bak: kollarını bağlıyorlar;
son defa bakıyor dünyaya Nguyen Van Troi
Birazdan göğsünü parçalayacaklar.
Ama kan onu geriletmiyor.
Başlıyor şarkısına:
“Yaşasın Ho Chi Minh: Yaşasın Vietnam…”

Damarlarım damarlarına bağlı yaralarından
çünkü öldürülmek istenen benim de sevincimdir
Nguyen onun siperi…
Bir buğday tanesi midir
aynı titreyişle
toprağa düşer düşmez kıpırdayan
o şarkı… bir buğday tanesi mi?

Ölülerimiz…
Sesleri dünyamız kadar bilge.
Birazdan kalkacaklarmış gibi
uzanıp bir sipere
koyulaşan…
Ölülerimiz…
Bakışları
uçmaya hazırlanan bir kartal kadar çevik,
vurgunum
gizleyemem.

Sen bağrımı amansızca zorlayan siyahlık
unutma
öldürmekten daha kuvvetlidir ölebilmek.

admin

Nihat Behram – İstanbul Seni Seçmeyecek

in Şiir

Birtakım karanlık adamlar şimdi
duvarları senin adınla karalıyor,
bu bana küfrü ve zincirleri anımsatıyor;
kanlı kağıtlar halindeki gazetelerde
delik deşik edilmiş arkadaşların
yüzümüze çarpar gibi çıkan resimlerini;
hücreleri anımsatıyor bu bana,
ellerimizin nasıl çiğnendiğini.

Bütün tepelerinde bu şehrin,bütün çukurlarında
tenekelerle çatılmış binlerce evden
geceler bir iskelet gölgesi gibi geçerken
ve daha öğrenmeden çocuklar isimlerini
vahşetle göz göze bakışırken
ve tehdit ve tehdit ve tehdit
kırbaçlarken
en delikanlı atılışlarını gençliğimizin
ve yasakken grev, arkadaşlık yasakken
sen bu şehirde
kanla yatışan bir sinirle gezindin.

Bu şehir seni seçmeyecek
çünkü bu şehirde sana
örümcekler ve akrepler arasında
kopan kolları ve parçalanan bacağıyla
mahzenlere tıkılan bir insandan
her gece kan getirildi.

İstanbul seni seçmeyecek
bu söz çırpınarak içimde
elektrikle sarsılan kalbimden yükseliyor,
hançer gibi sıyrılıyor kırılan dişlerimden.

Bu şehir seni seçmeyecek
çünkü ihanet bir şehre zehir verir
çünkü senin varlığın bu şehri karartıyor
bağrında bir yara gibi taşıyarak öğrendi bunu
bu şehir.

admin

Nihat Behram – Az Eylemiş

in Şiir

Gökyüzüne ağız verip gecesini gün eylemiş
Ya neylesin gün görmeyen ya neylesin
Daraldıkça yüreğini zor eylemiş
Zaman olmuş hırçınlığı huy eylemiş
Ya neylesin durgun suda çağıltısız ya neylesin

Yorulanlar dili bülbül kini sümbül eylemiş
Yaş eylemiş şaş eylemiş düzenbazı baş eylemiş
Direnenler yılı yıla derdi derde taş eylemiş
Uykuları kuş eylemiş özgürlüğü düş eylemiş
Zaman olmuş sızıları usul usul boş eylemiş
Acıları aş eylemiş bir dilimi beş eylemiş
Yorulanlar salya sümük yalanmayı iş eylemiş
Direnenler dağı taşı ses eylemiş
Yaraları yürek yürek eş eylemiş
Yorulanı yorgunluğu leş eylemiş korkusuyla hoş eylemiş
Direnenin nicesini kara toprak oğul oğul göz eylemiş
Baharını güz eylemiş sevdasını köz eylemiş

Boyun büküp eğilenler yalanı yal dolanı yol eylemiş
Zulüm ile düğün dernek bar eylemiş
Direnenler günü güne diken diken sar eylemiş
Karanlığı dal eylemiş tomur tomur nar eylemiş
Gençliğini dar eylemiş hücreleri kan eylemiş
Duvar duvar yaz eylemiş zincirleri saz eylemiş
Söz eylemiş karda kışta nakış nakış söz eylemiş
Yüreğini söz eylemiş yiğit olan yüreğini söz eylemiş
Ya neylesin zulüm sana sabrı taşan ya neylesin
Dövüşmeyi yar eylemiş az eylemiş

admin

Nihat Behram – Haykır Acını Ey Halk

in Şiir

Haykır acını ey halk, başeğme haykır..!
Bir yol kavşağındasın ve ancak
yaraların haykırışlarla onarılır…

Bir yol kavşağındasın ve senin
değişmek için çırpınıyor kaderin.
Kuşan alnında biriken o kara teri,
sırtında şakırdayan kırbacı kopar
soluk al, ışıldat o mazlum yüreğini;
bak, korlaştı acıların, kozalandı
ey halk, parçala şu nankör suskunluğu
başkaldır artık…

Sevginin ve öfkenin uğultusunu
bağrına vura vura taşırken sana
karşılık gözetmiyor o gencecik insanlar;
ne barbarın tehdidi
ne dişleri kıran elektrik
dalga dalga yayılan o rüzgarı durdurabilir..
Bu direniş senin için ey halk;
bu çığlık, senin kollarınla
yıkılsın şu köhne dünya
ve coşkuyla yeniden kurulsun diye
çınlatıyor hayatı..

Bir yol kavşağındasın, fakat
mutlaka değişecek kaderin.
Bunu bekliyor ıslak çukurlarda
üşüyen şu yoksul çocuk,
bunu bekliyor gözevleri kurutulmuş analar,
bunu bekliyor zincirin oyduğu bilek,
bunu bekliyor açlık, kuraklık,
ılık ılık akan kan;
bunun için en genç yerimizi
ölümle tanıştırdık…
Kuşan kendini artık,
biraz da
gövdeni yüreğinle kırbaçla;
ey halk, haykır acını
bu kara dumanı dağıt…

admin

Nihat Behram – Yine De Gülümseyerek

in Şiir

Ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız
yıldırımlarla ağmış,
ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış
kaburgamız,
dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir
uçurumlar,
yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin
yaşından
incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği;
şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş,
sesimizde sendeleyen bir keder,
uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin.

Ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet
çiçek için,
neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için,
yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın
yürek için;
şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik,
yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz,
kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin
zehrini;
ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın
iksiri.
Ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş,
ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp,
şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar yırtmışız,
şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kaçacak
kadar delik
üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten,
bakışımız lekesiz.

Ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften,
ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz, huyumuz
değişmemiş,
hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür;
şimdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız,
ıssızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış,
kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar
inildesek açlıktan;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından.

Ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz.
ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden vermişiz,
bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden;
şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,
nicesi elsıkışların sahtekar çıkmış.

– Bizi eşkiyalar soymamış abi
muhabbet yıkmış!

admin

Nihat Behram – Ellerin Avucumda İki Ateş Damlası

in Şiir

Çiçeğinde yeni yeni kamaşan zerdalisi ömrümün,
gülüşümde çekirdeği sertleşmemiş ilk çağlam,
kızım benim, nazım benim,
gurbetelde sazım benim,
yalazlanmış can tanem,
körpe dalım bir tanem..
Sisini gözlerimin, içimdeki dumanı
seziverdin de sanki
acılandın uykunda,
sızlandın huysuzlandın..
Dudakların kurumuş, ter içindesin yavrum!
Kolsuz kanatsız kalmış
geceden beri başucundayım..
Çırpınarak anlamını arayan binlerce sözcük
kabukları koparılmış yaralar gibi
uğulduyor beynimde..
itiraf etmeliyim ki yavrum
çekip gitse de bir bir
ekmeğe, özgürlüğe, insanlık ve hayata dair
içimi dişleyen düşünceler,
senin bir gülücüğün şimdi
yaşamam için bana yeter.
Geceden beri başucundayım..
İşte, sabaha dayandı gün!
Aşsız, işsiz, kuruşsuz
bir ıssız bayırdayım.
Bebeğim, canımın kıvırcığı,
boranda fırtınada sürgün vermiş tomurcuk,
üzüm tanem, nar tanem,
acar yanım, bir tanem..
Kim kime, dum duma bir tufandayız;
günlerin ağzında kara bir gül
dikenleri tenimize dayanmış;
ürkütülmüş, sarılmış, acıyla sınanmışız..
İnim inim uykunda nasıl da yalnız
yanıyor yüzün yavrum,
yüreciğin kaşlarında tütüyor,
ellerin avcumda iki ateş damlası,
tutuşmuş rüyaların, sesin duyulmaz,
kendi kollarımızdan başka
saranımız yok bizim..
Yazım benim, güzüm benim,
yemin olmuş sözüm benim;
sana kuş bulmalıyım
sana düş bulmalıyım
gidip iş bulmalıyım..
Koynunda çırpınırken böyle çaresiz
kahrınla tanıştırdın bizi ey hayat
zehrinle tanıştırdın;
alışılmaz bildiğimiz nefrete alıştırdın!
Onurumuz:
senin için sakladığım tek servetim bu yavrum;
süt olmaz, aş olmaz, iş olmaz onurumuz..
sızım benim, gizim benim,
gurbetelde izim benim;
ateş almış taş altında kalmışız,
gün olur hesabını sorarız elbet.

admin

Nihat Behram – Doğadan İstek

in Şiir

Beni geçmişin dehşetiyle besle
beni geleceğin özsuyuyla

Küpeler tak kulaklarıma kirazlardan
mendilimi fesleğenlerle yıka.

Bana çılgın bir gürleyiş bellet
yankısıyla kapan üstüme geceleri.

Benimle rüzgarları tanıştır
gözlerimi boralara düğümle.

Beni kankardeşi bilsin gözyaşların
beni umudunla büyüle.

Bana ıssız gecelerden yıldız kaymaları sun
beni ucu kıl birbirine sürtünen çakmak taşlarının.

Koynuma başakları yıkayan yağmurunla yağ
kasıklarımı zeytin yapraklarıyla yenile.

Ben seni esir alayım şiirlerle
Sen beni kul bil kendine…

admin

Nihat Behram – Yanan Aşk Ağıdı

in Şiir

içlenir yine gece
sarsılıp solarak usul usul
içlenir yine gece,
kaçarken acılardan
yeni acılara bulanan
acemi yüreciğin sendeler,
içlenir yine gece…

ah, türkülerin dalgını
rüzgarla nasıl da yaralısın…

sanki
en uçarı arısı çiçeklerin
yitirmiş kanadını
kendi balında
titreşip yanıyor için için…

ah, türkülerin dalgını
rüzgarla nasıl da yaralısın…

unut artık
rüyaların o buruksu tadını,
ayışığı donunca yüzünü unutmalısın,
unut ve kendini yeniden tanı
teninde şimşekler ışıldasın
sağnakların sesiyle barışmalısın…

her aşk gibi kaderi
acı olan bir aşkın
ırmağına uğradın
tanıdın yaylalarda çınlayan
köpüğün yankısını,
bu milat sana yeter;
bırak, kararan gecede mavi denizi
dalgın uykular halinde koyulaşsın,
sıyrıl yorgunluğundan
dişlerini öpüşlerin sancısıyla durula
dudakların sabahın yalazıyla kamaşsın.

ah, yine mi bir güvercin
parlamış gönlünün yokuşundan,
yel olup günboyu uzaklaşmış;
sanki
en narin yoncaları dolaşıp
yorgun düşen bir arı
soğumuş kanadına
kendi balında
titreşip
yanıyor için için;
ah, türkülerin dalgını
ne zaman coşkulansan
kırılır ey nazlı dalın,
rüzgarla nasıl da yaralısın…

içlenir yine gece
soğuyup solarak usul usul
içlenir yine gece,
kaçarken acılardan
yeni acılara bulanan
acemi yüreciğin sendeler,
içlenir yine gece…

ah, türkülerin dalgını
rüzgarla nasıl da yaralısın…

admin

Nihat Behram – Yiğit Yüreğin Öfke Kın Olur

in Şiir

bekle yiğit bekle yaran iyileşsin
yaralanmış ceylan kurda yem olur
kök toprakla dal bulutla birleşsin
ölür isen gözyaşlarım sel olur

günü gelir dağlarına dönersin
bekle yiğit bekle yaran iyileşsin

sarın yiğit sarın gücün gürlesin
yiğit yüreğine öfke kın olur
doğruluşun doruklarda çınlasın
yaylalarda bahar olur yaz olur

günü gelir dağlarına dönersin
bekle yiğit bekle yaran iyileşsin

admin

Nihat Behram – Doruklara Sevdalandım

in Şiir

gökyüzünden yıldız sağdım
geceyi yarmak için
ufuklara yuvalandım
yeniden doğmak için

katarlar gelir geçer
bir geceden bir geceye
yüreğim yare yare
iz bırakır bin acıya
gün olur şafaklanır
karanlıklar bin parçaya

denizlerde dalgalandım
taşları oymak için
doruklara sevdalandım
ışığa doymak için

şarkılar gelir geçer
bir heceden bir heceye
yüreğim yare yare
yankılanır bin acıya
gün olur ufuklanır
karanlıklar bin parçaya

filiz filiz harelendim
dallara uymak için
ırmaklarda durulandım
dağları duymak için

yiğitler gelir geçer
bir yüceden bir yüceye
yüreğim çıra çıra
alevlenir bin acıya
gün olur ufuklanır
karanlıklar bin parçaya

sevdalara oyalandım
hayatı duymak için
kavgalara kuyulandım
ışığa varmak için

şiirler gelir geçer
bir acıdan bir acıya
yüreğim çırıl çıplak
yalazlanır bin heceye
gün olur düğün olur
ayrılıklar bin geceye

admin

Nihat Behram – Bıçak Kına Sır Veriyor

in Şiir

el veriyor el veriyor
dökülen kan öfkemize
dal uzatmış el veriyor

yol veriyor yol veriyor
sarp yamaçlar derdimize
geçit açmış yol veriyor

gül veriyor gül veriyor
ezilenler sevgimize
yürek yürek gül veriyor

söz veriyor söz veriyor
dövüşenler cengimize
oğul oğul söz veriyor

dal çiçeğe dağ koçağa
ay denize gün sıcağa
can bileğe ten kucağa
bıçak kına sır veriyor

admin

Nihat Behram – Dörtlükler

in Şiir

1.
acılar karşısında umudun kırılmasın
zulümden ürküp saklanma sakın
dursun istiyorsan kan ısır yaralarını
unutma kuvvetli olmalısın

2.
insansan eğer görevlerin var
ilk görevin dünyaya ışıltılar bulmaktır
zincire vuruluysan kır zincirlerini
özgür yaşanmayan hayat bulanıklaşır

3.
dalayan acılarsa, katliamlarsa halkı
eriyorsa binlerce insan karanlık hücrelerde
ağlamaktan yanıyorsa gözleri anaların
yolu yok kurtuluşun isyanı seçmedikçe

4.
bunca kan verir elbet birgün tomurcuğunu
ey derin doğu, sislere bürülü yurdum, yaslı memleket
sıyrılır karanlığından açılır alnın
kavuşur güneşine durulur hasret

5.
zorbalar, cinayet orduları, caniler onlar
içleri yarasa ve örümcek dolu
toplanmış arsızca kemiriyorlar
baygın uykusunda Anadolu’yu

6.
ellerinde vahşetin binbir aleti
ellerinde kırbaç, zincir, urgan
gün gelecek kan içinde boğulacaklar
çünkü halkın yaraları daha doğurgan

7.
ilk bulutu ilk kuşu senin ufkunda tanıdıysam
bağrında kırlarının geçtiyse çocukluğum
dostluğu, özlemi, aşkı senin dilinde yoğurduysam
acıların da acılarımdır sevgili yurdum

8.
üflemekle ateş soğutulur mu
ite ite dağlar yürütülür mü
taşımakla deniz kurutulmazsa
kırılmakla halklar çürütülür mü

9.
yolunarak çiçek büyütülür mü
ölüm ile hayat avutulur mu
ısınmadan demir çelik olmazsa
halkı katledenler unutulur mu

10.
dünyanın neresinde mazlumlar ayaklansa
yankılanır sesleri dağa taşa oyulur
tutuşur senin de acıların yaralı Anadolum
gün olur haykırışın uzaklardan duyulur

11.
değiştir, bu senin elinde kaderini değiştir
alnının karasını umudun ışığıyla sil
unutma hayatı dövüşerek yatıştırman gerekir
uğrunda dövüşülmeyen umut da çare değil

12.
herkes kendinin uzağından
seviyor kendini seyretmesini
yeter ki övgü olsun durmadan
fakat kuyruğuna basılan yılan gibi zehirli

13.
buz üstünde, el elinde, dar günümdeyim
kurşun döksem çiğdem çiğdem gözyaşlı
uyusam uykumun farkındayım
dolaşsam şehir benden telaşlı

14.
akşam olmuş, yağmur dinmiş, usul usul akşam olmuş
bir sızıdır oğul oğul yüreğimde yuvalanan bir sızıdır
uzak düşmüş yar kucağı diyar diyar uzak düşmüş
su hızıdır ömür ayıp yolum yolum akıp giden su hızıdır

15.
yılların aylarınca uyusam seni
dünyanın dağlarınca yürüsem seni
dürüm dürüm gonca gonca tomurcuklanmış
güllerin dallarınca solusam seni

16.
bir kuş çiz yavrum yüzüme gözyaşınla
bir kuş tel tel kirpiklerin kanat olsun
bir kuş çırpınan kalbi dudağımda
bir kuş yavrum sıcaklığın beni bulsun

17.
seni nice acılardan soluyup aldım
istedim ki büyüsün ellerin ellerimde
istedim ki bebeğim
gözlerin gözlerimde umutlar gibi taze kalsın

18.
yeryüzü düşmanca saldırdı bana
yine de kirlenmiş kar gibi günlerimin üstünde düş izleri var
yine de hasretim yaralı dudağımda
anlaşılmaz derecede anlaşılsın diye uğuldar

19.
kekik kokusu duydum, kekik kokusu koynunda huysuz gecenin
uyandım birdenbire
haydi dedim, yüreğim gidelim bu şehirden
bu şehir koparmak istiyor beni özlemlerimden

20.
yorgunum, çünkü yorgunluğumun
yaşamak gibi bir anlamı var
yine de yaşamaktan duyduğum mutluluğun
tadına düşmanlarım ulaşamazlar

21.
düşmanın elindeki hançere adımı kazmışlar
sordum; dediler ki, yalın yürek dalaşıp şarkılar aranmışım
sordular; dedim ki, düşmanlarım halkın da düşmanlarıdır
bense uslanmaz aşkların yangınıyım o kadar

22.
beni dövüşlere kırbaçladı hayatım
yüreğimi koşaradım taşımaya alıştım
yüreğim ki ne o bensiz çiçektir
ne de ben yüreğimsiz arıyım

23.
özlemleri gibi anamın
mahzun mazlum kusursuz
yolumu dallardan gözlüyor babam
kana kana korkusuz

24.
bahar gelmiş – balam benim – bahar gelmiş dayanmış
dalda yaprak – bebeceğim – suda köpük uyanmış
kuzulara özenmiş – kızım benim – körpe diller dillenmiş
aşığında yanmış – yavrucuğum – onun için beyazmış

admin

Nihat Behram – Seni Anadolu’m Umudum

in Şiir

seni bıçkın günlerimin bıçağı
seni çağla tadıyla ağzımda
seni hasret günlerimin bucağı

seni tülü gibi sarındım yeryüzünün
seni sarındıkça dişlenip koparıldım
seni üzgünlüğün, seni sürgünlüğün
seni erginliğin ellerinde büyüttüm

seni sular gibi yorulmaz
seni ufuk gibi oyulmaz
seni çelik gibi eğilmez
huylarımla duruttum

yanıkların yarem olur sızılar
dorukların çarem olur tozular
nice koç yiğitler ölümlerde kuzular
seni kavgalarda arıttım

seni gelinimin duvağı
seni baba huyum, dal budağım, yar dudağım
seni haylazlığım, kurnazlığım, sırbazlığım

seni tadım tadım
seni adım adım aradım bin diyarda
seni kuştan sordum, yaştan sordum, taştan sordum
seni sakınmayıp belasından sözümün
seni usanmayıp tekrar tekrar baştan sordum

bebelerin çukurlara sürüklenmiş dediler
bileklerin duvarlara iliklenmiş dediler
anaların acılara yörüklenmiş dediler
seni dudağımda kilitlenmiş dişten sordum

içten sordum, dıştan sordum
meraklara kozalanmış düşten sordum
tetik tetik yangınlara körüklenmiş
kar altında filizlenen nice nice işten sordum

karalanmış satırlarım, ahdım benim, bahtım benim
zulümlerin katığı, acıların fetihi
bin rengi bin yaradan süzülmüş öksüz karacası dünyanın
yüreğimin beşiği
yurdum benim
Anadolu’m
umudum.

admin

Nihat Behram – İşkencede Ölen Yoldaş İçin

in Şiir

Senin alnındaki yaralar
halkın yaralarıdır,
seni kırbaçlayan el
halkı da kırbaçladı…

Boynuna vurulan zincir
halkı boğmak istiyor,
beynini sarsan elektrik
halkı da örseledi…

-Toroslar ah Toroslar
Hozat, Silvan , Tunceli…
açlık, esaret, keder…
kavga sizin içindir;
elinde katillerin
yoldaş, sizin için can verdi-

Kimbilir ne kadar vahşice sana
vurdular, dağladılar;
direnen bakışların
nasıl zalimce katledildi…?

Alnındaki yaradan
boşaldı belki bütün kanın,
fakat nehirlerin akıyor, dağların rüzgarlıdır,
bak… yine çarpıyor kalbin
ortasında kavganın..

admin

Nihat Behram – Örgütün Gücü

in Şiir

Tek insan nedir ki?
Sadece bir damla
Uçsuz bucaksız gökyüzünün
boşluğuna savrulmuş
sarhoş
başıboş
bir yağmur damlacığı…

Tek insan neye yarar
azgınca uğuldayan
fırtılar altında?

Kuşatınca onu
o kudurgan sancılar,
dayanınca bağrına
kanlı elleri yeryüzünün
tek insan ne yapabilir,
sinip gizlenmekten başka?

Yaşayan en yüce güç
en aşılmaz barikat
halkın örgütüdür…

Tıpkı bir okyanus gibi kurumayan
örs gibi,çekiç gibi
şekil veren demire;
kabaran dalgalarla karşılayan,
uğuldayan rüzgarı
halkın örgütüdür…

Gücü güce ulanır,
yükselir, derinleşir
arınır, dayanıklanır
denizde bir damla olunca insan.

Al ve savur benim de yüreğimi
ufkuna kat, ateşlendir,
şekil ver bakışlarıma,
beni yalçın güzelliklerle kuşandır,
sarsılmaz yiğitliklerle donat,
sevgimi yenilmez sevincimi ulaşılmaz kıl düşmana,
öfkemi bile, gürleştir,
bilgimi rüzgarınla aydınlat,
örgütüm, al beni halkımla yeniden yarat..

admin

Nihat Behram – Dövüşe Dövüşe Yürünecek

in Şiir

Kardeşler!
Sancıyan bir sessizlik bırakıyor geride
birer birer gidenlerimiz: kanlı, hırçın, çıkarsız
Ve artık yetmiyor dilde ışıması
kıvranışı sığmıyor koyna
saplanışlar istiyor elde hançer
zifir karanlığın
göğsüne göğsüne saplanışlar.
Kardeşler!
Kolları-pazuları
kırıla-ısırıla
damla damla emilen işçiler için,
aşsız-ışıksız
suyu-samanı yağmalanmış
bezgin, dayanıksız köylüler için
çağrışan kardeşlerim!
Gece yarılarına kadar grevlerden
haber bekleyenler!
Candaşlarım!
Ucu-bucağı göze gelmez ufkuna
nefes nefes verilen bu kavganın
aslı-astarı sadece haklılıktır;
vursa da, usul usul yayılsa da kızıllığı
beyaz örtülere kurşun yaralarının
balkıyan o sesi dinleyin bağırlarından
eller üstünde gidenlerimizin,
coşkun ve isyankardır
ve direşken ve dövüşkendir onların
halkın kardeşi olan yürekleri.
Kardeşler!
Unutmayın, yolumuz puslu-pusuludur.
Düşmanı sevindirir tökezleyen her adım.
Zorlu dönemeçte
düşmanca kaçışanlar da unutulmasın.
Yüreği duralatan bir zehir varsa eğer
zehri tezelden kusmalı bu kalabalık,
duralamak hayatın yaralarıdır.

Bakın, zırhlarla çevirmişler
tel örgüler ve duvarlarla halkın çevresini,
doğrulsun istemiyorlar bin yıldır ezilenler.
Kardeşler! Hızın, özverinin, hareketin kardeşleri
Sırdaşlarım!
Bilgi ve dövüşkenlik
bilgi ve dövüşkenlik bizi bekliyor.
Nabzına kulak verin çeliğin,
yağmurun, kayalığın, denizin
nabzına kulak verin;
görün nasıl nefes alıyor sevinç,
sabır nasıl da çırpıntılı…

İşte alınları çocukların, barınaklarımız bizim!
İşte yas kundağı analar, sessizce donatıyor bizi!
İşte gencecik anısı ölenlerin. En canlı yığınaklar!
İşte ezilenler. Bayraklarımız.
Kardeşler! Halkın kardeşleri!
Yoldaşlarım!
Başlayınca bu yolun onurlu yolculuğu
ancak yaşamakla varılan duyguda konaklanır
ve ancak yürüyerek söylenir şarkılarımız,
çünkü adım adım derinleşti ezgisi,
beşikte, diz bağında, dudakta ateşlendi.
Ve koşa-kucaklaya
ve sara-sarmalaya
ve yumruklaya yumruklaya
haklı ve mazlum olanın uyuşuk omurunu
uyarmak için kuvvetli ve zalime karşı
nice sarp yerden geçildi buraya kadar.
Ve buradan daha da dikleşerek
dinmeden-dinlenmeden
dişe-diş
dövüşe dövüşe yürünecek.

admin

Nihat Behram – Ona Doğru Koşmak İçin

in Şiir

Sana ufku anlatmak istiyorum

Yüreğini
Avuçlarında bir güvercinin
Yüreğiyle yatıştıran çocuğun
Bileklerinde çözüp
Doldurduğu şeyi
Sana anlatmalıyım

Binlerce insan dökülmüş duraklara
Asfalttan, yapıılardan, seslerden;
Binlerce saattir oradalar
Ve kudurgan bir beyin
Ve kıpırtısız bir yürekle
Düşmanca birşeyler biriktiriyorlar karşılıklı
Ve herkes biribirine benziyor
Ve herkes yabancı birbirine üstelik

Sana ufku anlatmak istiyorum

Yalnayak
Ve aşağılara koşarken çaylarda
Çakıltaşları, çağlayanlar
Ve kayaların oyuklarında köpüren suyun
Düşündürdüğü şeyi
Sana anlatmalıyım

Vapurda, otobüste, odalarda unutulmuş gibiler
sıralar halinde gerneşmek için;
durgun, bulanık, bezgin…
zaman: tek yaşama biçimi
ve bankalar, sigortalar, belediye
meydanlara saatler koyuyor onlar için
ve unutsun diye gökyüzünü şehrin üstünde
oğlunu nefretle azarlayan bir kadın
kimseyi şaşırtmadan geçiyor o saatin dibinden
ve bonolar, çekler, borçlanışlarla
birbirine bulaşan kaypak ilişkiler
dişlemeye başlıyor çocukları bile
ve inzibatlar, polisler, mübaşirler
ve bin katlı elbiseler içinde bir takım insanlar
buyurmuş, teftiş ediyor şehri

Sana ufku anlatmak istiyorum

Bir ağacın kökleri ve dallarıyla
Uzanıp uzanıp vardığı şeyi
Sana anlatmalıyım

İçinde duvarlar uğulduyor ilişkilerin
İlanlar, rutubbet, çıkar…
Ve söz namusun simgesi değil,
Duygular öyle lekelenmiş
İçtenlik öyle hesap işi ki
Kimin öpüşleri bir papatya kadar temiz
Kim kime kıstırıldığı anda omuz verebilir?
Ya aşk: çarparak başlatan yeni şeyleri
O sevinç
Nerede şimdi?
Yine de güzel bazı duygular
Aşkla kendini onarıyor
Fakat rüzgarlı, yağmurlu ve sabahları
Bir sinir birikintisi olarak karşılamaktan
Bakışları gizlice köreliyor onun da
Ve hatta sağnağı bir nehir gibi
Yababi bir hayvanmış gibi düşünüp
Ürküyor
Ve giderek aciz,
Sinirli, habis insanlar dolduruyor cadeleri;
Oysa şehirden Yabani bir hayvan kadar uzakta nehir
Öpüşüyor uçsuz bucaksız bir çalkantıyla
Ve yüzlerce çocuk tanıyorum
Kaçak bir duygu taşıyan sinemalarda
Ona doğru koşmak için…

Sana ufku anlatmak istiyorum

Bağrına bayraklarla varılan
ve hayatın
yoldaşlık duygusu kadar katışıksız,
birlikte söylenen şarkılar kadar
ödünsüz olduğu yerde
başlayan şeyi
sana anlatmalıyım

Son mavisi gözlerinde kaldı gökyüzünün
Bu şehirde
Anlatmak istediğim

admin

Nihat Behram – Karanlığın Arasından

in Şiir

Bitişikten duyduğun çıtırtı
kısık kısık öksürüşü mü sevgilinin,
yanışlar mı, iniltiler mi
kor mu tırnaklıyor gözevlerini,
acıyan bir yerini
acıyan bir yerine örterek mi uyuyorsun,
garip titreşimler mi yağmalamış
gövdenin derinliklerini,
çelikler mi, şartel mi
ışık selleri mi sarstı beyinciğini…?

Ben ki senin
yavaşça doğrularak hücrende
“kalbim” deyişini bilirim…

Kalbin durmadıkça
sığınıp inancına dikileceksin

admin

Nihat Behram – Serin Akşamlardan Sonra

in Şiir

Nasıl da meraklısın
bir gelin edasıyla yaşamaya
içinde yanık türküleri

Nasıl da coşuyorsun
patlayarak açılan bir sabah
bütün renklerini kuşanmış çiçeklerin
kelebekler bulursan yastığında
uzanıp sevmek için
bir çocuğun menekşe gözlerini

Artık hazırlan bir sevdaya
söğüt dallarından topladığın serçeleri
zülfüne kan sürülen günleri
öpüşerek ölüme giden kardeşini hatırla

admin

Nihat Behram – Yanımda Olman İçin

in Şiir

Ne demeli şimdi
Bir çiğdemin toprağı yırtışını seyredişim
Göğe mi dokunmalı ucuna mı körpe filizin

Öylese karanlık sokaklarda koştuğumu düşün
Ay gene bir kadın gibi sarkıyorken denize

Dirseklerimle böğrüme gömdüğüm titremeyi düşün
Oradan göğsümü kaplayışını soğuk bir terin

İlk sözcüğü anlamla birleştiren çocuğu düşün
Onun kavradıkça derinleşen şarkısını

Vay perçemle günün huysuzluğu dolaşan kısrak
Vay acemi öpüşlerden gövdeme boşalan acımtırak haz
Telaş, kıvranış, parıltılı gözlerdeki atılganlık
Ya görevin ne senin görevin
Oynaşmak değil mi içindeki savaşmak duygusuyla
Ve benim nevresimim karamışsa kirden, rutubetten
Sarhoşsam gülümseyişler ağlayışlarda
Ve kaynak sularıyla üstüme yağan aydınlık hülyaları
Senden gelen ısıyla koruyorsam

Ne demeli şimdi
Ey serçelerin sabahlarla bölüştüğü cıvıltı
Ey bir romanın olur olmaz yerinde dikkati çeken hayal
Kalbimi çevreleyen sevda gözeneği
Acıyış, şefkat, umursayış, hırçınlık seli

Beni düşün öyleyse
Beni hayretin ve karanlığın eşiğinde
Beni fitillerde başlayan bir fısıltı
Anında ilk satırını yazarken bir bildirinin
Kulaktan kulağa dolaşan haberlerin bağrında

Beni dar camlarda değil
Bir bulutun seyrinde düşün
Burada ortasında sıçraya sıçraya kabaran alevlerin…

admin

Nihat Behram – Şimdi Biz Seviyorsak

in Şiir

Şimdi biz seviyorsak
yakarışlarla sarsılıyordur dünya
ateş ve yutkunuşu
yığarak kalbin billuruna

Şimdi biz seviyorsak
oynaşır buzağılar çayırlarda
elleri terli doğar çocuklar analarından
altında bir dağ gibi durulur gökyüzünün
anlam bulur çılgınlıklar ve ağlayışlar

Şimdi biz seviyorsak
– ki gönlümüzde cömert bir başdönmesi gezinir –
fısıldaşır camlardaki buğu
aşkın gülümseyişi başkalaşır
bulup çıkarır koynundan
yaradılışın kalkanını

İşte dal gibi endamı sevgimizin
gırtlağımızda huysuzlanan acımtırak titreyiş
işte gövdemizi fırlatarak girdiğimiz kavga
adımlarımızdan boşalan korda sarsılan toprak

Şimdi biz seviyorsak
– ki grevlerden
dövüşerek kuşatılan halktan öğrendik bunu –
ayrılığın olduğu kadar kavuşmanın
güvenin ve
verimli gürültünün yazlarını taşırız dünyaya

Çünkü biz sevişiyorsak
çırılçıplak işçileri var demektir sevginin

admin

Nihat Behram – Yaşadıkça

in Şiir

Ah benim aşkla beslediğim sevgilim
kalbimi zorlayan heyecanla sana
savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum

Günler
sazlarla çevrili göl kıyısında
suyun inanılmaz berraklığıyla çalkalanıp geçti
serçeler karla yıkadı tüylerini
taşların oyuklarına doluşan kertenkeleler
düşlerimde zamanla silikleşti
Bazan düşünmek acı veriyor bana
içimde yırtılarak uzaklaşan çayırları

Ah, benim aşkla beslediğim sevgilim
bütün güzel şarkıları sanki ben bestelemişim
üstelik merakla bakıyorum tanıdık her yüze

Çayırları düşün
anamdan emdiğim sütün tadı
yırtarak uzaklaşan çayırları

Artık tek afiş kan kokusu şehrin sokaklarında
gerisi düşmanın kurduğu pusu
kan kokusu diyorsam
ah, benim aşkla beslediğim sevgilim
kalbimi zorlayan heyecanla sana
savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum

admin

Nihat Behram – Tutanaklar 1

in Şiir

Sen kalbini savunurken düşmana uluorta
bağrında alkış benzeri bir gürültüyle yükselerek
şehri beyaz bir örtüyle kaplıyor içinde duygular

Sen kalbini savunurken
habire göğsünde yumruklanan dünya
nemli duvarlarında hücrelerin
kanayan parmakların izleri gibi

Bilemem
hatıralar mı artık
seni
karanlık bir sokakta unutulmuş
sessiz gözyaşları mı gizler

Akarsular kadar berraksın oysa
adımların
kayalıklar kadar görkemli senin

admin

Nihat Behram – Sığınak

in Şiir

Yedeğimde hep bir şiir olmalı
Korusun diye beni,
Sarsın
Solusun diye…

Yedeğimde hep bir şiir olmalı
Dileğimce değiştirebildiğim
Değiştikçe beni de değiştiren
Yüreğimle sindiğim,
Kimsenin bilmediği,
Acısına başka acı
Sevincine başka sevinç değmemiş,
Canım gibi
Yok etmek hakkını kendimde gizlediğim
Ömrümce çılgın, gönlümce engin,
Yeni doğmuş bebeklerin sesiyle
Yankısı ufkuma dokunurcasına yakın
Soluğumda kıvılcım, dudağında gül
Yaşamaya düğümlü,
Goncalar kadar körpe
Dalgalar kadar hırçın
Kavuşmamız olanaksız birine sakladığım,
Mahrem, bağışıksız,
Mazlum bir şiir

Yedeğimde hep bir şiir olmalı;
Çırpındığım geceler
Yetişip yatıştıran
Esinlenip dindiğim,
Duygusu sağılmamış,
Üşüse soluverecek,
Pürüzsüz, bir başına incecik,
Gülüşü gülüşüme denk, andıkça parıldayan
Andıkça parıldadığım,
Kanmayan, kandırmayan;
Öfkesi kirlenmemiş,
Zehri gibi kendi hayatımın
Ayrılık yaralarını sarılır sanmış,
Sürgün, ürkütülmüş,
Üzgün bir şiir.

Yedeğimde hep bir şiir olmalı
Yuvasında ilk kez uçan serçe gibi telaşlı,
Şafakta kuzulamış karaca gibi baygın,
Ulaşınca çılgınlığa kırılan dallarda ömrün
Yanarak uğuldayan
Yanarak uğuldadığım…

Yine daldım da kendi düşüme
Hasretin kanayışı bitermiş sandım…
Beni şiirler bağışlasın

admin

Nihat Behram – Suda Yiten Ayışığı

in Şiir

Kırk sevginin baygınıyım – belki de yüzkırk –
yine de yalnızlık yalazlanır kırık kalbimde

Otların tutuklusu
haylazı ağzım
şimdi tutlusu kara suların.

Her şeye yeniden başlayabilseydim eğer
aşkımı acıyla anmazdım artık.

Ben ki delisiyim suların, oysa bu sular
çöl rüzgarı kadar bulanık.

Akar gibi geçiyorum dünyadan, ısınıp bakınmadan,
sarhoş
sıkılgan
sırılsıklam…

Kırk diyarda kırkbin öpüşün bitkiniyim
dudağında kırkbin kekik tadı kamaşır
yine de kalbim ısırgan mı ısırgan.

Eşini çağlayana kaptırmış balığıyım bu nehrin
aydır, geceden beri dişlenmiş kelebeğin
her sabah ağzımda ölümüyle buluşan

admin

Nihat Behram – Özlemin Kadar

in Şiir

Toprağın iştahıyla dallardan
kuruyan yaprakları topluyor rüzgar
üşüyen çocukların teniyle kelebekler
sindi solgun çiçeklerin dibine
göğün karaşın kıvılcımları kırlangıçlar
tel tel sıyrılıp bulutlardan
göçtü uzaklara
yaz bitti…

Nasıl isterdim, ah yazgımı değiştirmek
öpüşür gibi sessizlikle
su içen bir ceylanın
halka halka dudaklarından
çakılların, yosunların köpükteki nazına doğru
başıboş
akıp gitmek bir derede…

Zift ve kemik arasında sıkışıp
ezilmiş filizin uğultusuyla
taşıdığım ruhumdan utanarak
otları dinliyorum
ne başka sızım olsaydı keşke
ne başka sözüm artık
kaçsam, kaçıp gitsem buralardan
kederi beni daha fazla boğmadan
uzağında bulandığım kırların…

Koynumda özleyişin kusursuz ürpertisi
güvercinlerim
ve ömrüm sıra huylarıma dolaşan
çocukluk günlerimdeki telaş
ah, sadece şiirle yaşasaydım
giziyle düşteki ışıltının
dallara kuşlar ve sincaplar kadar yakın
gülüşleri dolunnay
öpüşleri sarmaşık
güzelimi her sabah
salkım salkım leylaklar
yağmur ve gonca kokusuyla anarak…

En yüce yaratıktı oysa
ateşi ve sevdayı bulurken insan
yazık ki artık
bir kelebeğin titreyişleri kadar olsun
sahici gelmiyor bana
sorsalar, söyleyemem yeniden
hangi şehrin renkleri gökyüzünün dengidir
ya da yolununca gönlündeki sümbülü
küskün öten bülbülün
derdini kim üleşir;
çölden kopan rüzgar bile
ufkunu böylesine onulmaz
böylesine arsızca ağılayan insandan
daha kumsuz daha nar…

Çaresiz dinecek bu çile bir gün
tırnak ve nasır gibi ruhumda katılaşan
bereketsiz bu kalabalıktan
soluyup alacak beni duldasına doruklar
durulaya kurulaya büyütmek için
yeni doğmuş kuzuların sesiyle
toprağını kayalardan emziren hızıyla yaylaların…

Güzelim, serçeler mi taşıdı sana
bahçelerden, çimen çimen
karadut oyası zülüflerini
çiğdem tüten gamzeleri omuzlarına
kırdan mı sardın
yad ellerden esen yelde sevdalın mı var?

Unutma: hiçbir şey yakışmıyor kalbime özlemin kadar.

admin

Nihat Behram – Bir Aşk Öncesinin Sızısı

in Şiir

Ah yine mi gönlümde benim
kuş uçar yana yana
su akar döne döne?

Filizlerin yaralısı aşkların
sır-sınır tanımayan düşleri
yine mi sarmış teni
asmalarda sürgünlerin belalısı işlere?

Gizleyemem:
bir yanım duruşundan sığırcık
bir yanım bakışından tomurcuk…

Bilemedim nasıl oldu:
kayıp gitmiş yüreğimin yarısı
ardı sıra çiçeğine goncalandı büyüsü…

Dahası var:
talan olur, yalan olur
yeşermeden yolan olur diye diye
ötesini- berisini soramadım kimselere düşümün
yazılarım- sızılarım saklı kaldı içimde;
bir kez olsun duruşunu saramadan ölür isem
suç benim!

“Boşver!” dedim:
eli- günü düşünecek an değil
yaralanan benim canım kime ne;
dudağımda kıvılcımın irisi…

Korktuğum şu:
ürkütürsem kavuşamam, ayışığı kirpikleri incinir;
gücenirse barışamam, bu dert beni bitirir…

Kısacası:
yoncalara oyalanmış gözlerinde
usul usul uçuşan kelebeksi o gülüş
saçlarında esin kuşun yavrusuna
yuva yuva kıvırcık
sesler beni köşe- bucak huyuna…

Neyleyim ki:
şu ömrümde doyamadı hasretlerin sürüsü
gide- gele yol üstünde kanarım;
ne gurbette ne sılada duruldum
ona yanarım.

admin

Nihat Behram – İntikam Alır Gibi

in Şiir

Candaki tılsımından, kana hız veren nabzın
rüzgarla sağnağın şafaktaki dansından
sudaki pırıltısından alkım sırlı sedefin
kozadaki ipeğin mahzun ışıltısından
damıttığım hıncımla
intikam alır gibi sıyırdım seni
külden, kirden, irinden
insanı soluksuz bırakan karanlığından umutsuzluğun
ihanetin süslenip tutkunun yolunduğu
yozluğun şan diye sunulduğu o caddelerden;
sindikçe sinsi
tozdukça moloz
ininden o kuduz şatafatın
intikam alır gibi sıyırıp seni, kendimin kıldım;
bir de samanyolu, bir de ay
bir de ateşböcekleri vardı benimle
zümrüt
yakut
yakamoz…

Sevincin peteğinde güvelenmiş acının
kinin, küfün, soluşun
uluyan gözdağına boyun büken duruşun
pasın, sisin, sönüşün
coşkuyu sığlaştırıp soysuzlaşan dövüşün
ağından, kovuğundan
intikam alır gibi sıyırıp, saldım seni ufkuma
yudum yudum arıttım;
dalların ilk filizlerini okşayan körpe bahar güneşi
ışıktan tülüyle gizli gizli koruyordu kalbimi
toprağın ilk ılıman buğusunda çiçeklenen fulyalar
ikiziydi ağzımda yanan ıslaklığın;
bir de uğurböcekleri, bir de kumrular
bir de meltem vardı benimle
ıtır
reyhan
nektar…

Üzüm taneleri bırakıp dudaklarına
intikam alır gibi bağrımdaki yaradan
ısırıp ısırıp, tadıyla oyalandım kıvranışının;
ne sevinç evcildi o an
ne tenimiz mahrem, bölüşmesiz;
bir de turna sürüleri, bir de sülünler
bir de yıldız kaymaları vardı benimle
yanardağlar
çıralar
çakmaktaşları…

intikam alır gibi kaderimden
böyle dövmeseydi eğer
öfkemi nabzım
ne hayat canımda özünce balkır
ne aşk huyunca çınlatırdı benzimi;
dağ deli
dal divane
özlemim zehrim olur
ufalanıp, sulara dağılmış mercan gibi
süzülür, dökerdi inceliğini içimdeki gelincik…

Sessiz, sevimsiz, teslim olmuş ne varsa
intikam alır gibi tek tek her birinden
döv nabzım, haz ile avaz ile, döv ki bağrımı böyle
olur da pusuya düşersem bir gün,
kuşlanıp, düşlenip yol bulur kalbim.

admin

Nihat Behram – Sonuçta Acıdır Yöneten Aşkı

in Şiir

Sevinci arıyor ve
buldukça
yavrusuyla suya inmiş suna gibi coşuyorsa da
sevdadan sevdaya koşarken insan
sonuçta acıdır yöneten aşkı…

Gök ve toprak arasındaki boşluğun
gizemli sesini topluyor düşlerimize
içimizdeki mıknatıslar
istesek de unutamadığımız kimi anılar
ya da bir türlü ulaşılmayan arzularımız
onların tığlarıyla örüyor ömrümüzü;
aynı yürekte aynı gece
tutkunun ve nefretin anlık çırpınışları
cesaret ve korkunun izinde oynaşıyor
erinç ya da keder
aynı yürekte aynı gece
dönüşsüz hızıyla yarışıyor zamanın;
kınsız, duraksız geçiyor dakikalar
gün bekletmeden doğuyor;
nazlanan kendini nazıyla oyalarken
öpülenin, koçulanın hazzıyla pırıltılı
alarıp, tanyerinde şavkıyor ışık;
sevinç duyulduğunca harlı
acı solunduğunca azgın
ve aşk – ki tanrısı da, kulu da insan –
ateşten ve dumandan yavruluyor onları;
ilk öpüşün tadından kaynayan pınar
sonsuzluk duygusuyla akıyorsa da
sonuçta acıdır yöneten aşkı…

Dağların da bir ruhu var rüzgarın da;
gurur, özgüven ve sadakat
sınıyor kendini yıldızlarla, alnında dorukların;
ister bahar tütsün ömrün telinde, ister güz
kanatları kıpır kıpır esen seher yelleri
durmaksızın uçarı, durmaksızın tutuşkan;
çığlar ya da uçurum, kökler ya da tomurcuk
neyin ruhu çınlarsa çınlasın sinesinde insanın
sonuçta acıdır yöneten aşkı…

Doğuyor ve ölüyoruz
göğün ve toprağın bir toplamı olarak
sonsuzluk sadece düşteki ışıltımız
ve sadece sevdayla varılmış sevinçte balkıyor hayat
duyulan – ki kolları da olsa dallarınca ormanın
yar koynunda bal süzene az gelir – onun yankısı fakat
yarasını yarayla saranda ancak
sesini bulan
söylenmiş söylenecek bütün şarkılarıyla
sonuçta acıdır yöneten aşkı.

admin

Nihat Behram – İnsan ki Hasret Kadar

in Şiir

Aşksa:
sağır da olsa dile döner seslenir..
Düşse:
eni sonu suya düşer ıslanır…

Aşktan öte başka hangi tohum yeşerir
hangi dal sürgün verir ezildiği yerinden?

(… Dolunaydı …Dağların buğulandığı,
toprağın yoncalandığı aydı… Öpsem,
yaralanır sandığım
çiçekler kadar körpeydi bahar..
Bir yanım sazınca külhan,
yağız, civan, atmaca;
bir yanım nazınca uslu,
suskun, ıssız, utangaç,
savrulup savrulup sokaklara
söylediğim şarkılar
süsüydü ömrümüzün,
yitince bulunmaz zenginliğimiz…
Ne güzel günlerdi ah
ne güzeldin gençliğim
gönlümü tarih düşüp
ömrümce yol gözledim,
yazık ki sen beklemedin… )

İki derde yenik düştüm ne çare:
biri aşk
biri düşten düşe sızım sızım yüreğim…

Taşa çaldım derdimi,
taş çatladı kıvrım kıvrım kök verdim;
güle sardım kendimi,
gül kurudu derdim azdı yürüdü…

İnsan ki hasreti kadar:
belki bin sevda bin ayrılık
fakat
bir aşk bir intihar
bir ömre ancak sığar.

Site içerisinde ara

@ufukluker'i takip et

RSS Son okuduklarım

  • Gemiler de Ağlarmış
  • Bir Köy Hekimi
  • Açlık Sanatçısı
  • Unutamayan Adam (Amos Decker, #1)
  • Bir Havva Kızı
  • Her Şeye Rağmen Sevgi

Site istatistikleri

  • 0
  • 82
  • 77
  • 7.671.277
  • 3.016.053

Etiketler

Ozan Telli Gabriel Celaya Özge Dirik Cahit Sıtkı Tarancı Oruç Aruoba Enis Batur Vedat Türkali Süleyman Nesip Vyaçeslav Ivanov Sandor Forbath Afşar Timuçin Ahmed Arif Hasan İzzettin Dinamo A. Kadir Cahit Külebi Melih Cevdet Anday Murathan Mungan Talip Apaydın Behçet Kemal Çağlar Ahmet Necdet Vecihi Timuroğlu Celal Sılay Jesus Lopez Pacheco Hasan Biber Kahraman Altun Peter Abrahams Yılmaz Güney Louis Macneice Sabahattin Kudret Aksal Neşe Yaşın Bilgin Adalı Akgün Akova İlhan Berk Abdülkadir Bulut Mehmet Başaran Sinan Kukul Fakir Baykurt Orhan Kemal Behçet Necatigil Ataol Behramoğlu Sandor Petöfi Philippe Soupault Mehmet Yaşin Cahit Zarifoğlu Behçet Aysan Konstantin Simanov Jose Marti Erdal Öz Ömer Bedrettin Uşaklı E. E. Cummings Kerim Korcan Lale Müldür Orhan Murat Arıburnu Gülseli İnal Ahmet Ada Adalet Ağaoğlu Necati Cumalı Ülkü Tamer A. Hicri İzgören Birhan Keskin Kenneth Rexroth Nahit Ulvi Akgün Pablo Neruda Barış Pirhasan Mehmed Kemal Cengiz Bektaş Suat Vardal İlhami Bekir Tez Özkan Mert Yaşar Miraç Sennur Sezer Füruğ Ferruhzad Resul Rıza Can Yücel Blas De Otero Louise Gareau Des Bois Enver Gökçe Ingeborg Bachmann Şükrü Erbaş Oğuz Atay Müştak Erenus Yaşar Kemal Fazıl Hüsnü Dağlarca Ece Ayhan Haydar Ergülen Fang Vei Teh Federico Garcia Lorca İsmet Özel Fethi Giray Yaşar Nabi Nayır Süleyman Çobanoğlu Nikola Vaptsarov Özdemir Asaf Özdemir İnce Refik Durbaş Yorgo Seferis Kemalettin Kamu Adnan Yücel Eugene Guillevic Cevdet Kudret Asaf Halet Çelebi Turgay Fişekçi Goethe Berin Taşan Oktay Taftalı Orhan Veli Kanık Bejan Matur Metin Altıok Memet Fuat Nihat Behram Faruk Nafiz Çamlıbel Şükran Kurdakul Ümit Yaşar Oğuzcan Kemal Özer Feyzi Halıcı Yannis Ritsos Conrad Aiken Turgut Uyar Cevat Şakir Kabaağaçlı Paul Eluard Gülten Akın Günter Kunert Hasan Basri Alp İsmail Uyaroğlu Nazım Hikmet Adnan Özer Kutsiye Bozoklar Nicolae Dragos Altay Öktem Sabri Altınel Kostas Kleanthis Halim Şefik Güzelson Bertolt Brecht Seyhan Erözçelik Aziz Nesin Suat Taşer Sait Faik Abasıyanık İbrahim Karaca Zafer Ekin Karabay Sun Yu-T'ang Vasko Popa Heinz Kahlau Rıfat Ilgaz Tove Ditlevsen Liana Daskalova Ahmet Oktay Miguel Hernandez Hilmi Yavuz Cemal Süreya Abdülkadir Budak Ahmet Muhip Dranas Ahmet Telli Sezai Karakoç Dido Sotiriou Oktay Rifat Sabahattin Ali Edip Cansever Cahit Irgat Türkan İldeniz Erdal Alova Attila İlhan Hasan Hüseyin Korkmazgil Arkadaş Z. Özger Arif Damar Konstantinos Kavafis Yi Men Bekir Yıldız Asım Bezirci Ercüment Behzat Lav Ahmet Erhan Yılmaz Odabaşı Suat Derviş Bedri Rahmi Eyüboğlu Metin Demirtaş Tevfik El Zeyyad Vladimir Mayakovsky Salah Birsel Metin Eloğlu Ziya Osman Saba Kemal Burkay
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Sayfanın başına dön