Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Kişisel
  • Kitaplık
  • Ara
  • Menu Menu

Şunun için etiket arşivi: Edip Cansever

admin

Edip Cansever – Bakır Heykel

in Şiir

Yüzümü suya uzatıyorum su buysa
Giysilerimi unutuyorum birden, çıplaklığımı
Gece yarısı çalınan çalgılar olmasa
Gece dediğim belki hiç olmasa
Ben bir tırnak iziyim kanımın akmadığı
Bir çentik, bir kırık şey., aranızdayım nasılsa.

O zaman neresiydi, hepsi hep karanlıkta
Bir garip ev içiydi, ışıklar kirli
Herkesin ellerinde bir şeyler gizlediği
Alıp okşadığım şimdi çok eski bir olaysa
Yenisini bulmalı — önce hafif bir yelken
Bir bakış, bir serüven, kısa bir hastalık hiç olmazsa.

Ben belki de daha çok dağlarda, su başlarında
Bir uykuydum üşümüş avcılar karışmasa
Kimseler karışmasa, ne ışık, ne parıltı
Gölgesi içe vurmuş bir yaratık olmalı
Söyleyin, bir bakır heykelim ben, çünkü çocuklar korkmasa.

Bana kalırsa bunu
Çocuklara anlatmalı asıl
— Gövdesi var kocaman!
— Sahi mi?
— Gözleri nasıl?

admin

Edip Cansever – Yılkı

in Şiir

Ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
Benim atım her zaman
Kim bilir kime sesleniyorum, sessizlik
Yosunlar, taşlar, o mezar yazıtlarından
Yaz gelmiş, zakkumlar açmış, elimi bile sürmedim
Sürsem bile ne çıkar, ama sürmedim
Ölü bir şey kalıyor dünyadan, yapraklardan.

Ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
Benim atım her zaman.

admin

Edip Cansever – Bedevi

in Şiir

Gözlerimin ıssız, donuk, kahverengi kentinde
Geçiyor ak boyunlu develer, yorgun sürücüleri
Günlerdir, öyledir, bir daha anlamak üzere
Bakıyorlar durmadan çok uzakta bir yere
Sorsanız görmüşler mi bir masal kadar olsun gördüklerini
Gözlerimin ıssız, donuk, kahverengi kentinde.

Bilinmez bir yere doğru, ne güne, ne ölüme
Bakıyorlar sadece
Ak dikenler içinde durmuş da bir bedevi
Tanrılar, güneşler, yalgınlar içinde
Bir ateş bile değil, bir bitki, bir dua bile değil
Gözlerimin ıssız, donuk, kahverengi kentinde.

Ne arar, bilinmez ki, bir kanımlık su belki de
Ne durak, ne dinlenme
Gelseler de duyamaz ak boyunlu develer
O yorgun sürücüler çökseler de önüne
En soğuk bir çöl kuşunun bir daha ölüşü gibi
Dünyanın tekdüzenli renginde.

admin

Edip Cansever – Kumcul

in Şiir

Kum, o nisan günlerinin ufalanmış gölgeleri
Kuruyan gözlerimde kirli bir rüzgâr
Kül renkli bulutlarla bir yangın sonu
Güneşler, şeytan minareleri, yıldızlar
Orda burda sayısız ayak izleri
Niye hiç kimse konuşmuyor kadar.

Öyle durgun ki nasıl, çok sıkılan bir yüzde
Hep aynı şeyi düşünmek kadar
Yaşadığınız gibidir uçsuz bucaksız
Upuzun bir kuşa benzer
Gövdesini gördüğünüz yalnız
Kıyılar, gökyüzü, büyütülmüş bardaklar.

Kımıldar ellerinizde kendi elleriniz
Bir balıkçıl tadına alçalır, bu da var
Gelir bir ölüm gibi korkusuz, sessiz
Ve gider geldiğince sesi doygunluk olan kanatlar
Gözleri gördüğü yerden bakar
Yılgınlar, yitikler, yalnızlar.

admin

Edip Cansever – Kar Yangını

in Şiir

Neden bu kadar kar, bu kadar yıl, bu kadar yağış
Bu kadar uzaklardan nedir bu kadar gelen
Bir uzun çan kulesi bembeyaz Samatya’da
Bir oğlan bir martıyla upuzun seviştiğinden
Yaslı bir kadın gibi gözleri kendine bakan
Kendine baktıkça da çocukları olan hüzünden.

Belki bir söz yığını, yıllar var konuşulmamış
Çıkarlar kar yangını her biri duyduğu yerden
Yüzleri, saçlarıyla, bir de gözbebekleri
Asılırlar boşluğa çocuksu seslerinden
Birtakım dünyalarla önce ve güzel
Kış güneşi, sarmaşık, kim ne anlıyor sanki ölümden.

O yanık ikindiler, sonrasız, loş gecelerden
Üstlerinde bir sürü çocuk gözleri
Tutuşurlar ne zaman karların ateşinden
Bir ölüm kadar şaştığımız onlar ve kendileri
Yani bu dünyanın en yılgın havarileri
Orada çan kulesi bembeyaz öldüğünden.

admin

Edip Cansever – Uzun

in Şiir

Ferit Öngören’e

Bir elma tadı gezdiriyorum kafamda
Anlaşılması güç bir elma tadı
Ya sayılarla çiftleşiyor ya notalarla
Hiçbir zaman gebe olmadı.

Bence bu asılmak saati kadınsızlıkla
İğneyle, saatle, bir kadın çorabıyla asılmak saati
Bir müziktir ayrıca iki tek kadın çalışır
Bir yatakla bir müzik iki tek kadın
İki tek kadın çalışır aynı yatakta.

Sonra kadınlar iyi kemanlar kolay
Kemanlar uzun kadınlar kısa.

admin

Edip Cansever – Kavga

in Şiir

Sivridir ayakları bastıkça katı taşlara
Kadınlar memelidir — Ya viski içelim ya bira
Hayatta olmayan masalar vardır ya
Tam işte onlar içinde bir masa
Mike ile Jim’e söyle bu gece kadınlara.

Mike kadın sevmez, onu kahveye bırakırız ayrıca
Azıcık kâğıt oynar açılır Okyanuslara
Hayatta olmayan adalar vardır ya
Tam işte onlar içinde bir ada
Bizi biliyorsun ya — göz kırpar — kadınlara.

Sivridir ayakları gökyüzü vurunca damlara
Bu kavga, bu işte yüzüncü katından bir kavga
Hayatta olmayan insanlar vardır ya
Sen misin Mike, Jim sen misin yoksa
Hadi aldırmayalım — içini çeker — bu gece kadınlara.

admin

Edip Cansever – İnfilak

in Şiir

Ben gidince hüzünler bırakırım
Bu senin yaşadığındır
Bir ev sıkılır kadınlardaki
Bir adam sıkılır kadınlardaki
Seni sevmek bu kadar mı
O benim yaşadığımdır.

Bazan da bir yerde kuşlar vardır
Ne uçmak, ne görünmek için
Bir karanfil pencereyi deler
Bir kapı kendiliğinden kapanır
İstesek sevişirdik, ama olmadı
Biz değil yaşayan acılardır.

Gitsem de her yerde biraz vardır
Hatırda zamansız bir plak
Bir otel kapısı, biraz istasyon
Vardır o seninle birlikte olmak
Buluşur çok uzaktan ellerimiz
Ve nasıl göz gözeyiz ansızın bir infilak.

admin

Edip Cansever – Tahtakale

in Şiir

Gövdesi ince uzun, eliyse peynir ekmekli
Beni mi süzüyor ne, çay mı içiyor ne, anlamadım
Bir asker, öyle bir asker ki, doğduğu günden beri izinli
Dünyaya izinli, kadına izinli, sevmeye izinli
Bilmem ki nasıl olmuş her yerden çıkıvermişler
Ürkek ve devamlı insan yüzleri.

Güneşler gidiyor camlarda, Bayburt’ta akşam yemeği
Kolunu kaldırıyor biraz, yüzünü ekşitiyor biraz, biraz da
Donkişotvari
Biriyse elini atmış durmadan karıştırıyor
Cebini karıştırıyor, güldükçe gülüyor kadının biri
Güldükçe gülüyor ya da gülmüyor işte güldükçe
Adamla sıkıntı çatılmış silahlar gibi.

Çocuksun, anlamıyorsun, süslemişler her yeri
Dokunsan ağlayacak, konuşsan susmayacaklar bir daha
Elleri vardır bilseniz, durmadan bizi gösterir elleri
Baksanız bakılırlar, sevseniz sevilirler kimseye benzemeden
Biri de bir kadındır alınmış efsanelerden
Bir kadındır güzelim unutmuş erkekleri.

Bu sandık, tahta sandık, üstünde gül resimleri
Yanında bir adamla sanırım doğu illerinden
Üç asker tıraş olmuş, beyaza kesmiş yüzleri
Şeker mi yiyorlar ne, düş mü kuruyorlar ne, anlamadım
Belki de bir tanrısı var acının, hüznün, ayrılığın
Ki durup dururken öyle ansızın yürüdükleri…

admin

Edip Cansever – Ben Bu Kadar Değilim

in Şiir

Ben bu kadar değilim
Kışlada ölü bir zaman
Bir güzel at durdukça gider
Gittikçe döner bir güzel at durdukça
Askerim, benim ağzım kuşlardan.

Güneşi sormuyorum lekelenmiş dallardan
Dalları sormuyorum dallardan daha iyi
Yüzümü istiyorum bir süvari alayından
Ne yapsam istiyorum, ama istiyorum
Bir kişi bile değilim yalnızlıktan.

Bir kişi bile değilim yalnızlıktan
Gözlerim ormanlara asılı
Ağaçlar, kırlar ve şehirler geçiyor kaputumdan
O kadar geçiyorlar ki, sadece duyuyorum
Bir an bir yerde ölümü tanımazlığımdan.

Ben bu kadar değilim
Kışlada ölü bir zaman.

admin

Edip Cansever – Sesli Harfler

in Şiir

Sen, o benim, daha ne duruyorsun aşk kelimesi
Burası ben, gene bir sevdaya çağrıldı o yer
İnanma elimi deniz, ağzımı bulut ettiğime
Ağzım da, ellerim de dünyaya göre
Günüm aydınlıkla biter.

Tut ki ben her türlü görünmenin apayrısı
Gün günden sevdaya benzer
Bir adam düşünülsem şapkası maviyle gelen
Bir ekmek koparılsam işte o sıra
Benzer mi benzer sevdaya
Bir duruşum var çevresi gözlerinden.

Seni yanımda gezdiriyorum aşk kelimesi
Uyanık, duygulu, bir her günkü yanımda
Bilmem ki ne yapsam, ne etsem bu sevinirliği
Kendimi görmeye parklara gidiyorum
Kiminin bana kiminin çaresizliğe elleri.

Kaçsam o da bir türlü karanlık şimdi
Ne kadar aynı bir dünyadayız seninle
Aşka, döğüşe, maviye yetmek için
Biriyim, cesurum, var mısın ellerime
Bir başka sabaha kadar içelim.

admin

Edip Cansever – Acı Bahriyeli

in Şiir

Binlerce geyik ya da binlerce kuşun beraberliği
Aşk, o benim en güzel hayvanımdır
En yeşil ormanların en yeşil mantığında
Duyulmaz, öpülmez balığında deniz altlarının
Ya da bir akşamüstü lokantası gibi
Çöküp de köylülerin yorgun argın
Aşk
Çok belli bir dudakta iki kişi olmanın.

Çok gördüm bir kadındır atlanıp gözlerinden
Göz, o benim en deli hayvanımdır
Bir fiildir ne zaman, durakalmış bir fiil
Ucuza yaralanmış, vurulmuş serserilikten
Gözdür, kim ne derse desin, bütün aşkların en
Kararsız, durgun ve küçülmüş bunca serüvenden
Aşk
En bitirim acılarda en dayanıklı büyüyen.

Tükenmez ağızlarda tükenmez seslenişler
Ses, o benim en çoğul hayvanımdır
Değil ki yaşarken, niteliksiz sevişirken
Bendeki her şeye, sizde ki her şeye bir uzanım
Ya da bir sıkıntıya renk katar gibi
Fışkırmış içinden bunca kısırlığın
Ses
En kesin çığlıkları kendiyle konuşmanın.

Duygular patronu, özeti meyhanelerin
Laleler, onlar ki benim en çiçek hayvanlarım
Elinde bir çakıyla her zaman bahriyeli
Durup en değersiz yerinde kaldırımların

Ya da bak kardeşim benim adım Süleyman
Orası karşı kaldırım, orospu bahçeleri..
Bana kalırsa yan yana gelmeyelim
Bahriyeli!
Belki bir sıkıntı var denizsiz gemilerin.

Bir sorumsuz kapımı çalar her sabahleyin
Kapılar, onlar ki benim en kadın hayvanlarım
Oysa ben her türlü kıpırtının ardından
Bir böcek, bir ışık ve yoksullar gibi korkarım
Ya da bir yolculukta bunalmış gibi
Varıp da farkına uzaklığımın
Korkular
Bak kardeşim benim adım Ismayıl
Kafamı kızdırma adamı bıçaklarım.

Binlerce yıl da binlerce yılın niteliği
Zulümler, onlar ki benim en kesin hayvanlarım
Tunç öküzler içinde yanması esirliğin
En soysuz ağızları en katı mantıkların
Ya da bir Neron’un yeniden gelişi gibi
Görüp de halini deşilmiş karınların
Aşk
En bitirim acılarda en dayanıklı kalmanın.

Sen miydin acı lale, cam dışları gibi gösterişli
Laleler, onlar ki benim yakınlık arkadaşlarım
En canlı yüreklerin en canlı mantığında
Sürüler, sürüler, insan sürülerinin
Ya da bir Sivaslının gölgesi gibi
Karanlık, ağır, mahzun dönmenin
Laleler
Kim bilir nerde kim bilir kimi sevdiğimin.

admin

Edip Cansever – Konyak

in Şiir

Bugün pazar eve kırmızılar taşıyorum
Amcamı arıyorum duvara bakıyor amcam
Duvarda ne var, ben de bakıyorum
Komşuları çağırıyorum onlar da bakıyor
Çağırsam önüne gelen duvara bakacak

Sanki hiçbirimiz duvar görmedik
En sevimli cinayetleri işliyorum
Çiviler çakıyorum, bir sivrilik uyumunda çiviler
Kutular, evler, gömlekler asıyorum üstüne
Asıyorum, asıyorum, asıyorum
Aşkın, amcamın, mavinin önünde.

Duvara bakıyorum duvarı çoğaltıyorum böylece
O da bana bakıyor, ben de ne var
Su götürmez bir gürültüyle
Gelin olmuş bir kadın tuhaflığıyla
Size anlatamam güneşi durdurarak.

Bu kaç kapılı bir konyak?

admin

Edip Cansever – Phoenix

in Şiir

Ben orda, akşamına orospular dadanan
Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda
Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
Kadınlarda oluyor kadınsız bakışlarla
Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
Ya Tanrıya inanır ya da isyana.

Kimseye vermiyor ki acılardan artarsa
Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan
Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan
Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa
Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.

Orası bir ölümdür şarabımı doyuran
Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar
Vaftizi gün ışığında bir garip protestan
Tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar
Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
Yeniden doğmak için çıkardığım yangından.

admin

Edip Cansever – Şey Şey Şey ve Şeylerden

in Şiir

Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam
Bir köpek sokak değiştirdi, korkak
İçi süt dolu bir lokanta, ve kapandı
Ben ağzıma geleni söyledim, öyle
Gene bir ağaç öttü, bu kaçıncı.

Sevişsek olmaz mıydı, varan bir
Elbette olurdu, bir kır çiçeği bir bulut
Bir gülüş kanamak üzere, ve gizli
Ve çabuk tarafından bir şey, şarap
Aşk gene kelime değiştirdi, vahşi.

Güneşe çıktık, bunu unutma, varan iki
Ne uzak bir sesimiz vardı, efsane
Gelince Ç ile geliyordu bir çay
Oysa biz iki demiştik, varan üç
Gözler ki demeye kalmadı, derin.

Kim bilir ne seviştik ki saat kaç
Elleri tetikte bütün gazetelerin.

admin

Edip Cansever – Bir Ay Aldım Diyarbakırdan Tokatta Biri Öldü O Zaman

in Şiir

Tokatlı diyorlar ya da bir atın başlangıcı
Eğilmiş, sakin, içkiler alıyor kalabalıktan
Şimdi o mor gözleri mor bir kadınla ilgili
Birazı namuslu iyi, birazı açıkça perişan
Ya da bir kadın bir kadını öper gibi
Hiçbir şey anlamıyor yaşamaktan.

Hiçbir şey anlamıyor, diyelim anlamıyor
Ama bir yalnızlığı tamamlıyor durmadan
Askerler geziniyor, her yerde bu göz kahveleri
Ben bu gözlere Tokatta rastladımdı bir zaman
Hopalı, biri vardı, hamalın biri
Daha hiç çıkmayacak karısının koynundan.

Bir kadeh olmalı ya da bir rakının başlangıcı
Ansızın bir göl Anadoludan
Bir yanda bir balıkçıl ne zaman istese ölür
Kocaman bir iz bırakır çılgınlığından
Sonra o adamlar ki çelimsiz, esmer, bıyıklı
Ve bütün gün sevişirler acılarıylan.

Tokatlı diyorlar ya da bir ekmeğin başlangıcı
Ezilmiş, sakin, onca bir yoksulluğu ödüyor durmadan
Bu kimin evreni, bu saçına bir el atma saatlerinde
Bu kim ki ölüyor Tokatta ölüyor her zaman
Ya da bir erkek bir erkeği öper gibi
Hiçbir şey anlamamış yaşamaktan.

admin

Edip Cansever – Beyaz Atlar Surlara

in Şiir

Benim yüzümde her şeyler var
Üç dilim ekmek bunlardan biri
Annem bir taşa oturmuş bunlardan biri
Sur dışlarında hafif bir eskici olur
Olur ya, bir kendi olur biraz da elleri
İnsan yalnız mı buna bir çare düşünmeli.

Dün biraz ağlamıştım bunlardan biridir şimdi
Çok gülünç bir şekilde kahveye giriyorum
Sorsam ya kapıdayken gözyaşı girilir mi
Girilmez, girilmez, bunu her mahmut biraz anlatır
Korkuyla anlatır, yüzünü baygın tutar anlatır
Kahveci, seni sevmiyorum bunlardan biri.

Bir deniz yandı gene, yansın ne çıkar sanki
İşte bir horoz öttü yüzümün yarısında
Yüzümde bir horoz var dünyanın biri
Seni sevmek neden mi, acı ve güzel
Geldikçe geliyorlar ellerinin elleri
Odalar! çıplak masalar! buna bir çare düşünmeli.

Bu da bir şarap olmalı şimdi boşluğu dolduracak
İçinde bir korsan ağzıyla içmeli
Eskidir, yorgundur, kayıptır diye yüzler
Bir sinek bir sinek mi vurunca öldürmeli
Ve sinek öldü müydü hafif bir uzaklır olur
Olur ya, hem biraz dargındır hem biraz evli
İnsan sevdi miydi buna bir çare düşünmeli.

admin

Edip Cansever – Petrol

in Şiir

Bıkmıştım, kediler damlarda vardı
Adamlar geliyordu birtakım adamlardan
Ben, Henri, Alain, bir de Bob
Bugün hepimiz noksan
Bugün hepimiz noksan.

Henri’yi tanıyoruz, kim der ki tanımıyoruz Henri’yi
O bizim musluğumuzdur, çok hızlı akar Avrupa’dan
Alain’se açlığımızdır, bir sürü kadınlar tanır
Günün her saatinde ayrılan
Günün her saatinde ayrılan.

Yorgundum, uzakta güller vardı
Yeni bir gül oluyordu bir gülün oynamasından
Bir ay yeni bir ay yapıyordu odaya girdiğini
Biz Bob’u çok seviyoruz, Bob çünkü umutsuzun biri
Ölüler gibi yani, en çabuk akılda kalan.

Kim geçti bu leylaktan nedense anlaşılmaz
Karışık yüzler aldık birtakım çarşılardan
Ben, Henri, Alain, bir de Bob
Burası Avrupa bazan da şiirde olan
Sizi anlıyorum
— Ne çıkar bizi anlamaktan.

admin

Edip Cansever – Umutsuzlar Parkı

in Şiir

I
Biliyorsunuz parkların
Sizi çağıran tarafları
İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı
Orada saklanıyor onlar
Çünkü her türlü saklanıyorlar orada
Bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla
Dağınık mavisiyle gözlerinin
Sevgi vermez kadın uçlarıyla
Korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak
Eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin
Yalvaran bakışlarıyla — nasıl da sevimsiz —
En kötüsü, belki de en kötüsü
Bir duygu açlığıyla soluyarak
Parklara yerleşiyorlar, parkların
Onları çağıran köşelerine
Bir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyah
Bacak aralarından
Çömelmiş, öyle sakin
Selamlıyorlar
“Günaydın” diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına
Kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından
Birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor
Acılar alıp veriyor dünyadan
Dillerini gösteriyorlar, dizkapaklarını
Bir sıkıntı şiiri gibi
Sıkıntı
İşte
Tam orada duruyorlar.

II
Bu kimin durusu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde
Her cümlede iki tek göz, bu kimin
Ya da kim korkuttu bu kadar sizi
Bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı
Ya da tam tersine
Boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere
Sulardan ürpermek gibi dokununca,
Ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla
Kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi
Denir mi, ama hiç denir mi, iş edinmişim ben
İş edinmişim öyle kimsesizliği
Kendimi saymazsam — hem niye sayacakmışım kendimi —
Çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi
Konuşmak? konuşuyorum, alışmak? evet alışıyorum da
Süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi.

Ne çıkar sanki sardıysam sizi kollarımla
Unutmak, belki de unutmak olsun diye mi
Onu da tatmak gibi
Oysa ne bir evim oldu, ne de bir yerim var şimdi gidecek
Ama gitmenin saati geldi
Kirli bir gömleği çıkarıp asmak
Yıkayıp kurutmak ister ellerimi
Su içmek, saati kurmak ve sebepsiz dolaşmak biraz da
Açınca camları — diyelim camları açtık ya sonra? —
Sonrası şu: ben bir camı, bir perdeyi açmış adam değilim
Bilirim ama çok bilirim kapadığımı
Öyle iş olsun diye mi, hayır

Bilirim içerde kendimi bulacağımı
Dışarda görüldüysem inattan başka değil
Evet, çünkü bu karanlık işime en geleni
Kendimi saklıyorum ya, bir yığın ölüden gelen kendimi
Oramı buramı dürtüyorum, bunu sahiden yapıyorum
Ve açıyorum bütün muslukları
Diyorum sular mı böyle, sular mı olmalı
Ne geldiği, ne de gittiği yer belli
Olmuyor, gene kendimi düşünüyorum
Alıştım istemiyorum.

III
Binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum
Bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz
İnsan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü
Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum
Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum
Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı
Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı
Evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna
Değişmek
Biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını
Bana kızıyorlar sonra, ansızın bana
Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma
Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan
Ve geçilmiyor ki benim
Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.

Bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz
Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan
Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum
O yapayalnız olmaktaki kendimi
Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi
Sanki ben upuzun bir hikâye
En okunmadık yerlerimle
Yok artık sıkılıyorum.

IV
Biliyorsunuz, size geldim sadece
Kapınızdan aldım, ballı çöreklerinizden
Peki bu sevinmek niye?
Girdim ki içeriye yıllardır soyunuyordunuz
Ve işte giyiniyordunuz yıllarca
Bir Mısır, bir Roma, belki de bir Yunan elleriyle
Eski bir insandınız merdiven gıcırdıyordu
Her eski daha bir eskiyi uyarıyordu
Otlar ve geyikler duruyordu tanımsız sadelikler içinde
Sesler mi? acı sesler geliyordu erkeksiz, yanık
Bir türlü bakıyor, gene bir türlü soluyordunuz işte
Düşündüm, ama merdiven gıcırdıyordu
Olmazdı sanki gıcırdamasın, ürpermesindi bir yerimiz
Biliyorsunuz olmazdı
Ağzımız koksun, ama koksun, biz iğrençliğe de varız
Yatalım, leş gibi yatalım, öylesine alıştığımız ki bu
Bir kumru bir kumruyu tamamlasın
Bir yılan, bir fare bir deliği kapasın bu
Sadece bu.

Bak göreceksin nasıl da ayrılmak istiyoruz sonra
Nasıl da kaçmak istiyoruz birbirimizden
Yeniden yeniden yeniden
Yeniden hazırlanıyoruz
Sanki bir güzelliği ödüyoruz
Belki bir güzelliği ödüyoruz.

V
Biz olmayan insanlarız, ya da çok kuşkuluyuz — böyle
Nereden geldiniz, tam sizi soracaktım — böyle
Biraz da soğuk almışım, biraz da içki, biraz da bahçe
Yukarı çıkalım, hadi çıkalım, annem çay pişirir size
Çünkü o bizim yukarda her zaman bir mavi olur
Güneşler girer çıkar ellerinize
Biriyle konuşursunuz, olmayan biriyle, hadi sevinin
Kim bilir, belki de buluşursunuz
Söz verip sizi bekletenlerle
Sonra da çıkarız — niye olmasın — bahçeye çıkarız birlikte
Otlara basarız, dallara değeriz, bunları hep yaparız
Biraz da susmalıyız. İnsan bir şeyler aramalı kendinde.

Dedim ya, annem de var, ama çay pişirmez size
Durur da durur işte yıllanmış heykeller gibi
Bilmem ki, bilmiyorum da, belki de benim annem yok
Belki de öyle beyaz ki, alışmış görünmezliğe.

Nereye gidiyorsunuz ama nereye
Sanki biz olmayan insanlarız biraz da kuşkuluyuz
Ya da çok kuşkuluyuz — böyle.

VI
Yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz?
Elimi suya uzatıyorum, siz misiniz?
Siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum
Belki de kim diye sorsalar beni
Güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi
Belki de alıp başımı gideceğim
Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
Nereye, ama nereye olursa gitmenin
Hüzünle karışık bir ağrısı.

İşte bir denizdeyim, dalgalar ortasında
Kim olsa denizci der, denizden anlayan der bana
Adımı bilmeden der, adımı bilmeden
Şafaklar kadar güzel adımı
O zaman bir kıvrılandır, bir kuruyandır dudaklarım
Ve gittikçe sıkılmaktır ülkesi sıkıntının
Sanki bir yokluğa, bir çaresizliğe bakar gibi
Nice yüzler görürüm, nice değişik kıyılar
İnsanı, o kayalar gibi sert insanı
Bekledikleri kadar.

Bir ağız, bir tütün, bir mızıka gerçeği gibi
Varınca kıyıya birden
Değilsin artık gemici.

VII
Bana bir şeyler söylediniz, anlamadım
Bir cümle, bir iyi söz, gene anlamadım
Doğrusu hiç anlamadım, siz ne demiştiniz?
Ben ne demiştim, ve çekip gitmiştim sonra
Öyle ya, niye hiç değişmedi bakışlarınız?
BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

O gün bugündür işte — ben mesela
Çok usta bir avcının gözleri karşısında
Bir çocuk olarak taptaze oyuncakların
Ve çok ölçülü saatlerinde ev kadınlarının
Ki birdenbire açılan kucaklarında
BİTMEDİ, AMA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

Bitmedi anlaşıp soyunduğumuz gün — o beyaz
Bir taşı kaldırdığımda o akıl almayacak yaşayış
Tanrıyı sorduğumda, olur ya, günün birinde tanrıyı
Odama kapanıp saydığımda ayak parmaklarımı
Kapımı çaldıklarında — bunu size söylüyorum anladınız
Kaykılmış, büyümüş gözleriyle onların
Kim der ki yalan, ve yalandır orda konuştuklarımız
BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

Üstelik bitecek gibi değil
Biri kopmuş ayağından, biri kopmuş kimsesizliğinden
Sımsıkı tuttuğu dönerken köşeyi
Elinde bir bıçakla
Ve öldürmek isterken — kimiyse kimi
Gülünç, sebepsiz, bilinçaltı
Ama tutalım, koyvermeyelim
Tutalım koyvermeyelim bırakın kibarlığı
Yanılmak kolay, üstelik çok belli işte yanıldığımız
BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

Paralar bozduruyoruz, gereksiz eşyalar alıyoruz bu yüzden
İçtikçe içiyoruz o çocukluk günlerinin yüzüyle
Biri mi öldüydü ne, selviler, mezar taşları, kalabalık
Ya da bir masal mı söyleniyordu, hiç mi hiç bitmeyecek bir
masal
Kimbilir n’olduydu gene
İşte bir sevgilinin bırakıp gitmesi üzerine
Apışıp kaldığımız, yatıverdiğimiz yemekten sonra
Saatin kaç olduğu — üstelik sorulmaz ki
Sabaha kadar sabaha
Uyuyup uyandığımız
BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

Evlere sığamıyoruz, öylesine büyüdü ki vücutlarımız
Ve konuşmalarımız, öyle büyüdüler ki peşi sıra
Hani hep bir olup da eve taşıdıklarımız
Kahveden, meydandan, sokak içlerinden
Bulup da çıkardığımız
Konuşmalar:
— Biri geliyor sözü değiştirelim
— Yürüsek açılırdık
— Bu ne uzun bakmak kendinize
— Ağzım mı kokuyor ne, yaa!… çok kötü bir günümdeyim
— Akşama bezik, evet, siz ne içerdiniz?
— Annem mi, çok sevinecek..
— Belki de sinemaya gideriz..
— Bilirsin erken kalkmalı, yarın., (gülüşler) yok canım!
— Siz yarın deyince aklıma ölmek geliyor, katıla katıla ölmek
— Bana kalırsa..
— Evet size kalırsa
— Bana kalırsa şimdiden eğlenelim
— Sus!
— Biri geliyor
— Biri geliyormuş sözü değiştirelim..

Yengemin başı ağrıyor, tek sebebi büyümek
Masalar, tabaklar, hani şu kirazlar koyduğumuz
Kalmadı adım atacak yer bu yüzden
Oğuza söylemeli, bir daha çiçek getirmesin
Lale de saçlarını kestirmeli
Sonra gereksiz eşyalar var, bir gün oturup konuşalım
Örneğin şu hasır koltuk neye yarıyor
Bana kalırsa babamın mineli saati
Tek başına bütün bir odayı dolduruyor
Hele annemin güneş gözlükleri
Yarından tezi yok, çakımı, kol saatimi, eldivenlerimi
Aaaa! kitaplarınız
BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

Üstelik bitecek gibi değil
Çok yaşlı bir kadın yün eğiriyor — düpedüz ilgisizlik
Bisiklet yarışları, akşam gezintileri, insan ne güzel eğleniyor
Bir hırsız giriyor ellerinize polisler hırsızı kovalıyor
Daha akşama çok var — olsun — biri sizi öpmeye hazırlanıyor
Bense berbere uğrayacağım, şu saçlarıma bakın!
Üstelik bilmiyorum bu şarapları nasıl içiyoruz
Balıkları nereden geliyor soframızın hele
Yıllardır ama, yıllardır neyi koysalar önümüze
Alıştık, sadece bir türlü bakıyoruz.

İşte biz böyle yapıyoruz.

VIII
İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli
Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, iyi bilmeli
Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye
Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek
Oooo! demek bütün insanlar çay içecek
Bilmem, çok uzakta biri sevindi
Sonra ben sevindim; acı mı, sevinç mi, ama bilmeden
Belki de ilk olarak vardım ayakta durmanın tadına
Sıktım ki sıktım bir ara dişlerimi
Bir bakış, bir korku, yada gereksiz bir eşya
Yani ne varsa atılması gereken sırtımda
Önce yavaş yavaş, sonra hızlı hızlı
Ve bir Ortodoks kabalığınca içten
Soyundum, yıkandım, ki görülmemiştir böylesi
Aklıma geldi derken; acı mı, sevinç mi, gene aklıma
Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini
Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, biraz da bunun için
Gözlerim görüyordu, öyle ki, benden ayrı görüyordu gözlerim
Dişlerim ağrıyordu, denir ki ayrıca ağrıyordu benden
Bilmem, çok uzaklarda biri sevindi
Sonra ben sevindim, kadınlar sarışındı
Ben biraz esmerdim, o kadar
İşlerim kötü gitti
Bilseydim katılırdım savaşlar oldu ötemde
Yaşayanlar güzeldi
İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli.

Geçen yıl korkulu bir çağda uyandım
Sur dışlarına çıktım, sıcak havaları severdim
Mezarlar gördüm, müzeler daha güzeldi
Annem sevinmek için boncuklar alıyordu çarşıdan
Ben boncuğu sevmem, hele kırmızı hiç sevmem
Demek çok uzaklarda biri sevindi
Sonra ben sevindim, o ben ki işte bütün gün
Bir ölüyü bekledim ve ölünün bütün inceliklerini
Biri bir cinayetten dönüyordu, şan getiren bir cinayetten
Biriyse bir köleydi, kâğıtlar kalemler içinde
Akşamlara dek bir masa katılığınca gülen
Ama o gün bugündür ayrılmadım ben
Ayrılmadım işte o
Beklediğim ölüden.

Pek yakınım olacak, karım, ya da kızkardeşim
Belki hiçbiri değil, sadece bir kız
Öyle ki, biralar, yaz günleri onunla biraz güzeldir
Ama çok iyi bir günde çıldırıverdi
Yalnızlıktan
İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli
Sonra temizce bir yemek yemiştim, hatırlıyorum
Dövülmüş kısraklar gibi uyumuştum
Bir şeyler ummuştum, umudu kesmek gibi
Sonra da gürültüler yapmak için dışarı çıktım
Kocaman bir adamdı dışardakiler
Bilmem, böylece kaça çıktı beklediğim ölüler
İşte her bakımdan kendini arıyordu biri
Şaşırmış arıyordu — ben miydim neydim —
Yıkılmış, bunalmış, sürgün içinde
Kendini arıyordu, aynı renk, aynı biçimdeki kendini
İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli.

Koşup duruyorken, önce aşkların peşi sıra
İyi günler, serin evler, baygın kokulardan gelen aşkların
Bu sanki en azından tanrıyla işbirliği
Ya da buluşmak gibi özüyle insanların
Oysa bir sığıntıydım çok uzaktan bir gülmeye
Yalvaran gözleriyle — açılmış açıldıkları kadar —
Ya da bir tilki avında kim bilir kimin inceliği
— Gözleri, ufukta bir yerdi işte gözleri —
Belki de yer alıyordum korkuyla avuntu karşısında
Belki de yitirilmiş, yok bakacak bir yeri
Ya da bir ölüydük işte ve ölünün bütün incelikleri
Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, iyi bilmeli
Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye
Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek
Oooo! demek bütün insanlar çay içecek
Hayır! Çok uzakta biri sevindi.

IX
Artık ne uyanmak için bu sabahlar
Ne de bekliyoruz, beklemek için değil
Üstelik ne de bir karanlıkla anlatıyoruz bu düşünceyi
Ne açıp da ağzımızı tek kelime
Yok, hayır, kaskatı durmuşuz sadece
Durmuşuz; ölümü, acıyı, daha neleri durdurmak için
Evet bir de cins tuzaklar kurmuşuz gözlerimize
Tuzaklar, ve sanırım herkesin işi bizi anlamak
Biz ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım
Artık adını sürdüremiyoruz gizli kalmanın
İçkiler içiyoruz, en çok da kötü içkiler — Hıh sığınmak!
Bilmem ki ne demeli, böylesi içinden geliyor insanın
Belki de alışıyoruz, soylu bir düşüncedir alışmak
Diyoruz, belki de
En önce İsa alışmıştır kendi söylevlerine
Sonra da biz; ya durmak, ya da bir zincirle oynamak bütün gün
Ya da pek olağan şey, katılmak bir döğüşe
Korkmak, o kadar korkmak ki sonuca varmak için
Sinmek, kalakalmak dört duvar arası bir yerde
Bakınca duvarlara — üstelik böyle de bakmak kendimize
Biz ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım
Diyoruz — ve gülünçtür bu — herkesin işi bizi anlamak
Artık tadını sürdüremiyoruz gizli kalmanın.

Karımı soruyordunuz, her zamanki gibi çok geveze
Bir gün onu yaşarken görmüştüm — görmüştünüz
Çiçek mi koparıyordu ne, elini tutmuştum tutmuştunuz
Yani ben ne yaptıysam, o sizin de yaptığınızdı biraz
Ben ki neyi yapmıyordum, o sizin de yapmadığınızdı.

Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım
Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte
O kadar kolay ölmüştür ki, belki de anlatırım
Ne süs, ne çiçek, ne de bir şölen
Üstelik ne de bir şey eksiltti gülümsemesinden
Konuşup duruyordu gene akşamlara dek
Kumarsa kumar, içkiyse içki
Yani bir kedi gelirdi arada bir
Bir köpek siyaha koşardı ellerinden
Bense o günlerde bir kürk tacirinin evinde
Tırnakları kirli bir oğlanla
Bir gemici durmadan sıkıntıyı anlatır
Şişeleri devirirdi elinin tersiyle.

Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım
Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte
O kadar kolay ölmüştür ki, elbette anlatırım
Bana gelince, günlerce kendimi yokladım ben
Elimi kanattım, yüzümü kestim, kafamı vurdum bir yerlere
Uyudum uyudum uyudum öylesine
Ve şaşırdım böylece yemek saatlerini
Ve sabahlara karşı yattım, aklıma çocukluğum geldi
Sevdim ki sevdim o her zaman sevmediğim şeyleri
Koynuma bir bıçak yerleştirdim, düşmeyecek gibi eğilirken
Geceleri kapkalın adamlarla döğüştüm, ama döğüştüm
Birinde yaralandım, üç dikiş vurdular göğsüme
Bir gün de peşi sıra gittim bir adamın
Siyah elbiseli, siyah şapkalı, eldivenli
Adamsa ummadığım şey, bir bankaya girdi
İsteğim kirli işlere karışmaktı, olmadı

Bir gün de bir lokantaya girdim, yanımda biri vardı
İğrendim, ama susmayı seçtim sadece
Böyleyken garsonun biri elini kesti
Çıkardı mendilini, bir düğüm attı üstüne
Masaya geldi derken usullacık masaya
Geldi: ne içersiniz? Sahi biz ne içer mişiz?
Şarap mı, konyak mı, ve ne dermişiz viskiye
Çıkalım dedim o yanımdaki kız gibi herife
Başını salladı, kim olsa böyle yapardı, çıktık
Karanlık, uzakta surlar, ve kadınlar geliyordu üstümüze
Bense şaşırmış gibi çıkalım diyordum durmadan
Adamsa bakıyordu, şaşırmış bakıyordu kendimize
Hep böyle diyordum işte, çıkalım çıkalım çıkalım
Çıkalım diyordum, çıkalım diyorduk, hadi çıkalım!
Nereye, ama nereye?

Belki de biliyoruz, doğrusu bilmiyorum, biliyor musunuz?
Ben askerdim, yağmur mu yağıyordu, bir yere geldim
Üçüncü sınıf bir otele indim, tırnaklarım kirliydi biraz
Bir o kadar da kirliydi ayaklarım
Burnum mu kanadıydı ne; ispirto, pamuk, sırtüstü yatmak
Yattım öğleye kadar, otelci karısını dövdü aşağıda
Üç çocuğu vardı otelcinin, bir horozun başındaydılar
Sabahsa bir karışık şeydi, sanırım peynirler, salamlar kesiyordu
adamlar
En ayıp yerlerini tıraş ediyordu biri
Alıştım gitti
Sonra yıkandım, tıraş oldum ben de, görmeliydiniz
Sonra da bir bara gittim — neee! bara mı gittiniz?
Doğrusu müzeleri gezecektim, biriyle buluşacaktım — sonra da
Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla…
Öldüyse, hayır ölmemiştir, nereden çıkardınız?
Neyse ben bara gittim, çıkarken anladım gittiğimi
Başım da ağrıyordu, üstelik alnımın üstünde koca bir yara

Ya duvara çarptımdı, diyorum, ya da kestimdi bir bardakla
Ya da kim bilir, bana sorarsanız tanrısal bir şey
Elbette, kim ne der, inanmışım ben
Bir keder, bir susuş, ve bütün bunların yüze vurmuşluğuna
Otele döndüm sonra, oteller gidiyordu biraz
Girmeler, çıkmalar, uzanıp yatmalar büyüyordu odalarda
Otelci duruyordu, karısı duruyordu, çocuklar durmuştular
Birden aklıma geldi, dilimi çıkardım onlara
Dilimi çıkardım; sipsivri, kıpkızıl, ucunu oynatarak
Onlar ki biraz şaşkın, acıyorlar gibi biraz da
Sonra pek tuhaf oldu, ne yapsam, yalıyor gibi yaptım elimi
Öyle ya, elimi kestimdi ben — ne yani, deli değilim ya!

Yukarı çıktım, bilseniz çığlıklar içindeydi odam
Yataklar bir şeyleri kaydırıyordu soluk soluğa
Bardaklar büyümüş — o gün bugündür anlatamam büyümeyi
Çoraplar, gömlekler, kravatlar taşıyordu sokağa
Bir kedi esniyordu — ben gördüm — üstünde şehirlerin
Bir böcek — yetişir be — dünyayı yokluyordu bacaklarıyla
Yığılmış kalmışım öyle, sonradan anlattılar
İyi ki anlattılar, otelci karısını dövdü gene aşağıda
Biliriz, üç çocuğu vardı işte otelcinin
Ama bilmiyoruz, biz neydik ve ne olmağa.

Kalktım bir bara gittim — neee! bara mı gittiniz?
Doğrusu müzeleri gezecektim, biriyle buluşacaktım — sonra da
Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla
Kadın mı dediniz, dedim ya, ne olacak?
Hiiiç!
Alışmak, sadece alışmak.

Ben o kadınla yattım mı, kör olayım bilmiyorum
İnanın yattımsa
Ama bilmiyorum.

X
“Ya ne yapmalı” diyor annem bu geçkin çizgileri
“Yıllardır aynı evdeyiz” bunu ne yapmalı
Babam: ve ne yapmalı diyor bu bir yığın geleneği
İşte bir sahnedeyiz: ev, gelenek, duygulu kadın
Bense ufacık taşlar üzerinde bir ufacık şey olmanın
Bir pencere beyaz, bir karanlık mayhoş, ne iyi
Sürüyle odalar, sürüyle gülüşler, sürüyle konuşmalar
Ne yazık! vakit de yok kurtarmak için geleceği
Düşünsek bile şimdiden — düşünemiyoruz ya
Üstelik ne çıkar bundan, ve ne katardı yaşamamıza
Hiçbir şey! çünkü ne varsa içimizde gelecek için
Sanki bir öyküsü bu hayatı süslemenin
Soframız, yatak odalarımız, lambalarımız
Annemin tarih kitapları, babamın güneş gözlükleri
Kuyular gibi işte, şişeler sarkıttığımız yaz akşamları
Tavan arasındaki boşluk, gölgesi karşı duvarın
Kırlangıç yuvaları, yüzümüzden cins kanatların geçtiği
Kavunlar karpuzlar yardığımız, o yemekten ayrı düşündüklerimiz, o
Bir şey mi kaybettik öyle, kim bilir bize neler eklediği
Sonra bir bıçak gibi durduğu sarısı içe çökmüş lambaların
Babamın kaşları çatık, annemse düşünceli
Kim bilir n’olduydu gene, diyelim bir yoksulluk önceliği
Belki de hiçbiri değil, canımız sıkılmak istemiş o kadar
Annem: ve ne yapmalı diyor bu geçkin çizgileri
Böylece bir sahne daha: güneşler, alışmak ve biz
Sanki bir tramvaya bindik, az sonra ineceğiz

Aksilik bu ya, diyelim ansızın bozuldu tramvay
İndik, ve yeniden beklemeye koyulduk hepimiz
İşte bir sahne daha: bir sigara yaktıydı babam
Annem saçlarını düzeltti, bir şeyler gösterdiydi eliyle
Bizse kısa bir oyun tutturduk, hiç! yetinmek için sadece
Öyle bir sahne ki bu: anladık, sevdik, ve unuttuk her şeyi
Sonra bir tramvay daha geldi.

XI
Size baktığım yol uzamakta
Kendime baktığım yol uzamakta
Yoruldum, bunaldım, canım sıkılıyor
Eve dönmeliyim, iyi bir yemek, uyumak istiyorum sonra
Yok eğer uzayıp gidecekse bu iş
Derim ki vakit erken, hava da güzel nasıl olsa
Çocuklar görürüm, uzağa bakarım, saçlarımı tararım hiç değil
Belki de biri seslenir, güneşler güneşler tutan uyruğunda
Bir resim görürüm ya da — ortalık inceydi biraz
Ya da bir resim gördüm; köşede, antikacıda
Ve düşündüm diyelim yanında bizim şamdanların
Bir uyuşma olacak annemin saçlarıyla da
Ne zaman? elbette sabahları
Sabaha baktığım yol uzamakta
Bilirim, her şey tamam, yemek de yendi kurtuldum
Uykuya baktığım yol uzamakta
Uyumak, nasıl uyumak, daha bilmiyorum
İki perde arası soğuk bir limonata
Belki de çıkınca evden taşıtlar beklediğimiz
Ve taşıtlar beklediğimiz durakta
Birini gördüğümüz ya da, geveze, kaypak, sıkıcı
Bitmesi bir olayın — ölüm mü geliyor aklınıza?
Kim bilir, belki de ölüm
Ama korkmayın, bütün iş korkusuzlukta
Öyle ya, ha dibinde ölmek gümüş şamdanların
Ha bir cellat elinde, gözleriniz kapalı
Belki de yürüyorken, iki taşıt arasında
Belki de bir intihar; güzdü, çiçekler vardı

Şişman bir adam kulaklarını tutuyordu dünyada
Dünyaya baktığım yol uzamakta
Ve biraz düşünsek mi, alıştık nasıl olsa
Kim bilir neyi istiyorduk, neyi anmıştık az önce
Dönsek mi dersiniz, gene dönsek mi oraya
Oraya baktığım yol uzamakta
Ya da bir bahçedeyiz — üstelik kadınlar vardı
Ağzınız, çatallar, tarçınlı pasta
Ya da bir toplulukta — iyi yaptınız!
Bu çok hoştur! — size söylüyorum — yaramaz çocuk!
Beni de sandınız! — evde mi? — hayır! limonlukta
Ve hemen kalktınız, bir yangın yeriydi orası
Ya da aklınız olacak sizi bir yangın yerine bağladı
Kızgın güneşte bir şişe ispirtoyu devirdiniz
Kutsal bir iş yaptınız ve yerleşti sizde bu kanı
Belki de bir din devirdiniz; anneniz, annenizin saçları
Gümüş şamdanlar, sabah ışığı, vesaire
Ve sanki her olay, her davranış ölümün bitişiğinde
İşte evdesiniz, iyi bir yemek, uyumak istiyorsunuz sonra
İstemek, neyi istemek, daha bilmiyorsunuz
Açtınız radyoyu, ılıyan bir ses kanınızda:
AIU, İAO, AĞ UĞ AĞ
Ve kahkahalar arasında kahkahalar
Orada, aşağıda
Tek umut, tek varış, tek kurtuluş gibi
Ve kaskatı kesilmiş, beyaz
Sallanıyorsunuz boşlukta.

XII
Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnedi — tak
Bir yüzü vardı kocaman düşüverdi avuçlarına
Bilmem ki gelir miydi? — saat üç buçuk — üstelik hava..
Sonra şu yağmur bulutu, boşandı boşanacak
Bir kedi ürperdi, ve adam yeniden esnedi—tak
Acaba?
Yazıldı saatin üç buçuk olduğu havaya
Boşandı taptaze üçler halinde bir yağmur
Kim bilir, bu saatte, onu anlıyorum
Belki de unutmuştur.
İşte düğmeler, iğneler, ibrişimler satılan bir dükkânda
Herkesin akşamı onu buluyordu
Bir adam sakallarını yokluyordu kasılarak
Sizi bekliyorum — beni bekliyormuş — niye olmasın?
Bir bakış, bir gülüş, ve yüzünü yüzüne tutuyordu ustaca
Adamsa şunu yapıyordu: hiçbir şey, ama hiçbir şey
Ne tuhaf! — Ben olsam! — ne çıkar ben olsam da
Gelmedi, gelmeyecek ve otuz yıl önce yazlıkta
Oturmuş bir köstebek yavrusunu bekliyor
Çıkmadı, ama çıkacak — babası sesleniyor
Bir sofra duruyor, gerilmiş çilek kokularıyla
Tam çileğe geldi sıra, uzattı çatalı batıracak
Hayır! bir tuhaftır bu, insan gecikmek ister biraz da
Gecikmek: sanırız bizi bir şeyler bekliyordur olağanüstü
İşte ansızın biri çıkacaktır karşınıza
Hiç yoktan biri çağıracaktır sizi
Ya da bir kadın bayılacak, bir memur çıldıracaktır önünüzde
Bir kurşun, bir kurşun daha

Yere serecektir bir serseriyi
Gecikmek: bana kalırsa eve dönmeli en iyisi
Bir küfür, bir patırdı ve babası çıkışıyor
Annesi, annesi biliyor başına geleceği
Bahçede bir kız çocuğu erik ağacını sallıyor boyuna
Diyelim her olayda böylece bir şeyler bulunur
Kalsın, daha çok zaman kalsın diye hatırda
Bir gün, bir benzin deposu havaya uçmuştu biliyorum
Bir alev, bir duman, usulca sokulmuştum
Yanmış bir cep saatini aklımda tutmuştum yıllarca

Gelmedi, ama gelecek, nedense alıştık zamansızlığa
Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnemedi bak
Demek siz! — koca ihtiyar! — ıslandım işte!
Saat üç buçuk, vallahi saat üç buçuktu gene
Hey Tanrım neye yaradı sanki unutulmak
Kadın saçlarını tarıyor, ve usulca sokuluyordu adama
Adamsa ayağa kalkıyor ve işte ayağa kalkıyordu ustaca
Dışarı çıkıyor, içeri giriyor, üç aşağı beş yukarı
Kadınsa domates doğruyor, yok mu ya bu yaz yağmurları
Evet, sahiden, niye?
Soruyor kadın:
Bu yaz yağmurları..

XIII
Şimdi her yerden bakıyorlar — demek uykusuzum —
Kral birini çağırıyor uykusu bitmiş olarak
İşte salı, akşama doğruyuz, Bay Kemik Taciri kestiriyor
Vahalam’da, bilmem ki neresidir Vahalam
Babamın, ak saçlı babamın açtığı yara
Bir tarla konusu
Oy bre dolduran doldurana boşluğu
Babamın akıttığı kan
Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam
Babamı tanıyorum; çorabı, tütünü, acılarıyla o adam
Eksiği yok küfürden yana
Onu buğdaylar öldürecek, sapsarı öldürecekler onu
Belki de gelenek bu
Al kılçıklarıyla ve hep birden — tamam!
Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam.

Kral birini çağırıyor, basarak parmağını kâğıda
Bay Kemik Taciri çamurdan yüzünü üstümde tutarak
Hırçın ve kadınsal bir sesle çıkışıyor
Anlamak, sadece anlamak istiyor korktuğumu
Bir adam sokağın alt yanını doldurdu
Kırmızı elleriyle
Masa camında bir çınar yaprağı derinleşiyor
Evet, sizi anlıyorum
Yani kendimi
Saat beş, bu üçüncü çay, kalkman bir yerimi öldürüyorum
Ve işte bilmiyorum katil kim
Bir burgu, gene bir burguyu oyuyor
Ve karım otuzunu dolduruyor bu akşam
Saat beş, diyorum erken dönmeli eve
Kral birini çağırdı ve işte birini kovmak üzere

Gene bir yanlışlık olacak, hadi kazandı Bay Kemik Taciri
Beni bu kemikler öldürecek, yağlı, pis hayvan kemikleri
Olanca aklığıyla, ve hep birden — tamam!
Bilmem ki neresiydim, neresiydi Vahalam.

Kral tacını çıkarıyor, başı ağrımış olacak
Onu selamlıyorum, kapıyorum kapıyı ardından
Saat beş, bakınca camdan onu görüyorum
Camlarda iri bir gölge derinleşiyor, o
Kralsa tavana bakıyor, bir kristal avize haklayabilir onu
Bay Kemik Taciri karşıya geçiyor başarıyla
Ben sadece paltomu giyiyorum

Akşam
Kral birini çağırdı; biraz et, biraz da şarap
Oturmuş masaya Bay Kemik Taciri
Karısı ve dört çocuğuyla
Duvarda bir tüfek asılı, durmadan ona bakıyor
Tavşanlar, keklikler, turnalar oluyor tüfeğin ucunda
Başkaca bir şey olmuyor
Ben kötü bir meyhaneye dalıyorum, ortalık küf kokuyor.

Duvara alıştırıyorum gözlerimi — siz nesiniz duvarlar?
Hiiiç! sadece duvarız biz
Öyleyse bir yarım saat, karım da bekleyebilir
Adamlar önce beyaz değil, sonra beyaz
Bir şapka gene bir şapkaya asılı
Bir palto gene bir paltoya
Bir adam kendiyle döğüşüyor bir adamda
Evet onu anlıyorum
— Yani kendimi —

Bir kadın bir sürahide biriyle sevişiyor
Bir burgu gene bir burguyu oyuyor ayrıca
Bir adam dikilmiş ve dikilmiş içiyor durmadan
Hey tanrım! omuzlu, güçlü, kuvvetli
Kocaman bir çocuk yüzü taşıyor yalnızlıktan.

Gece, saat on, karım otuzunda olmalı diyorum
Bir gidip bir geliyorum karanlıklarda
Çiçekler alıyorum, bitmeyen çiçeklerini gecikmelerin
Ve dalıyorum içeri ışıksız bir kapıdan
Aranmak, yenilmek, ve hayır! utanmaktı Vahalam
Kral uyandı, karım iç çekiyor durmadan
Bir sabah ışığı kendini yerden yere vuruyor
Kızım uyuyor, ve uyuyan biri gibi konuşuyor karım
Bir duvar resmi gibi konuşuyor
Kral?
Kral uyandı.

Saat dokuzu on beş geçiyor, üşüyorum
Güneşler mi vuruyor sırtıma ne, üşüyorum
Ölgün ve değişmez adımlar atıyorum, üşüyorum
Karanlık, pis adamlar çıkıyorlar mağaralarından
Ne umut, ne hiçbir şey, sadece çıkıyorlar
Bir gece, bir sabah, ve benim bakışlarımı taşıyorlar
Karım ağlıyor, kızım uyuyor, karımsa gene ağlıyor
Diyorum
kim bilir
belki de
tamam!
Orasıydı Vahalam.

XIV
İşte bu boşluk, durmadan bizi çağırıyor
Kremler, pudralar, iç bulantıcı kokular gibi
Bir kır bekçisi köpeğini sevdi
Bir çocuk delinmiş bir kovayı sürüdü — nereye?
Bir kadın bağırdı bağırdı bağırdı
Tam on yıl öncesine yarayacak bir sesle.

ÇOĞULLAMA

Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri
Seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle
Bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor — acaba
Evet, çok değil, konuşurken düzeltiyoruz
Orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz
Ama biliyorsunuz ki gene de
Hepimiz, işte hepimiz
Bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde.

Gözler mi? tavana dikili, hayır, pencereye
Yağmalar, sürgünler, yangınlar içinde
Çünkü bu boşluk; tüneller, çukurlar, kap kacak ağızları
Mağralar, denizler, gökyüzleri değil de
Bu boşluk, o bir türlü dolduramadığımız, o
Orman, dağ, kısacası evrenle.

ÇOĞULLAMA

Biz bu lavanta kokularını bilmeden taşıyoruz
Biz bu tavanı bilmeden eski rengine boyuyoruz
Bu bizim terliklerimizde ufacık güller oluyor — acaba?

Evet, çok değil, onları bilmeden hoşa gideriyoruz
Sormayın, ama sormayın, bilmeden aralık tutuyoruz kapılarımızı
Bilmeden bekliyoruz, bilmeden uyuyoruz sabahlara değin
Kim bilir, belki de biz
Tanrısıyız en olunmaz şeylerin.

Bu bizim en düzenli hareketimiz: olmak
Asılıp kalmışız sokak fenerlerine
Asılıp kalmışız öyle, görenler bizi görüyor
Görenler bizi görüyor ve gidip geliyoruz dikkatle
Doğrusu, niye saklayalım, hepimiz bunu yapıyoruz
Ama biz yaşıyorken de bunu yapıyoruz sadece
Cansız
Ve gidip geliyoruz dikkatle.

ÇOĞULLAMA

Biz bu kendimizi boşuna soruyoruz kendimize
Boşuna asıyoruz onları, boşuna öldürüyoruz
Bu bizim gözlerimizden ufacık şeyler geçiyor — acaba?
Evet, çok değil, bakışırken düzeltiyoruz
Biz ne garip şeyleriz ki; doluyuz, bazıyız, avuntuluyuz
Ve bizim en güzel öldüğümüzdür bu: yaşamak
Ben biliyorum, yalan mı, siz de biliyorsunuz.

admin

Edip Cansever – Çember

in Şiir

I
Vardır ya, hepimiz bir yerde olmak
Ben işte onu..
Tutulmuş gözlerinden ağaç altlarıyla
Bir turuncu bahçeye yürüyorken ustaca
Bir karınca küçümenliğe yerleşiyorken
Siyah olarak
Bir güneş şemsiyesi göğe öykünüyorken arada bir
Dönüyorken ve
Bir anı geldiği yere
İşte pek fazla kurcalamazsak dünyanın orta yerindeyiz
Ben
Yani çok değişik bir sokağı yakalamış bulunan
Kullanmak için yaşayıp ölmeye.

II
Bir kadın evine girer ellerimden
Bir adam tıraşı uzar ellerimden
Şöyle bir dururum, bunu hepiniz yaparsınız
Daha çok görünmek için yaparsınız bunu
Ve biliyorsunuz ki bu yüzden
Bir köpek bulanıklığa uğradı
Karanlığa yazıldı bir dülger
Biriyse “hişt” diyerek yanındakine
Kolunu dürter
Evet, bakalım insan nereye gidecek
Ben omuzlarımı alıp sıkıntıya giderim
Bir asker kışlaya döner
Sonra çok olağan bir şeymiş gibi
Yerine yer koyarak biraz
Bir şehir kendine ilerler
Böylece
Ama böylece
Gittikçe daraltır bizi o siyah
O büyük milyonerli çember.

III
Şunu şuraya koymalı Bili
— Ne kötü bir İngilizce —
Ya da ben
Gene mi yenildim Bili
Odada, adamın içindeki odada
Radyoyu açıyor Bili
Radyoda isterik bir sesle Amerika
Ne kötü bir hava
Ne kötü bir yaşantı
Kadehimi doldur Bili
“Seni seviyorum” de uşak olarak
Pencere korkunç kapa Bili
Radyoyu kapa
— Bili kalbini tutar, elbette çünkü Bili —
Kapa, ama kapasana Bili
Çünkü nasıl anlamalı dünya dönüyor
Hep aynı yerde mi dönüyor Bili
Hangi yıldız biraz mavi
Hangisi biraz yeşil
Hiç paran oldu mu Bili
Bozdurup harcamak kadar
Bana bir sevme yarat Bili
Bana bir sevme yarat
Ya da ben
Gene mi yenildim Bili
Ağlama
Ama ağlama Bili
Bili!
Hey!
Bili!

IV
Ben, aslına bakarsanız gücenmeyin
Bir melon şapkayı durdurdum diye
Çarpık bir masanın üzerinde
Dengeyi kurtarmak için
Çünkü ben hiç mi hiç etkisi olmayan bir adamım
Mesela hiç unutmam bir pazartesiye
Yüzümün birazıyla benim
Elimle, elimi parklardan sayarak
Bir ayrılık öncesini getirdim
Bunu ben yaptım o pazartesiyi hiç unutmam
Çünkü ben sizin bütün alışkanlıklarınızda varım
Bir duvar bakıra çalar akşama doğru
Olanca kırmızılarımla koşarım
Martısı olurum en kadınsı çığlıklarınızın
Kumaşlara girerim bir çizgiler uyumunda
Bitmeyen şekeri çocuklarınızın
Sabahlarınızda çay içme önceleri
Sizi alma, sizi götürme havası duraklarınızda
Ne zaman bir sevgili bekliyorsunuz — çünkü bu olabilir —
En önce ben koşarım
Bunalıp sıkıldınızdı bir toplulukta
Açık havada, evde, baloda
Benimdir bir sıcaklık serin
Bekleyen yatağınızda

Çünkü biliyor musunuz?
Ben her şeyim.

V
Bugün de başlamayı unutuyoruz
Herkes birbirine bakıyor
Bulan bulana kendini
Sapsarı bir kedi geçiyor hızlanarak
Sanki yüzümün bir kenarı dünya
Bir kenarı?
Duvarda akşam yemeği gibi hindiler olmalı
Bir ibik, az kırmızı, giderek tanrıyı kurmalı
Belki de
Bir avuç kanamak üzere
Yüz kiloluk bir çiçek büyüyor aramızda
Belki de aynı zamanda iki kişi
Aynı sözü kullanıyor
Ben seni bir avluya bakarak
Ama ne tuhaf!
Bir çocuk bulutu mendil sanıyor
Yüzünü biçimliyor ona göre
Her bakış bir serüven sayılıyor belki
Belki de
Salt başlamayı tekrarlıyoruz işte
Bir güzellik eri de kuşanarak
Kımılda diyor çarşıya
Bize değerler ver
Dengeyi sağla
Çocuğa çocuğa
Düdüğü öttürme olanakları
Bir güneşlik eri de gölgeyle anlaşıyor
Kirazla votka içiriyor
Bir milyoner ağzına
Güneş de bir parlıyor ki
Adam da öyle bakıyor ki garsona
Garson
Güneşle mutluluk bakımından anlaşıyorlar.

VI
Kim ne derse desin en iyisi
Gözleri durduramıyoruz
İşte bu kadar!
Üstelik ne de çok şey istiyor onlar
Üç aşağı beş yukarı biri
Bir uzaklığı istiyor
Oysa tam istediğimiz gibi uzaklar
Bir şey sonsuz mu, elbette istediğimiz gibi
Çünkü istediğimiz gibi aşk
Çünkü biz sadece
Maviler çalıyoruz doğadan
Elimiz değdi mi bir nehir kıyısını
Bir yüzük taşının parıltısını çalıyoruz biraz
Balolar, gökler, süvari boyunları
Kadınlardan ağız ıslağı, saçlar
Kıllı göğüsleri erkeklerden
Daha dün gibi bir martının süzülmesini
Çalıyoruz.

Ama hiçbiri istediğimiz gibi değil
Eve dönünceye kadar bitiriyoruz
Çaldığımız her şeyi
İşte bunun içindir ki bir yere gitme isteği içimizde
O sonsuz
Ve her zaman bir sokak yaratıyor karşısı
Rahata büyütülmüş bir oda
Yeni açmış akasyalarıyla
Bir bahçe bir bahçe
Genişe gülmek gibi
Avunuyoruz onlarla
O kadar avunuyoruz ki avunmak bile değil
Anlaşıyoruz çaresiz
—Bizi karşıya geçirin bay polis!

admin

Edip Cansever – Amerikan Bilardosuyla Penguen!

in Şiir

I
Elleri el gibi kocaman
Beyazda bir nokta gibi kocaman
Kocaman boşluğun küçülttüğü her şey gibi
Biriyle kendini artırıyor durmadan
Biriyle koyunlar gibi güdüyor ötekini
Ayaklarını gizliyor bir köpekle
Evine dönerken sonsuza geçen
Göğü kullanıyorken maviye
Günümüzden sesler alıyor, sesleri
Sürekli, dingin, acısız
Acımaktan kurtulmuş yerlerine
Sonra duvardan duvara çizilerek
Ölü bir korkunçluğu taşıyor
Sen, hey, duvarlar gibi öldürülmek!
En yeni tam-tamları dünyamızın
Ya da kendiyle bırakılması insanın
Sizi
Sizleri selamlıyor işte.

Doğrusu elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

II
Çıkacaksanız çıkın, daha karar vermediniz mi?
Baktıkça bakıyorsunuz kendinize
Yetişir! bu da hiç konuşmayan adam yapıyor sizi
Körükler, dev kapılar, balık solungaçları gibi
Emiyor sizi yalnızlık
Kurtarıp rahata geçirin ellerinizi
İşte bir kadın kadına geçiyor yürürken
Sizi alıyor, sizi ölçüyor, sizi yapıyor kendinize
Açığa koyuyor sizi
Bilip de söyleyemediklerinizi
Eve dönmeyi, yemek yemeyi, uykuya dalmaları
Bana sorarsanız ters çevirin uykuları
Alın şu adını “ben” koyduğunuz geceyi
Bakınca göreceksiniz, daha bakınca bir ötekini
Geceler, işte geceler
Gündüzler, işte gündüzler
Beyaza siyah penguen sürüleri gibi.

Ama elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

III
Bu gözler onunla az mı yaşadınız gözleri
Bu dudaklar onunla az mı seviştiniz
Bana kalırsa gözleri saklamalı
Eliniz yok mu, bastonla iş görmeli
Ya da boşluğa takılmış bir eldiven
Asılın, kurtarın hemen
Az şey mi kurtarıp rahat etmek
Ellerle gözleri
Bir penguen
Nişanla pengueni
Siz kırmızı yerler, kırmızı saçlar severdiniz
O penguen
Bir anahtar, bir pencere, bir horoz tüyü
O penguen
Çay masaları, öğle yemekleri, gezintiler
O penguen
Ölmek mi diyoruz, susturun ölümleri
O penguen
Penguen penguen
Hiçlikle kesilen tahin helvaları gibi
Güneşi eriten çocuk başları gibi
Bir tramvay gibi, günümüzde köşe başları yapan
Serüvenler, hafta tatilleri
Penguen
Vur düşür pengueni.

Ama elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

IV
Her evde bir çekirdek gibi insan ağaçları
İnsan elleri
O penguen
Penguen penguen
Soğuk su tadında kadın yüzleri
Bir sabah denizinde belirsizliğe giden
Dörtnala atlar gibi bitmezlik içinde
Örülmeden kazağınız
Dokunmadan çorabınız işte
Hayata yerleşen peşin iplikler gibi
Sevinme iplikleri
Kıskançlık iplikleri
Beni biliyorsunuz ya, öyle sakin
İplikleri
Penguen penguen
Vur düşür pengueni
Ama nasıl, daha karar vermediniz ki.

Doğrusu elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

V
Siz değil, o kadar ayrı gidiyor ki sizden
O ne mi, yaşadıklarınız belki
Bir umut oluyorlar sizden önce
Bir aşk oluyorlar, belki de bir ürperti
Siz sabahları şehirlere bakarsınız
Siz sabahları dünyaya bakarsınız şehirlerden
Bir deniz, bir itfaiye eri
Bir pencere sokağa girdi girecek
Damları çiziyordur istemenin elleri
Bir çocuk kiremitlerle karışıyordur
Cam kırıklarıyla bir kedi
Bir vapur girintiler yapıyordur anılarda
Yaşamanın hızları gibi
Eski bir gündüzü açıyordur bacaklarınız
Ve elleriniz
Sevişenleri avlıyordur bir bitmeyende
Ölüler gülüyordur ölüler
Kırın şu sürahileri!
Soğukta durdurulmuş boyunlar gibi
Ve işte
Sizi gösteriyordur sizi
Bu yoksulluk odası
Bu kupkuru tahta
Tahtaya geçiyordur düşünme sürüleri
Bir yağmur bir yağmur.

Ama elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

admin

Edip Cansever – Borazan

in Şiir

Sizin bir çift göz olan o şeyleri taşıdığınız gibi
Bir borazan taşırdı, ta-tarata, ti-tiriti
O çalmıyo muydu, olanca görüntüler ayakta
Uzaklar, cins ülkeler onunla bir giderdi
Daha görmedimdi ben oldum bittim öyle yürek canlısı
Anılar mı, tez gelecek mi, en güzeldi borazandaki.

Kim sevdi, kim niye öyle, yansıtır dururdu bir eğleniyi
En çoğul gökler kıpırdar, en yaprağı bollar sevinirdi
O çalsın gözlere şenlik, akınıp giderdi başka dünyalar
Başka dünyalar dedimse, neresiydi kim bilir
Oralardan bir kızı ipince sevdirirdi.

Akşamları maviyi çalardı, bilmem ki bilir miyiz o koyu maviyi
Bir çıplaktı, ama görmeyin, bir gürültüydü sabahı tutturunca
Ya ne olaydı derseniz bendeki istek biraz garipti
Çıkıversin derdim en güzel olacakları dünyanın
Bir sevinç, bir mut dalgası, azların azı da bir sadelik
Sizin bir çift göz olan o şeyleri taşıdığınız gibi.

admin

Edip Cansever – Bakmalar Denizi

in Şiir

Bakmalar görüyorum bütün gün türlü bakmalar
Pencere bakması, sabahlar bakması, yeşil otlar bakması
Hepsi de beni buluyorlar, hepsi de bir yağmur uysallığında
Gördüm suyunki yumuşak, gördüm ağacınki katı
Gördüm ama şey, gördüm ama nasıl, gördüm ama bu kadar
Aynı bir gözler denizi, aynı bir o kadar canlı.

Bakmalar görüyorum gök ortası gibi karşımda
Bulutta göz, uçakta göz, derinlikte göz
Göz oluyorlar birden, bu gözler de yatağa iç yapanları
Masaya üst yapanları bunlar, atlara atça parlaklık
Yılandan çöreklenmeyi, kediden uyuşmayı çıkaran bunlar da
İşte uzunlardan ayak, işte beyazlar beyazından kalabalığı
Bakmalar görüyorum durmadan göz olan bakmalar
Başlama gözleri, çocuklu, masallı, sinemalı.

Okşama gözleri vardı gel git eden parmaklarıma
Aşklardan gelenleri aşkı da bir kullanışlı yapan
Caz bakmaları, düğün bakmaları, dudaklar taşıyan bakmalar
Bakmalar, ateşte, suda havagazında
— Ateşten sudan havagazındandı gözleri —
Kar gözleri, soğuk-güzel, buğu gözleri hamamlarda
En harlısı bu: savaşlarda, en ışıksızı ölülerdeki
Bitti gözleri onlar bitti.

admin

Edip Cansever – Uyanınca Çocuk Olmak

in Şiir

Siz ne iyisiniz, ben sizi bir şeylere benzetiyorum
Bilmem bir testi, bir bakır sahan kolay mı sizinle
Çok rahat bir gökyüzü mü var sizinle
Güneş bir pazartesi olarak mı duruyor burnunuzda
Yoksa bükülmüş bir nehir gibi mi küpelerinizde
Siz küçük adıyla mı çağırırsınız sessizliği
Öyle mi, ya kim uyandırır sizde
Bu sevişme dalgalarını, aşk seslerini
Bak’ları, duy’ları, okşa’ları, evet’leri
Hele bu elleri, ayakları bu
Gözleri gözleri.

Gidip bir bardak su içiyorum. Ağzım benim!
Su böyle neye benziyor, çok çocuklu bir bahçeye değil mi
Bakmayla içersek gözlerimiz de bir şeye benziyor
Senin gözlerin, bizim gözlere, onun gözleri
Her zaman söylüyorum kuyumcular için imzalı yazı gerekmez
Ama hiç gerekmez, öyle mi değil mi.

Armut ağacı! iyi sabahlar! sana bakınca yüzüm değişti
Bütün gün çalışıyorum en kötü iş yerlerinde
Yorulup bunalınca hep o sana bakmayı deniyorum
Birden çarşıyı gösteriyor dallarının inceliği
Hem niye saklamalı, çarşıyı gösteriyor işte
Bak! şakur şukur şapka satın alan birisi
Yusyuvarlak bir kişilik ediniyor
Pis adam — ne kötü dünya — öyle mi değil mi.

Siz yok mu, sizin her yeriniz şaşırıp kalmaya istekli
Bir bakın, uyanıp kalkınca çocuk olmalarım var benim
Şu da var: bir sokak en açılmış pencerelere dalıyor
Dalıyor da söz mü, yatağa uzatıyor otomobillerini
Aşk duyan bir kadını
Onun kişiliği olan memelerini
Gözlerim! hey sokak! geri getiriyor gözlerimi
Kimi zaman da bir cam kırılıyor şangur şungur
Diyorum böylesi gürültüler şiir için gerekli
Öyle mi değil mi.

Bizim o duvarlık tabaklar durmadan uzağa götürüyor evimizi
Daha aldığım gün bildim maydanoz olacak üstündekiler
Maydanoz olacak, maydanoz olacak, maydanoz olacak
İyi ama, niye sevmeli her önüne geleni
Herkesin, herkese, herkesi
Daha dün yepyeni bir son koydumdu şiire
Aldı, yepyeni bir kalabalığı getirdi
Ama iyi yaptım, öyle mi değil mi.

admin

Edip Cansever – Gözleri

in Şiir

Sanki hiçbir şey uyaramaz
İçimizdeki sessizliği
Ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey
Gözleri getirin gözleri.

Başka değil, anlaşıyoruz böylece
Yaprağın daha bir yaprağa değdiği
O kadar yakın, o kadar uysal
Elleri getirin elleri
Diyorum, bir şeye karşı komaktır günümüzde aşk
Birleşip salıverelim iki tek gölgeyi.

admin

Edip Cansever – Buz Gibi

in Şiir

Aşk iyidir bak
Duyumunu artırır insanın
Hele don gömlek sabahları
Tıraş olacağını duyarsın
Yeni gömleğini giyeceğin gelir
Bir yeni biçim eklersin insan olacağa
Masaya, merdivene, aynalı dolaba
Derken ardından şıpın işi bir kahvaltı
Amanın dersin bu ne delice gidiş
Paldır küldür açar mıydı fıstık ağacı
İspinoz düşünür müydü
Deli olan kaşınır mıydı
Kolların upuzun Walt Whitman’ı okumaktan
Ağzın desen bir karış açık
Sokaklar yok mu, o sokaklar
Önce bir yeşile işkilli
Evlerde büyümeler, alıp başını gitmeler olacak
Kızıp duracaksın üstüne başına konan toza
Televizyondaki işe
Usanmak, hızını eksiltmek dendi mi
Cin ifrit kesileceksin birden.

Hey gidi duyumuna yandığımın dünyası
Alıp vereceğin olacak ille
Aşk maşk buz gibi yaşayacaksın.

admin

Edip Cansever – Kaybola

in Şiir

Sana her zaman söylüyorum senin yüzünde gülmek var
Bakınca bir yaşama ordusu çıkıyor aydınlığa
Bir çiçek geliyorsun yeraltı çevresinden
Bir kartal gidiyorsun çıplağın ayaklarla
Şimdi bir pembeyi kovuşturuyor
Omzundan yukarıya üç polis
Deli ediyor onları saçlarında
Bir karanfil çok
Bir karanfil azala azala.

En saklı yerlerinden en güzelliğin çıkıyor
Ansızın doğan hayvanlar gibi güzel
Bakınca bir şiir canlıyorum dünyaya
Yapılan bir şeydir şiir, yuvarlak, kırmızı, geniş
En genişi en kırmızısı o ezilmişler katında
Şimdi bir gizliyi kovuşturuyor
Gözlerinden içeriye üç polis
Deli ediyor onları mısralarımda
Bir karanfil az
Bir karanfil çoğala çoğala.

Bilmem mi ellerin vardır, umuttan yuvarlar çizer
Bakılan bir şeydir el, boşluğu dengede tutan
Bir uzantıdır işte umutla insan arası
Bir yonudur ne belli, görmekle anlaşılan
Geceden gün yapılan o sevişme yakınlığında
Şimdi bir sevdayı izliyor
Uluslararası üç polis
Deli ediyor onları sonsuzda
Çok isimli bir çay
Çok yuvarlak bir masa.

Sanki bir tarih içindeyiz, günaydın minyatürler!
Üç köle uzanık bir dünyayı imzalayaraktan
Ansızın dört köşe, ansızın ehram
En duymalı yerlerinde bir sessizlik
Güneşin çok parladığı bir arka
Başları dünyadan dışarıya sarkıyor
Bozgunda çiçekler örneği duyulmaz bağırtılarla
Şimdi bir tarihi sürdürüyor
Yüzünün gizlerinde üç polis
Deli ediyor onları Mısır’da
Bir insan az
Bir insan inana inana.

Duymakla atların çıngıraklardan duyduğunu
Bir ateş yakımını dağda
En korkulu çağ bu, onu altımızdaki şehirlerden çıkarıyoruz
Küflü ev süsleri, geyik durmalı bir hayvan
Bizi bakmaya zorluyorlar ayrıca
Şimdi bir aydınlığı durduruyor
Beyazlar giyinmiş üç polis
Deli ediyor onları boşlukta
Bir pencere az
Bir pencere kaybola kaybola.

admin

Edip Cansever – Horozla Merdiven

in Şiir

Yukarsı yukarda, aşağısı aşağıda biraz
Horozla merdiven ortada
Canım horoz! merdivende renkleniyor
Çocuğu çocukluyor bu düdüğün kırmızısı
Annemi çağırıyor on kulaçlık bir iplik
Başımı iğiyorum su kovasına
Ne kadar balık düşünüyorsam o kadar balık.

admin

Edip Cansever – Alüminyum Dükkan

in Şiir

Bir göz atıyorum denize
Çın çın ötüyor balıklar
Bu bir giyilmiş ayakkabıdır diyorum
Bu bir sulanmış peynirdir diyorum
Bu bir haşlanmış patates elinizdeki
Bu insandaki sezgi
Bu insandaki akıl
Bu kanundur kanun
Çileğin çilek oluşu gibi.
İşte bu gerçektir diyorum, siz de bilirsiniz gerçeği
Bu çivinin çakılışı
Bu ekmeğin sürülüşü
Bu aşkın, bu ayıbın, bu insanın bilinişi
Bu duymak, bu düşünmek, bu yüksünmek insanda
Bu toplum içinde, bu toplum dışında
Bu sizin durumunuz, bu tabiattaki iş
Bu akılsız çiçek
Bu bilisiz ağaç
Bu düpedüz ileri görüş
Bu su, bu nehir, bu rüzgâr
Bu taş, bu bulut, bu hava
Bu bilinen, bu bilinmeyen
Bu İsa’dan önce, bu İsa’dan sonra.

İşte bu yeninin yenisi insan
Dizilmiş kutu
Bükülmüş teneke
Alüminyum dükkân.

admin

Edip Cansever – Güzel Atomların Yaptığı Ayak

in Şiir

Bir menekşe duyuyorum ellerimsiz
O kadar güzel ki, Amerika bile güzel
Sen bile güzelsin bensizce
Atomlar bile güzel
Moleküller bile
Toplanıp ayak oluyorlar bende
Ağız oluyorlar biraz
Diş oluyorlar keskince
İki göz parlakça
On tırnak sivrice.

Bir menekşe duyuyorum ellerimle
Bir molekül duyuyorum
Bir atom
Korkunç
Birleşip ayak olmuyorlar bende
Ağız, diş, tırnak
Göz olmuyorlar
Hep birden,
Hep birden bir şey oluyoruz işte
Ağzı, burnu, elleri, kolları
O korkunç güzelliğe karşı.

admin

Edip Cansever – Tüfekkk

in Şiir

Alışılmış yerlerde alışılmış adam
Tuhaf adam, çok tuhaf adam, ya da bundan böyle tuhaf
Bir tuhaflıktır ama doğrusu
Omuza asılmış tüfek
Bir tüfektir her sokağın ucu
Siyaha kapalı at
Patladı patlayacak
İçine dönük pencere
Sert adım
Tek kelime
Adının çıkardığı ses
Bir çekmece, bir kutu
Bir tüfektir bunlar doğrusu
Dopdolu bir tüfek.
İskemle kendini saklar — böyle de şaka olmaz —
Ansızın görünmek için yapar bunu
Bakarız odanın güttüğü bir şeydir iskemle
Beyaza eğik, sarıya aç.

Bir olaydır belki de bir olay
Hem ne güzel — eğer işiniz yoksa —
Birden güzele yer ederiz, ben şapkamla
Sen saçlarınla, adının çıkardığı seslerle sen
Bir kalınlıktır hava
Bir eğlenidir şapka
Birinde bine katlı güvercin
Birinde çıplacık bir baş
Bir tüfektir ama doğrusu
Ansızın görünen bir şey
Kesile kalmış bir ot
Bir çıkıntı ay yuvarlağında
Susmak, o ölüme denk susmak
Var ya
Bir tüfektir işte insanda
Hem de pırıl pırıl bir tüfek
Çocuklar korktuğuyla.

admin

Edip Cansever – Var Var

in Şiir

Yok denecek bir şey ama var var
Yılan yılan çinkoya mavi
Damın altında kaç sıra tuğla eksik eksik
Niyedir bilmiyorum pencere koysak mıydı adını
Bir ördek, bir keçi yavrusuyla dışarısı
Gebe karnıyla bir kadının
Güneşin döndüğü tepsiye vurmuşlukla
Vay çiçekleri, kedileri bakmak bakmak yapan elim
Nedendir bilmiyorum ellerim tutsak mıydı.

Bizi bir pencere gösteriyor ama gösteriyor
Işıklar sırtımıza vurmuşlukla
Vay ışıklar vay! hep birden çinkoya mavi
Akıntısı aya doğru uzanan
Bir komşum var kesin gözlü, uzağa baktıkça rahat
Bana ay diye yutturdu pembecikleriyle bir kızı
Onunla birlikte yatıyoruz şimdi
Onunla birlikte kılların uzunluğu
Aramızda bir odada olmaktan başka neyimiz var
Yok denecek bir şey ama var var.

Vay! mendili dörtlere katlayıp cebine koyan ben
Çok ağrıyan yerlerim pembeye mavi
Bir gün üç kişi tam bıçakla çekip alacaklar
Bilirim ondan öyle ne ağrı, ne sızı
Aklıma damların üstünde koşmak, koşmak
Bu uçanlar serçe cıva gibileri serçe
Gittikçe unuttum o kadar insan sevdim de
Çekik gözlü, kıvırcık saçlı, düz beyaz yüzlü o kadar
Diyorum elleri nerde, benimkisi bu bu
Hani o büyücek sevgiler şimdi de yok mu
Yok denecek bir şey ama var var.

admin

Edip Cansever – Aaaa

in Şiir

Bir Süleyman gördüm hiçbir yanı kımıldamıyor
Oturmuş bir iskemleye
Pek de oturmuşluğu yok iskemle ayaksız
O nasıl şey, bu adam soyut mu ne
Baksan bir ilgisi var elleriyle
Uzamış uzamış uzamış doğrusu elleri
Sevmeye domuzlanıyor gittikçe
Konuştum konuşmuyor
Dürttüm dürtülmüyor
Kızdım, bir bıçak salladım karnına
Aaaa!
Yok yahu bana mısın demiyor.

Şaşırdım, yokladım kendimi iyice
Bir çağ mı değiştik sabah sabah ne
Artık ölüm insanlardan olmuyor.

admin

Edip Cansever – Kesin

in Şiir

Gözlerim bir balığın onu tutma denizlerinde
Gözlerim bir balığın
Bir balık ellerimde
Balıktan bir göz ellerimde
Kirpiksiz, tuzlu, diri
Bakışları günlerce.

admin

Edip Cansever – Ey

in Şiir

Bu böyle kimin gittiği? Sen dur ey!
Belki de ellerimiz mi? biraz ince, biraz da çok kelimeli!
Bu sanki niye durduğumuz mu? açıkken sevişme bölgeleri
Ay, pencere, göz! Siz git ey!

Kimbilir neyi saldığımız bu da, yalnızlığımız gel
Yırtıcı kuşları mı gözlerimizin, onlar mı bu sürüylen
Yoksa onlar mı işte seninle sevişme biçiminde
Oysa sevgimiz yerde, kara sevda sen uç ey!

Sen usul, ben yavaş, kime yaraşır bu sessizlik
Kim biner bu gemiye insandan kıyılar yapılırken
Yetmez mi dalgası vursundu azıcık gözlerimize
Gözlerini gözlerime, siz bak ey!

Şu sen de olmasan insan çıldıracak mı
Hiç yoktan bir yerlere mi gidecek belki
Olsun neresi olursa, git karanlık ama git
Gecemizde duranı sen kal ey!

Benim bu çok elli, bu çok gözlü delişmen
Çok bildim sana yaraşır olmayı günlerce
Şunu sevdim, şuna özendim, şununla yetindim sonunda
Ben miyim şimdi nerede, ben çok ey!

admin

Edip Cansever – Mesire Yerleri

in Şiir

Sonra yavaş yavaş siz de
Kırlara gömüldünüz
Yaşayan bir âleme doğru
Açıldı hafifçe şemsiyeniz.

Nasıl da kaynaşıyordu meydan
Değişmemişti kırların hali
Otlar fidanlar gibiydiniz
Uzakta şimdi.

Sıcakla beraber upuzun
Dereyle akıyordunuz
Yahut sallanıyordu rüzgârda
Başaklar gibi kollarınız.

Devam edin devam edin
Gittikçe otlar karıncalar gibi
İşte serçeler buğday sapları
Günün civcivli vakti.

Güneşle karışıvermiş
Kırın içinde ne varsa
Öyle gürültüsüz ferah
Sıcak sıcağına dünya.

Bir de şöyle düşünün
Otlar fidanlar uzanmış
Arasında insanlar
Kaynayıp gitmiş.

admin

Edip Cansever – Dipsiz Testi

in Şiir

Beni dinlersen Üsküdar’a gitme
İbrahim’i görme şiir yazma
Şu herkesin bildiği düzlük
Bu deli alacası çayır
Ardıç kuşu türkülü sokak
Senin için değil.

Sen yoksun
Çevrende kimseler yok
Zengin de olsan
Yoksulluğun gitmez.

admin

Edip Cansever – Yangın

in Şiir

Dışarı çıkıyorsanız dikkat! çiçeklerle karşılaşmayın
Ya da koklamayın onları, iyisi mi, yüzünüzü örtün şapkanızla
Ya da düşünmeyin hiç, ben bakın öyle yapıyorum
Neden diyeceksiniz, insandaki sevgiliyi eskitiyor bu çiçekler
Güneşe benzetiyorlar adamı, masaya vurmuş koyun butlarına
Pek tuhaf! ben de sahanda yumurtayı kıskanırım.

Beni seviyorsanız dikkat! köşe başındaki camcıya sorun
O ne derse doğrudur, dalga geçmeyin adamla
Üstelk beni sevmek haşlanmış pirinçleri beyazlatır Günaydın!
Sabahlarınız gibidir beni sevmek, horozun renkleri gibidir
Beni sevdiniz mi yangındır artık parmaklarınız.

Sizi görmüyor muyum dikkat! trenlere çikolata yediriyorum
Bunu her zaman yapıyorum akılla oynamak yani
Öyle trenler var ki, insanı şımartıyor
Çıkıp kuruluyorum pencere yanına gel keyfim gel
Gidip duruyorum böylece, adımı bileceksiniz, çok ülkeli adam
Üstelik daha kalkma saati gelmeden trenlerin.

Sokağa dökülüyorsam dikkat! bu da doğrudur oldukça
Bir kanunu vardır belki, ya su içmişimdir ya da yıkamışımdır
yüzümü
Ya su kovalarına bakmışımdır çok çok
Olmayacak şey mi, niye bakmayayım denizlere
Eh akıllı tarafımdır balıkla deniz tutmak.

Bir cümle tuhafsa dikkat! pek tuhaftır insanın tırnak çıkardığı
Sonra da boyadığı, ne demeli sonra da kestiği
Korkum yok, ben güpegündüz rakılar boğazlıyorum
Gözlerimi batırıyorum İstakozlara
Oh ne güzel şişenin de bir anlamı oluyor böylece
Kim konuşuyor ben konuşmuyorum.

Bir gün çok yürürseniz dikkat! sinekler şehirde kalıyor
Bütün taşıtlar paslanıyor ayrıca
Pencereli yıldız, misafirli oda, bol bol öttürüyorsunuz onları
Çünkü kırlara çıkıyorsunuz, şemsiyenizi bırakın ayıp
Mana parmağınızdaki çiçekleri gösterin.

Bir yere kapanıyorsanız dikkat! yanınızda olsun elleriniz
Kim ne der bakındı işte durmadan ellerinize
Dünyayı dolaşan damarlar içinde
En kemikli taraflarıyla zencileri döversiniz
En kirli yerleriyle çat kapı fakir mahalleleri
Ayıptır yani insan elini temiz tutmalı biraz.

Bir gün ölümü beğenmeyecekseniz dikkat! ölmeyin kolayla
Kadınlara sarkıntılık edin, hoşa giden bardaklar satın alın
Ya da bir aptalın yalnızlığını seçin, çiçekler sulamakla olsun bu
Tıkır da tıkır işleyen apartmanlar vardır ya, sakın ha
Ya da her sabah
Göğe bir yüz metre kollarınızla.

admin

Edip Cansever – Ester’in Söyledikleri

in Şiir

KENDİME

Kimseye karıştım mı? hiç karışmadım
Bu ki bana tuhaf sayılmadı
Gözleyip sordum mu hiç? hayır sormadım
Bu ki bana yalan sayılmadı
Acımak işim miydi? hayır
Bir evden olmak kötü müydü? hayır
Zamana zamanla bakmak ne idi ki
Baktım
Tarlayı tarlayla ölçtüm
Meyvayı meyvayla ölçtüm
Denizi denizle ölçtüm
Göğü gökle ölçtüm
Zaten insanı insanla ölçtüm ki
Buruk bir tat mı duydum
Ve duydum
Her şey ki bir yorumdu, sonuç değildi
Sonuç ki zaten yoktu

Sen ki kim
Beni bütün bütün bırakma.

İSTEK

Çünkü ağzım öyle istedi
Dudaklarım öyle istedi
Ve göğsüm ve avucumun çukuru
Ve arkam ve önüm ve boynum
Öyle istedi

Çıplaklığımla övünürüm
Dişiliğimle övünürüm
Benim olan her şeyi kullanırım
Kullanmak ayıp mıdır? değildir
Ayıp olan ki nedir?
Ben bunları bir güzellik bilirim
Yüreğimin gözlerini kapatma
O ben ki her şeye daha iyi -bakayım
Bir evdeki dört kişiden biriyim
Kendimi onlardan istedim mi? istemedim
Sözlerine uydum mu? hayır uymadım
Ve bana demediler ve zaten demediler
Herkes suyuna daldı
Levyatanı olta ile çekebilir misin
Herkes suyuna daldı

Yüreğim pekişiktir.

KAN YARGISI

Akşamı karşıma aldım
Cemile karşımdaydı
Cemal’i karşıma aldım
Seniha karşımdaydı
Güzel otlar yaktım onlara
Zeytin çıkardım
Sürahiyle içki çıkardım
Seniha’nın gözlerinde pek çoktur
Kan yargısı çıkardım
Bugün akşama ‘kadar
Her şey bana iyi oldu
Çünkü durgun günler bana çoktur
Dışarı çıktım, dolaştım
Gün gündür kendimle söyleştim biraz
Bir lavtaya girdim, boşaldım
Eve döndüm, o ne ki bana çoktur

Sütten kesilmiş çocuk mudur ki canım
Canımı yatıştırdım, susturdum.

GÖZ SUYUMDA

Yüreğimi genişlettiğim zaman
Cemile bana sığsın
Ben onun göklerinden biraz fazlayım
O bana sığsın
Yalnızlık ondan gitsin, kötü mü dedim
Gitmezse ne yapsın, kötü mü dedim
Ben neyin nesiyim ki ve herkes neyin nesi
Alışamıyorsak birbirimize
Sevemiyorsak birbirimizi
Demem ki bir ben mi kaldım
Kurtuluş’ta üç kış ne demek
Birinde portakallar dondu
Birinde ipler dondu pencereden pencereye
Birinde yaşam dondu ve soldu
Seniha’yı koydular ol solgunluğa
O istedi ve oldu
Her otelden bir mektup
Dünyada sanki çok şemsiye bozuldu

Gittim ki yetişemedim
Döndüm ki yetişemedim
Her otel bir oteli bir gül gibi doğurdu
Canım ağrıdı gün gün

Küçüldü küçüldü küçüldü
Göz suyumda bütün oteller.

AKMAYI DUYDUM

Ben ben idim, onlar oydular
Karanlık indi bize sığındı
Yılları çok çağlar gibiyiz
Günleri çok yıllar gibiyiz
Uzun sessiz bir ağlamak gibiyiz
Geyik akar suları özleyince
Akmamız yok, çekilmiş nehirler gibiyiz

Yelin sürdüğü yaprağı mı iteceğim
Kötülük nedir, var mıydı bilenimiz
İyilik nedir, var mıydı bilenimiz
Ana karnında sütten
Bembeyaz örülmüşüz de
Derim ki ‘demek istemem’ vahşetin imleriyiz

Ben ben idim, onlar oydular
Geçip de geri dönmeyen bir yeliz
İnsan akar insanı özleyince
Yılları çok bir gün gibiyiz

Akmadık.

O BiLE

Benim sözüme göre
Gözün bildiğini el bilmez
Elin bildiğini ağız bilmez
Sözüme göre utanırım
Yüreğim utanmak bilmez

Hey şimdi ne oldular. Seniha
Çelişkili yaşamına kovuldu
Herkes ki biraz kovuldu
Büyüdükçe yaşlanıyorsa çocukluk
Cemal ne oldu

Bildiğimiz tek şey yalnızlık
O bile şimdi ne oldu
Hey şimdi ne oldular. Cemile
Anısız dünyasında anılarla boğuldu

Kaldıysa bir o kaldı
İçimizde bir vahşeti uyandırma .korkusu.

DÜŞÜŞ

Cüce bir icadınla kambur bir kadın
Günü söylendiler bir park kanepesinde
Ve artık gitmediler, çünkü hiç gitmediler
Ayaklarının altına düşüp
Orada gizlendiler

Seniha’yla Cemile
Dünyalarının altına düştüler
Günlerinin kışları
Karlarıyla örttü onları

Sen bunu söyledin ya
Kendin için bilme.

DURUŞ

Ki bazı sözlerin anlamı
O sözlerin söylenişindedir

Yılların sayısına girmediyse Seniha
Nereden zaman almıştır

Ki bazı durumlara söz yoktur
Hem neden olsun
Her durumun dili daha başka durumlardır

Ben bu derinliği bu kadar
Nerden bulayım
Ki herkes nerden bulsun
Bulmanın dili aramaktır.

DOĞUŞ

İnsan ki yok ise yoktur
Kimdir bu Hilmi Bey ki, yoktur
Bu böyle değilse benim sözüm hiçe insin

İleri gidiyor Cemile, o orada yok
Arkaya gidiyor, onu sezemiyor
Sola yönleniyor, onu seçemiyor
Sağda gizleniyorsa, onu göremiyor

Öyleyse yığınla mektup
Ne durur bir çekmecede

O ki bir gün bunu bana söyledi:
Olana değil de olmayana yazmak
Çünkü beni süsledi

Ey benim ıslak yalnızlığım
Umudum senden doğsun.

UMUŞ

Bütün iyi kitapların sonunda
Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
Meltemi senden esen
Soluğu sende olan
Yeni bir başlangıç vardır

Parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın
Gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın
Onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
Her başlangıçta yeni bir anlam vardır.

Nedensiz bir çocuk ağlaması bile
Çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.

İKİLEMLER

Bu gözyaşları benim mi
Camdaki yağmur taneleri mi yoksa?

Acıyla sevinç de
Birbiriyle içiçe mi
Terketmeden biri ötekini?

Mutsuzluk mutluluğu örerken
Masmavi bir boyun atkısı gibi?

Bunları ben mi söyledim
Ester mi, o mu söyledi?

Sesi yok kendisi var
Gözleri yok kendisi var
Cemal’siz Cemile’siz
Seniha bir otelde
Ya ölü ya kimsesiz.

ÖZLEYİŞ

Gülüşümü ıslattım ‘kar yağdı bütün gün’
Daha yağsın
Kar yağsın bütün otellerin üstüne
Üstüne üstüne bütün otellerin
Kar yağsın
Lacivert gözlerine Seniha’nın

Hiç bitmesin, yağsın
Karla dolsun göğsünün katedrali
Avluya düşen org uyansın

Özlemim sanadır, varsın
Kar yağsın, daha yağsın
Seni andırıncaya kadar.

SAPLANTI

Sözlerim kendim üstüne
Gölgem beni istedi
O ki istedi
Suyum beni istedi
O ki istedi
Cemile beni istedi
Ne oldu? hiç! alışamadım
Kartalın bir kayaya çarpışı idi

Soyundum, giyindim, tekrar soyundum
Arada olacağın düşünü kurdum
Zevk duydum bundan
Cemile anlamadı, Cemal hiç anlamadı
Seniha görmedi ki
Ve göstermedim

Sözlerim kendim üstüne
Bir uzak yerlere gitmek üstüne
Sanki günler tek bir güne birikti
Bense çıkmazda kaldım, usandım
Çıkmazlarda üstüste
Birikmiş ufuklar kadar derindim

Ve dedim: elbette deneyeceğim.

GİDEMEYİŞ

Güz ve kış ve ilkbahar geçti
Yaz çarçabuk geçti
Hepsi tekrar tekrar geçtiler
Bu bana uzun geldi

Gecem avurtlarım gibi çöktü
Ve çöktüm
Sabahım, sabahlarım
Kabından taşan sütler gibi büyüdü
Ve taştım
Gün güne taşındı, yıl yıla
Gitmedim, gidemedim

Ki dedim
Bana söz vermeliydi biri
Sesi uzaklardan gelen
Görünmez yıllarla ilgili.

BİLİŞ

Ve hemen gidemedim
Ve artık gidemedim
Ve sonra hiç gidemedim
Kurtuluş’ta, son durakta bir tramvay ölüsü
Sanki ben
Öylece kalakaldım

Hepimiz kalakaldık
Elimizde tetiği çekilemeyen
Namlusu yönsüz bir tabanca gibi.

YENİLİŞ

Açılmamış bir şarap şişesiydim
Ki öyle kaldım
Acımı köpürtmedim
İçime sağdım
Gözyaşlanmı göstermedim
Ki sildim
Özgürlüğüm beni tutsak düşürdü
Başaramadım

İçimde kara kara bulutlar sallandı
Ki sallandılar
Dışarı yağamadım

Ve yenildim ve sustum.

BİTMEYEN

Ve ağzım ağzını öptü ise
Çünkü için sözle doludur
Elim eline değdi ise
Çünkü elin yaratılmış işler doğurur
Gözlerine baktım ise
Ki bakmışımdır
Onlar bir denizi sezme derinliğindedir
Ve saçlarına
Ve boynuna
Ve omuzlarına
Baktım ise
Ki bakmışımdır
Onlar bir kuşun uçuşunu
Sezme derinliğindedir

Ey sözlerim benim
Onlar ki bana her zaman
Bir diriliş verenedir

Meselim bitmeyendedir.

DÜŞ

Gökte, gökkuşağının üstünde
Yedi renkli Musa’lar
Yedi lambalı, yedi güvercinli Muhassen’den
Yedi renkli sesler üflüyorlar aşağıya
Aşağıda
Seniha
Bir elinde sigarası
Oturmuş kıpkırmızı bir bahçe koltuğuna
Önünde
Masa masa masa -çok değil, hepsi bir masa-
Mermer bir masa
Gümüş bir masa
Zümrüt bir masa
Seniha birasını içiyor -bir eli de birasında-
Sonsuz bir bira
Sessiz bir bira
Cam akışlı bir bira
Saçlarında başaklar, tavus tüyleri
Gözleri
Gözleri ses veriyor
Seng-i laciverdi gözleri
Son yudumunu da alıyor birasından
Yere dökülüyor ipek şalı
Yere sızıyor
Yeri alıyor
Birlikte götürüyor yeri
Katlar gibi bir halıyı durmadan
Parmaklarından altın bir anahtarlık sarkıyor
Ve anahtarlar anahtarlar
-Çok değil, hepsi hepsi bir anahtar-
Fildişi bir tahtırevana biniyor
Kaldırıyoruz onu dört kişi
Ben, Cemile ve Cemal
Bir de sonsuzluk
Tutuyoruz havada bir süre onu
O gülümsüyor bize durmadan
Ve kalabalığa
Yaldızlar dökülüyor dudaklarından
Lambalar, güvercinler dökülüyor
Çiçekli laledanlar, çeşmibülbüller
Kristal boy aynaları
Ve gelin telleri, pırlantalı taçlar

Sedef kakmalı bir tramvay geçiyor yakınımızdan
İnce bir org sesini sürükleyerek
Benekli bir örtü çekiyor üstüne dünya

Hepimiz kayboluyoruz.

UYANIŞ

Uyanıyorum uyanıyorum
Dört duvar
Evet, dört duvar
Peki duvarın arkasında ne var

– Duvarın arkasında ne var
– Bir çocuk, bir çocuk daha, çocuklar..
– Duvarın arkasında ne var
– Bir kaçlın, katolik, yas giysilerini çıkarmış
– Duvarın arkasında ne var
– Yaşlı bir adam, dinleniyor güneşte
– Duvarın arkasında ne var
– Bir gemi, yolcu gemisi, ışıklar içinde
– Duvarın arkasında..
– Bir çim makası, bir havuz
– Duvarın arkasında, duvarın..
– Bir piyano, büyük çok, bir de viyola
– Duvarın arkasında ne var
– Avdan dönüyor balıkçılar, balığın ‘deniz içi’ renginde
– Duvarın arkasında ne var
– Ne olsun, bir lunapark, kartopu kadar o da
– Duvarın arkasında..
– Çünkü, işte, şimdi, sonra…
– Duvarın arkasında, duvarın..
– Beyaz beyazlık
– Duvarın arkasında ne var
– Bir şarkı, anlamlı çok
– Duvann arkasında ne var
– Bir melek, üç kanatlı
– Duvann arkasında..
Ne olsun duvarın arkasında
Yıkanmış, arınmış bir gök Köpük köpük bir dünya
Dört duvar? Evet, dört duvar.

BİTİŞ

Ester’in söyledikleridir
Yalnızlığına korku vurma

Ester’in söyledikleridir
Ve gelsin ve geçsin bütün sözlerim
Gelsin ve geçsin

Ester’in söyledikleridir
İnsanların içinden
Kendim olup taşayım

Ester’in söyledikleridir
İnsanlara uzaklık vurma
Ama herkes ki kendisi olsun
Sonra herkes kendisi olsun
Bir gün herkes kendisi olsun

Ester’in söyledikleridir
Dünyada bakınıp durma
Bütün ol ve ayn tut ‘ki kendini
Zaten öyledir
Çünkü öyledir.

admin

Edip Cansever – Düş Suda

in Şiir

I

o zaman neydi, eskidi sandıktı gölü
kapı önlerinde söyleşen kadınları
boyasız bir sandal sazların içinde

nasıl koyverdik sonra kendimizi
görünce suyun dibinde
boğulmuş beyaz kenti

gene de
göz açıp kapayıncaya dek gittik geldik
üç kişiydik üçümüz de
geçmişe uzanan üç ayrı gün gibi.

II

sevindik görünce birden
limandaki eski tekneyi
koştuk yokuş aşağı bir süre
yakalanmamak için
geceyi anlatan ishak kuşuna

sabaha benzedik tahta iskeleye varınca
suya
yıkıldık. üç kere kımıldadı koy
ödünç aldığını sandı bizi
demirledi göğsümüze eski tekne
suyla sabahın göğsüne

oysa biz
çarçabuk geri döndük geldiğimiz yere
üç kişiydik üçümüz de
öldük ve dirildik
hani unutmuşuz da yolumuzu, birine
yol sorar gibi
demirin tırnakları kabutga kemiklerimizde.

III

adını söylediler, ölümünü ardından
ardından hemen ölümünü
fısıldar gibi soyadını, ilgisiz
sokağın bitiminde sazlardan
şapkalar ören adama

kim ne der artık, boş hepsi
yüzünü yüzdürüyor suda
buruşturaraktan elindeki saz şapkayı

her şey, ama her şey
yüzüyle buruşan şapkanun arasında hızla.

IV

konuşulmaz fırtınada, çünkü ölüm
katar özünü fırtınaya da

neyi bekliyoruz böyle neyi
yendik mi yenik mi düştük yoksa
bir ufak kuş yukarıda
sürüyüp durur gölgemizi

çözmüşüz nasıl olsa ipini sandallarımızın da.

V

duymuyoruz dokununca duymuyoruz
taşlara kayalara taşlara
nasıl kanmıyorsa yüreğimiz sevince
sevince, acılara da

işliyor kireçli taşını yontucu
saat kaç, vakit ne vakit şimdi
bırakıp da elindeki keskiyi
sırtını duvara dayayınca anlarız

severiz çünkü ara vermeden
anlamaya uymayan vakitleri

ey yerle gök arası mutlu kelebentliğimiz.

VI

su
vuruyor kıyıdaki gemi leşlerine
yalıyor sokaklarını kentin
savuruyor öfkeyle rüzgarını
masmavi yangınından

bir evin bir odası yanıyor yalnız
habersiz bütün kent bundan

bir ruh gibi yanıyor çünkü
giz dolu varlığından taşarak
aydınlığın içinde
aydınlıktan bir sarkaç gibi

sinsi bir gülüşle görüyor o
kayığını boyuyor bir yandan da.

VII

uzatmışlar ölüsünü kumlara
mavi yüzlü çocuğun
unutulmayan maviden
hiç unutulmayan

iri bir balık asılı durur ağaçta
dik ve bulanık

ayrı ayrı yönlerine sonsuzluğun
ikisi de
eriyen kar sıcaklığında

ve ufuk
kurtulmuş tanrıların kucağından
uçsuz bucaksız bir yolculuğun koynunda.

VIII

düşürdük gölgemizi suya
ardından kendimizi
sessizlik gibi sade, telaşsız
hani var ya oldukça yavaş uzanır el ağlayana

yüzdük bütün gün adalardan adalara
hiçbir şey düşünmeden. yalnız
akşama doğru bir demet mavi süsen topladık
sunmak üzere bizi yaratan ozana

düşüyüz mavi dudaklı büyük ozanın.

IX

öyle yorgun ki kentimiz
düşlerden ve söyleşmekten
yok duyacak kimse sesimizi

gönderdik göndermesine, yüzümüz
oradan da
yok olarak geri geldi
sesler, şarkılar..alışkanlık elbet.

X

yok düş kuracak vakit bile
her şeyi bir yana bırakıyoruz söylene söylene.

admin

Edip Cansever – Şekerli Gerçek

in Şiir

Ev karanlık kap kacak iğne üstünde
Karısı çocukları var mı yok mu belli değil
Masa iskemle ocak
Arama öyle şeyleri
Bir sofra bir yaygı
Bir sedir olsun yok mu
Yok o da yok işte
İğreti bir yaşayış içinde adam
Duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş
Gökyüzü üstünde yıldızlar daha üstünde
Kim örtsün damı duvarları kim koysun yerine
Adam bir hiçliğin üstüne uzanmış
Kimseler görmez
Kıl bir torba içinde sabunlar kımıldaşır
Sabaha kadar
Adam bıktığını anlayınca hiçlikten
Gelsin pencere gelsin duvar
Gelsin karısı çocukları
Islak taşlar sabah işleri
Adam dükkana döner gene
O gerçek dediğimiz şey ışıl ışıl
Yapışık sesler çıkarır şekerlerin üstünde.

admin

Edip Cansever – Üçlükler

in Şiir

I

Gülümse! gör ölümsüz karşılığını bunu
İşte
Lambalar, bardaklar, çiçekli güz sürahileri.

II

Günün ilk saatleri
İyi biliyorum, ilk saatlerini günün
Peki, nedir öyleyse bu sabah silintisi.

III

Hiçbir dilde söylenmemiş
Hiçbir dilde yazılmamış
Sözler ve şarkılar içindeyim.

IV

Neden aklıma geliyor istasyon büfesindeki duruşun
Hava soğudu -kasımın son günleri-
Kar yağacak, bembeyaz olacak unutulmuşluğum.

V

Bir gemi geçiyor, sessiz bir gemi
Oysa yolcularla dolu içi
Girince gemiye kimseler yok -dalgalardan başka-

VI

Bütün gün yağmur yağdı
Ya da bir gün içinde bir yıldan fazla
Günü ıslattı bu yağmur.

VII

Nedir mi yalnızlık -kendine sor önce-
Bir sabah, erkenden, bir kır çiçeğinin üzerinde
Görünce parladığını bir çiğ tanesinin.

VIII

Gölgen yok senin, ayak izlerin yok
Neden mi? acılar barınmamış ki sende
Mutluluk yok mutsuzluk yok

admin

Edip Cansever – Çağrılmayan Yakup

in Şiir

i

kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi yakup
bunu kendine üç kere söyledi
onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
o kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
ben, yani yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli
daha hiç çağrılmadım
biri olsun “yakup!” diye seslenmedi hiç
yakup!
diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım
ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
sonra bir güzel yıkanayım da…
ben size demedim mi…
 
evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum
sanki böyle niye ben oradan geliyorum
telaslı, aç gözlü kurbağalara
bakmaktan
bilmiyorum
bilmiyorum, bilmiyorum
ben, yani yusuf, yusuf mu dedim? hayır, yakup
bazen karıştırıyorum…

bazen karıştırıyorum ya, çok uzun bir gündü
sonra bu çok uzun günün sıcak bir günü
kediler kırmızı alevler halinde koşuyordu
onlar işte hep boyuna koşuyordu
birileri çıkıyordu ordan burdan

hiç çıkmamak halinde ve olgun
birileri çıkıyordu
geceden kalma bir lamba yanıyordu, açık
bir pencerenin sokağa doğru içinde
bu uyum korkunçtur yakup!
yakubun olması korkunçluğudur bu
dünyanın insana doğru içinde
yakup, yakup!
burdayım, yani ben…evet, geliyorum
lambayı söndürmesinler, geliyorum
siz bütün lambaları yakın, evet
ben, yani yusuf, yusuf mu dedim? hayır, yakup
bazen karıştırıyorum…
ve kendine bilinmeyenler yaratan yakubum ben, iyi ya
durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
hep böyle istiyorum, ayıp degil ya
durduğum bir gündü, diyorum, yüzümü göğe doğurduğum
bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde
ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum
bir ölünün günü boyayan renginde
çürük evler bulduğum, içleri sonsuz kayalar
kayalardan dondurmalar sorduğum
ben, yani yakup, yakubun hiç çağrılmamış şekli
kim bilir ne diyordum

(kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına
bir baykuş tarafından
ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu
ben ne oluyordum…)

bütün iskemleler ağır ve hastalıklı
bir gidip bir geliyordum kendime aptallaşarak
bunu yakup söyledi
dedi ki, çünkü herkes yakubu yaşıyordu, bense
çöllerden ve kızgın güneşlerden icatlar yapıyordum
kızgın kağıtların üstüne
ve alevler halinde dünya bana dokunuyordu
ve ayakta soğuk bir bira içmiş kadar bir anlamım oluyordu bazen
ölüyordu ve bir de
bir otobüse bindiğim, biletçinin bilet bile kesmek istemediği ben
kendimi koruyordum
bunu bana yakup söyledi
öyle bir yakup ki bu, onca din kitaplarının sözünü bile etmediği
kimsenin sözünü bile etmediği bir yakup
ben
bunu hep biliyorum
bunu hep biliyorum ve işte
özgürüm, cezasız duruyorum…

ii

kurbağalara bakmaktan geliyorum
dedi yakup, bunu kendine üç kere söyledi
telaşlı, açgözlü kurbağalara
bakmaktan geliyorum. ben sanki yusuf
ve yusuf değil
her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
ve durmuyorum… ben işte yakup
yok artık karıştırmıyorum…

taş merdivenleri ağır ağır çıktım, bunu ben böyle yaptım
eski taş merdivenleri… yanımdan bir sürü adam
geçti ve kolayca gittiler
müzik aletleri renginde ve pırıl pırıl gittiler
yanan güneşin altında
onlar ki.. onlara benzer şeyleri ben çok gördüm
ve onlar bir zamanı tamamladılar, öyle yaptılar
ve sordum
yakup daha başka nasıl bir yakup olsun
ve onlar daha başka nasıl bir onlar olsunlar ki
yakup ve onlar nasıl olsunlar. işte ben taş merdivenleri
kurbağalara bağlayan taş merdivenleri
durmadan kendimle karıştırıyordum
kimse beni tutup çıkarmıyordu
vıcık vıcık taşlar duyuyordum ayaklarımın altında
anlamsız, yapışkan bir yığın taşlar
yoruldum! bunu sanki biri söyledi
yakubun biri
ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
kendime bir isim düşünerek
birden ki bir isim düşünerek kendime. hayır bu kimse değil
ancak gelebildim

aşağıda bir luna park kımıldıyordu. ah kurbağalara bakmam gecikecek
luna park kımıldıyordu, hem öyle değil
bu uyum korkunçtur yakup
bir yokluğun kımıldamaya doğru içinde
ve sen ki böyle tanımlanırsan yakup
yakuup!
bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı
gene bir yakup olmalı bu, yakup
kurbağalara bakman gecikecek, bunu ben nasılsa söylüyorum
nasılsa ben bunu bir kere söylüyorum
güneşe kırmızı top taşıyan bir adamın tahta bacağını cök yakıyordu ki
adam içinden bağırdıkça dünya
ters yonden yaratilıyordu, diyebilirim
bir öğle üzeriydi adamın içindeki kalp
kan kalp
kırmızı top
yakıcı dönüşümler çıkaran
belli ki susmak yaratılmamış şekliydi dünyanın
öyle değil mi yakup
hemen hemen öyleydi, yakup bunu söyledi
iyi ki söyledi. ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
şimdi bir kurtarabilsem ayaklarımı
o benim ayaklarimı.. taşlardan
bir kurtarabilsem
saat on ikiyi gösteriyordu ki, ben nerdeydim
bir zamansızliğın yakuba doğru içinde
saat on yediyi ve yirmi biri
gösteriyordu ki, ben nerdeydim
her saniyedeki ve işte her saniyedeki
ben, yani yakubun o dağılgan şekli
nerdeydim.

bilmem ki. bir avukat benim ellerimi tuttu. gözlüklü bir kadındı bu, iyi mi
kim bilir bir çağın neresinden burada. anlaşılması
yoktu ki. kendine özgü bir duruşu
yoktu ki. pek güçlü kolları vardı yalnız
ne diyordum, ben işte yakup
çekiverdi beni taş hamurun içinden
pek öyle gürültüyle değil
bir başka yapışkanlığın içine
çekiverdi beni
göğüsleri pek hoştu, ipekli bir giysinin altındaydı onlar
sonra elleri ve kalçaları pek hoştu
kılların ve bütün oynak yerlerin ölümlere doğru içinde
bacaklarıyla bir şeyler bir şeyler bir şeyler yapıyordu artık
onu ben çok iyi görüyordum. ama çarşaflar, öyle bir takım kıpırdanmalar
araya
giriyordu
engelliyordu bizi
ter içindeydik. ellerimden çekiyordu. ter içindeydik
beni kurtarmak istiyordu, bir isim gibi ben’i
ter içindeydik
terlerimiz üstümüzde duruyordu, yıkanmış yeni kaplar gibiydik
üstümüzde olgun ve kararsız su tanecikleri bulunan
biz yakup
biz gözlükten, taş hamurdan ve beyaz çarşaflardan
ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış
kurbağalara geldik.

iii

kurbağalara bakmaktan geliyorum
dedi yakup, bunu kendine üç kere söyledi
masalarda oturmuşlardı. ben oradan geliyorum
yazı makineleri, kağıt sesleri
ben oradan geliyorum.

önce bir kenarda durdum, hiç kimse beni çağırmadı
sonra bir yer bulup oturdum. hadi bir sigara iceyim dedim
olmaz, dedi mubaşir kıliklı kurbağanın biri
belli ki yeni tıraş olmuştu, bana yakasından bir kopça eksik gibi geldi
öyleyse peki, dedim, ayağa kalktım, şöyle bir duvara dayandım
bu kez de duvarlarda sanki duvarca bir sözdizimi
olmaz ki, yakup!
peki yakup ne yapsın, bu aklımdan bile geçmedi
herkesin durduğu bir yere gittim. ben yakup
ya onlar kimdi
aralarına aldılar beni. artık ben hiçbir şey göremiyordum
biri bir şeyler söylüyordu yalnız, yüksekce bir yere oturmuş
onu ben duyuyordum
duyuyordum, sesi başımın üstünden dünyaya yayılıyordu
ve “yakup” sesini ancak anlıyordum. yakubun ötesinde
birtakım sözler ediliyordu, onları ben anlamıyordum
anlamıyordum ama, iyi sözler söylemiyorlardı benim için
sonra bir sey daha vardı anlamadığım: yani ben neydim ki, ne yapmış
olmalıyım
ben, yani yakup
dedim ki kendi kendime, insan ne söylerse söylesin
ve ne yaparsa yapsın, öyle değil mi
bütün bunlar bir bir kalacaktır yaşamanın içinde
diye düşündüm ya ben
ben, yani yakup
butun gücümle bunu bağırdım
ben ki bağırdım işte, bütün kurbağalar bir olup beni dışarı çıkardılar
bir odaya aldılar beni, ellerime gözbebeklerime
daha başka yerlerime de baktılar
sonra bilmiyorum ki, kapıyı gösterdiler bana
ben, yakup, beni hiç kimse çağırmadı
sokağa çıktım, bir sürü yerlerden geçtim. şimdi
hatırlıyorum da, bir deniz kıyısında azıcık durabildim
yosunlar, kumlar, şeytan minareleri
ve kumlarda katılaşmış kıvrımlar
bağırdım, bağırdım, bağırdım
tanrının ayak izleri!
tanrının ayak izleri!

iv

kurbağalara bakmaktan geliyorum. ben yakup
bunu yakup söyledi
yıkanmış çamaşırlar duruyordu odamın penceresinde
gök işte bu beyazlıktan azıcık alıp veriyordu, diyebilirim
bir kırlangıç onu kirletmese
ki onlar o kadar çok siyahtırlar ki, ben
onları hiç sevmem
ve demek ki benim odamda hiç kimseler yoktur
odamın düşünülmesi halinde bile
kimseler yoktur
biri sanki çarşıya çıkmıştır sürekli bir biçimde
ve biraz da çarşılar
ve durmadan satılan o kırık dökükler bitmez ki
bitmesin
çünkü bir gün bir boy aynası satın almak istiyorum ben
kirli ve eski
bir at arabasının aynaya doğru büyüyen içinde
onu ben taşıtmak istiyorum, caddelerin
intiharlara doğru büyüyen içinde
ben, yani yakup
kurbağalara bakmaktan geliyorum işte
açgözlü, mor kurbağalara
akşama doğru bir dilim ekmek yiyeceğim belki
bir bardak da süt içeceğim. sonra
bir güzel uyumak istiyorum, bütün gün çok yoruldum
ben
gözlükten, taş hamurdan ve çarşaflardan
ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış yakup
uyumak istiyorum.

ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım
yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde

admin

Edip Cansever – Masa Da Masaymış Ama

in Şiir

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Page 1 of 3123

Site içerisinde ara

@ufukluker'i takip et

RSS Son okuduklarım

  • Gemiler de Ağlarmış
  • Bir Köy Hekimi
  • Açlık Sanatçısı
  • Unutamayan Adam (Amos Decker, #1)
  • Bir Havva Kızı
  • Her Şeye Rağmen Sevgi

Site istatistikleri

  • 0
  • 94
  • 87
  • 7.671.289
  • 3.016.063

Etiketler

Oruç Aruoba Sinan Kukul Ahmet Erhan Rıfat Ilgaz Bedri Rahmi Eyüboğlu Edip Cansever Ümit Yaşar Oğuzcan Resul Rıza Yılmaz Güney Federico Garcia Lorca Ziya Osman Saba Haydar Ergülen Vladimir Mayakovsky Jose Marti İsmet Özel Philippe Soupault Nahit Ulvi Akgün Yaşar Nabi Nayır Fakir Baykurt Melih Cevdet Anday Bekir Yıldız Jesus Lopez Pacheco Peter Abrahams Pablo Neruda Feyzi Halıcı Abdülkadir Budak İsmail Uyaroğlu Oktay Rifat Sun Yu-T'ang Birhan Keskin Eugene Guillevic Konstantinos Kavafis Özdemir Asaf Adnan Yücel Ülkü Tamer Cahit Sıtkı Tarancı Ece Ayhan Metin Demirtaş Yaşar Kemal Gabriel Celaya Vasko Popa Orhan Veli Kanık Conrad Aiken Erdal Alova Mehmed Kemal Şükrü Erbaş Hilmi Yavuz Kemal Özer Kenneth Rexroth Günter Kunert Orhan Kemal İlhami Bekir Tez Cahit Külebi Vecihi Timuroğlu Cevat Şakir Kabaağaçlı Mehmet Başaran Louis Macneice Turgay Fişekçi Behçet Kemal Çağlar Miguel Hernandez Hasan Hüseyin Korkmazgil Louise Gareau Des Bois Ahmet Necdet Behçet Necatigil Şükran Kurdakul Paul Eluard Yaşar Miraç Tove Ditlevsen Neşe Yaşın Füruğ Ferruhzad Fazıl Hüsnü Dağlarca Suat Taşer Zafer Ekin Karabay Sait Faik Abasıyanık Vedat Türkali Kemalettin Kamu Oktay Taftalı Kutsiye Bozoklar Vyaçeslav Ivanov Süleyman Çobanoğlu Kostas Kleanthis Ahmet Telli Sezai Karakoç Mehmet Yaşin Berin Taşan Konstantin Simanov Kerim Korcan Sabahattin Kudret Aksal Sandor Petöfi Seyhan Erözçelik Ahmet Oktay Attila İlhan Enis Batur Bejan Matur Liana Daskalova Sabahattin Ali Ahmed Arif Goethe Arkadaş Z. Özger Asım Bezirci Suat Vardal Hasan Biber Yılmaz Odabaşı Heinz Kahlau A. Hicri İzgören Cevdet Kudret Refik Durbaş Adalet Ağaoğlu Sandor Forbath Akgün Akova Ahmet Muhip Dranas E. E. Cummings Nicolae Dragos Bertolt Brecht Faruk Nafiz Çamlıbel Barış Pirhasan Blas De Otero Turgut Uyar Müştak Erenus Yannis Ritsos Sennur Sezer Metin Eloğlu Süleyman Nesip Nikola Vaptsarov Fethi Giray Metin Altıok Necati Cumalı Behçet Aysan Memet Fuat Afşar Timuçin Ingeborg Bachmann Asaf Halet Çelebi Bilgin Adalı Suat Derviş Yi Men Nihat Behram Cemal Süreya Gülseli İnal Ömer Bedrettin Uşaklı Abdülkadir Bulut Kemal Burkay Cahit Zarifoğlu Ercüment Behzat Lav Sabri Altınel Ahmet Ada A. Kadir Dido Sotiriou Ozan Telli Özdemir İnce Cahit Irgat Enver Gökçe Kahraman Altun Murathan Mungan İbrahim Karaca Türkan İldeniz Erdal Öz Nazım Hikmet Salah Birsel Celal Sılay Adnan Özer Arif Damar Tevfik El Zeyyad Halim Şefik Güzelson Ataol Behramoğlu Özge Dirik Fang Vei Teh Cengiz Bektaş Aziz Nesin Yorgo Seferis Talip Apaydın Hasan İzzettin Dinamo Oğuz Atay Altay Öktem Lale Müldür Hasan Basri Alp Gülten Akın Orhan Murat Arıburnu Özkan Mert Can Yücel İlhan Berk
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Sayfanın başına dön