Edip Cansever – Düş Suda
I
o zaman neydi, eskidi sandıktı gölü
kapı önlerinde söyleşen kadınları
boyasız bir sandal sazların içinde
nasıl koyverdik sonra kendimizi
görünce suyun dibinde
boğulmuş beyaz kenti
gene de
göz açıp kapayıncaya dek gittik geldik
üç kişiydik üçümüz de
geçmişe uzanan üç ayrı gün gibi.
II
sevindik görünce birden
limandaki eski tekneyi
koştuk yokuş aşağı bir süre
yakalanmamak için
geceyi anlatan ishak kuşuna
sabaha benzedik tahta iskeleye varınca
suya
yıkıldık. üç kere kımıldadı koy
ödünç aldığını sandı bizi
demirledi göğsümüze eski tekne
suyla sabahın göğsüne
oysa biz
çarçabuk geri döndük geldiğimiz yere
üç kişiydik üçümüz de
öldük ve dirildik
hani unutmuşuz da yolumuzu, birine
yol sorar gibi
demirin tırnakları kabutga kemiklerimizde.
III
adını söylediler, ölümünü ardından
ardından hemen ölümünü
fısıldar gibi soyadını, ilgisiz
sokağın bitiminde sazlardan
şapkalar ören adama
kim ne der artık, boş hepsi
yüzünü yüzdürüyor suda
buruşturaraktan elindeki saz şapkayı
her şey, ama her şey
yüzüyle buruşan şapkanun arasında hızla.
IV
konuşulmaz fırtınada, çünkü ölüm
katar özünü fırtınaya da
neyi bekliyoruz böyle neyi
yendik mi yenik mi düştük yoksa
bir ufak kuş yukarıda
sürüyüp durur gölgemizi
çözmüşüz nasıl olsa ipini sandallarımızın da.
V
duymuyoruz dokununca duymuyoruz
taşlara kayalara taşlara
nasıl kanmıyorsa yüreğimiz sevince
sevince, acılara da
işliyor kireçli taşını yontucu
saat kaç, vakit ne vakit şimdi
bırakıp da elindeki keskiyi
sırtını duvara dayayınca anlarız
severiz çünkü ara vermeden
anlamaya uymayan vakitleri
ey yerle gök arası mutlu kelebentliğimiz.
VI
su
vuruyor kıyıdaki gemi leşlerine
yalıyor sokaklarını kentin
savuruyor öfkeyle rüzgarını
masmavi yangınından
bir evin bir odası yanıyor yalnız
habersiz bütün kent bundan
bir ruh gibi yanıyor çünkü
giz dolu varlığından taşarak
aydınlığın içinde
aydınlıktan bir sarkaç gibi
sinsi bir gülüşle görüyor o
kayığını boyuyor bir yandan da.
VII
uzatmışlar ölüsünü kumlara
mavi yüzlü çocuğun
unutulmayan maviden
hiç unutulmayan
iri bir balık asılı durur ağaçta
dik ve bulanık
ayrı ayrı yönlerine sonsuzluğun
ikisi de
eriyen kar sıcaklığında
ve ufuk
kurtulmuş tanrıların kucağından
uçsuz bucaksız bir yolculuğun koynunda.
VIII
düşürdük gölgemizi suya
ardından kendimizi
sessizlik gibi sade, telaşsız
hani var ya oldukça yavaş uzanır el ağlayana
yüzdük bütün gün adalardan adalara
hiçbir şey düşünmeden. yalnız
akşama doğru bir demet mavi süsen topladık
sunmak üzere bizi yaratan ozana
düşüyüz mavi dudaklı büyük ozanın.
IX
öyle yorgun ki kentimiz
düşlerden ve söyleşmekten
yok duyacak kimse sesimizi
gönderdik göndermesine, yüzümüz
oradan da
yok olarak geri geldi
sesler, şarkılar..alışkanlık elbet.
X
yok düş kuracak vakit bile
her şeyi bir yana bırakıyoruz söylene söylene.