Cemal Süreya’nın Erotizmi
NÜ
Önü Kapalı çarşı;
Arkası Mısır çarşısı.
Behzat Ay’ın deyişiyle Türk Edebiyatı’nın ‘cinsellikte tek, en büyük şairi[1]’ Cemal Süreya, kimileyin mükemmel dizelerin altına atmıştır şapkadan kendini çıkaran imzasını, kimileyin edebiyat dünyasının orta yerine bir demet çiçek olup serilmiştir eserleriyle. Fakat öyle bir hava vardır ki Süreya’nın dizelerinde, ne İkinci Yeni’nin diğer ozanlarında bulunur ne de Ümit Yaşar’ın hissiz sevişmelerinde; Erotizm. Okuyanı hoş bir tebessümle kendi cinselliğine döndüren Süreya şiiri aynı zamanda kendi yaşamının da sırrı dökülmemiş aynasıdır. Evliliklerinden mi, gönül ilişkilerinden mi dem vurmalı bilmem ama bir bilgi verilmeliyse ‘Emmanuel’ filmini sansürden geçiren bilirkişi Süreya’nın ta kendisidir. Cinsellik hayatın her anını kaplayan, su ekmek bir yana, duymak görmek gibi büyük bir iştir onca. Boşuna değil ‘kabartma olan her şey erotiktir[2]’ demesi. ‘Cinselliği bütünüyle bir yana atan bir edebiyatın gerçekçi olamayacağı[3]’ düşüncesini üstüne basa basa dillendiren Süreya, çağdaşı şairlerin aksine sere serpe ve doludizgin yaşadı yatak odası fısıltılarını dizelerinde, ki sevişmek aşkın olmazsa olmaz bütünleyicisiydi ona göre.
Madem ki toplumsalcılıktı, halka inmekti, neden derya içre olup da deryadan haberi olmayan balıklar gibi sevişmeyi görmezden gelsindi şair. Cinselliği çirkinleştirmeden, sulandırmadan kullanırken gerçek bir aşkın gerekliliğini savunmakla toplumsala, topluma daha kolay erişilirdi.
Toplumsala ulaşmanın yanında, kadının toplum içinde yerini belirlemesinden yana da tavrını koydu sözcüklerinde. Hayat oyununun diğer üyesini savundu kendinin de içinde bulunduğu gruba karşı, mızıkçılık yapmadan. ‘Erkekler arasındaki dostluklarda/ av anlaşması da var’ dizeleriyle oyun arkadaşlarını çırçıplak bıraktığından olacak aslolanın uyum ve saygı olduğunu anlatmaya çalıştı şu gibi sözleriyle: ‘dişiliğin zorunlu gereklerine uymaya zorlanmak, bu zorbaca cinselliği ona bir meslekmiş gibi uygulatmak, erkeksi buyurganlığın, erkek egemenliğinin sonucudur. Kadının gerçek cinselliği ‚Äì ki salt bunun özlemindedir erkek ‚Äì onun katmanları altında aranması gereken bir cevhere dönüşmüştür.[4]’
Kendince bir beğeniyi de sezdirmeden, su sızdırmadan sundu Süreya şiirlerinde. Kah ‘uzatmış ay aydın karanlığına!/ nerden uzatmışsa tenha boynunu’ diyerek her bulduğu kağıdın arkasına iliştirdiği kuğu boyunlu kadın eskizlerini tamamladı; kah ‘ah şimdi benim gözlerim/ bir ağlamaktır tutturmuş gidiyor/ bir kadın gömleği üzerimde’, ‘mızrağını geçirdi içinden bir flütün’ gibi dizelerle özel hayatı üzerine yapılacak açılımlara önayak oldu. Öyle ki yıllar sonra Küçük İskender hem ‘şiddetin tortusu kucaklarken ispatlanmış gövdeyi/ annesi ölmüş bir ırmak gibi aktım içine klarnetin[1]’ diyecek, hem de mızrak ve flüt kavramlarına dokunarak Süreya şiirinde eşcinsellik gibi bir açılımı edebiyat dünyasına taşıyacaktı.
Hüznü boşluğun yerine seçen ve o seçimden de, üzüntüden de büyük zevk almasını başarabilen bir yaşam ustası olan Cemal Süreya, şiirlerindeki atak ve doludizgin cinselliğe inat kırık kalplerle örülü bir yolun yolcusu oldu hayatı boyunca. İlk vurgun ve sorsanız kadına dair anasından gayri ilk anısıdır babasının yeniden evlenmesi. Belki de yaşadığı bunca evlilik hep bu kadından bir kaçıştı onun için, ya da yeni aşklara karşı hiç doymayan arzusu.
İlk aşkına mektup diye ‘kızıl mısralar’ dediği defterinde şiirler biriktiren bir adamdı Cemal Süreya. Kızın saçları kızıl diye kırmızı mürekkeple yazardı şiirleri, fakat cesaretini toplayıp da bu defterin meçhul yeniyetme kahramanıyla bir türlü meşk edemedi. Sonunda modaya uyup ortaokuldan beri sevdiği kızın kollarına attı kendini 22 yaşında. Bu evliliğin tarihi aynı zamanda bilinen ilk kaçamağını barındırır Süreya’nın: Üvercinka. Üvercinka aşkı Süreya’nın ilk şiir kitabına isim olup ölümsüzleşse de ölümüne sürmez bu ilişki. Üvercinka günün birinde, Cemal Süreya’nın hayatına girdiği gibi sessiz, çocukça çıkar onun hayatından.
Sayısız aşk ilişkisi, evlilik, Üvercinka aşkının yaralarını saramaz, ama her gidenle bir parçası da gider Süreya’nın, öyle çok sever sevdiklerini. Yine de yakınlık duyduğu iki kadının fotoğrafını eski karısı Zühal’e götürüp ‘benim için seçsen hangisini seçerdin[5]’ diyecek kadar rahattır, çünkü ‘aşk yanlı, ilkel bir duygudur’ ona göre, kimseye hesap sordurmaz. Ve bu seçim ona ‘bayan en nihayet’ i getirecektir, hayatının son ve en huzurlu aşkını.
1990’da yedi kırlangıç ömrünü tamamlayıp başka bir diyara kanat açarken arkasında iki hatıra fotoğrafı bırakır; biri adres bile soramayan, saçlarını kendi kesen utangaç Süreya, diğeri doludizgin soluğu kırmızı bir ata dönüşen Cemal.
(Burak Esen)