Dido Sotiriou Üzerine
Çağdaş Yunan Edebiyatı’nın en önemli yazarlarından biri olan Dido Sotiriou, gerek yazdığı romanlar, gerekse mücadeleci kişiliği ile Yunan halkının kalbinde önemli yer edinmiş bir aydın ve yazardır.
Aydın’ın Şirince ilçesinde 1909 yılında başlayan hayat yolculuğunda birçok acı, sıkıntı, savaş, ihanet gördü. Zengin bir ailenin beş çocuğundan biri olan Sotiriou’nun babası, Aydın’da sabun fabrikası olan bir tüccardı. Yunanlıların Anadolu’yu işgaline kadar babasının işleri yolunda gitti.
Fakat işgal yıllarıyla birlikte aile, içinde bulunduğu ekonomik zorluklardan dolayı İzmir’e taşınmak zorunda kaldı. Yunan işgalini izleyen Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’da yaşayan birçok Rum gibi, Dido’nun ailesinin de kaderi değişti. O zamana kadar Anadolu’da dostluk ve kardeşlik içinde hep beraber yaşamış iki halkı birbirine kırdıran emperyalistler, milyonlarca insanın yerlerinden sökülüp göç etmesinin de en büyük sorumlusuydu. Anadolu’dan göçen Rumların içerisinde Sotiriou da vardı.
O zaman ailesi geçim sıkıntısında olduğundan dolayı Sotiriou’nun bakımını teyzesine verdiler. Sotiriou, Yunanistan’a göç ederken ailesi bir süre sonra göç edebildi. Yazar bu konuda bir röportajında şunları söylemiştir:
”Off, off! Çok kötüydü. Gözlerimden akan yaşı tutamıyordum. Gemi yavaş yavaş limandan uzaklaşırken ağlıyordum. Hiç ayrılmak istememiştim. Ama annem ve babam beni sonunda ikna etmişlerdi. Sonra hep geride bıraktığımız evimizi, izmir’i özledim…”
Yunanistan’a göç etmek kurtuluş olmadı insanlar için. Çünkü onlar için artık yoksulluk, aşağılanma ve sığınmacı olmanın getirdiği zor koşullar vardı. Yunanistan’da yaşayan insanlar bu kadar büyük göç dalgasını kabul etmek istemediler çünkü Anadolu’dan yaklaşık bir milyon insan göç etmek zorunda kalmıştı.
Yazarın yayımlanan ilk kitabı olan Ölüler Bekler (1959) isimli otobiyografik nitelikteki kitapta, küçük bir kız çocuğunun gözünden Yunan işgali, ardından Türklerin Yunanlıları yenmesiyle birlikte milyonlarca Rum’un göç edişi anlatılır. Bu kitapta anlatılanlar Sotiriou’nun ailesinin hikayesidir aslında.
Yazar, ilerleyen yıllarda Atina’da Fransız dili ve edebiyatı okudu. Daha sonra matematik profesörü Plato Sotiriou ile evlendi ve Fransa’ya yerleşti. Yüksek öğrenimine Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde devam etti.
Yunan gazetelerinin Paris muhabirliğini yaparak yazarlık kariyerine başladı. Fransa’da sol ve feminizm ile ilgili düşünceleri şekillenmeye başladı ve yine burada ünlü yazarlar Andre Malraux, Andre Gide ve Louis Aragon ile tanıştı.
1930’lu yılların ortasında Yunanistan, Metaksas diktatörlüğü altında zulmü ve baskıyı yaşarken, Dido Yunanistan Komünist Partisi’ne girdi ve mücadelesine bu şekilde devam etti.
1945’te Alman işgali sırasında yeraltı basınında çalıştı ve direniş hareketine katıldı. Bu mücadelesi sırasında ölümle burun buruna geldi ve kurşuna dizilmekten son anda kurtuldu. Dido, iç savaş yıllarında partiye yönelttiği eleştirilerden dolayı partiden uzaklaştırıldı.
Bu dönemleri de ‘Buyruk’ isimli romanında ölümsüzleştirdi. Bu roman, Alman işgalini ve iç savaşı da anlatmakla birlikte, asıl olarak Yunan Komünist Partisi önderlerinden Nikos Beloyannis ve arkadaşlarının yargılanma sürecini anlatır. Nikos Beloyannis, Dido Sotiriou’nun kız kardeşinin eşidir. Nikos Beloyannis mahkeme sırasında elinde taşıdığı karanfille tüm dünyada bir simge haline geldi. Pablo Picasso tarafından resmedilmiş, Nazım hikmet tarafından da şiire dökülmüştür.
‘Karanfilli Adam
Seher karanlığında,
projektörlerin ışığında,
kurşuna dizilen beyaz karanfilli adamın
fotoğrafı
duruyor üstünde masamın.
Sağ eli
tutuyor karanfili
bir ışık parçası gibi Yunan denizinden.
Karanfilli adam
ağır kara kaşlarının altından
bakıyor cesur çocuk gözleriyle,
hilesiz bakıyor.
Türküler ancak böylesine hilesizdir
ve ancak komünistler
and içer böylesine hilesiz.
Dişleri bembeyaz:
gülüyor Beloyannis.
Ve elindeki karanfil,
bu yiğit,
bu rezil
günlerde
söylediği sözlerden biri gibi insanlara…
Mahkemede çekildi bu fotoğraf.
idam kararından sonra…’
Nazım Hikmet aynı zamanda enternasyonal dayanışmanın güzel bir örneğini göstererek, Yunan halkına bir mesaj gönderdi. Buyruk isimli kitapta bu mesaja da yer verilmiştir:
‘Sana sesleniyorum Yunan ulusu! Sizlere sesleniyorum Yunanlı kardeşlerim. Pırıl pırıl bir çocuğunuz, Beloyannis’in hayatı tehlikede. Bu insan sadece sizin onurunuzun simgesi değil, bütün ilerici dünyanın sembolüdür. Şu anda mesajımı dinleyen Yunanlılar arasında Nikos Beloyannis’in politik ve sosyal inançlarına inanmayanlar bulunabilir. Ama şuna inanıyorum ki, Yunanistanlı her vatandaşın, cesaretin, namusun, inancın, sevginin değerini bilen herkesin, bu yiğidin ölümle yargılanması sırasındaki, ilkelerini savunma biçimine hayranlık duymaması olanaksızdır.
Bağımsızlık mücadeleleri sırasında Yunan halkı birçok yiğit yetiştirmiştir. Bu yiğitler kimseye boyun eğmemiş ve davranışlarıyla, açık yüreklilikleriyle, eylemleriyle, Sokrates’in uyguladığı protesto biçiminden daha başka protesto biçimleri de olabileceğini ispatlamışlardır. Bu ulusal yiğitler arasında Beloyannis de yerini almıştır. Şayet Beloyannis’i katlederlerse, sadece Yunanistan gerçek bir yiğidini, mükemmel bir insanını yitirmekle kalmayacak, bütün insanlık, cesaretin namusun sembolü olan bir savaşçısını yitirecektir. Beloyannis, cellatlarından bağışlanmasını asla istememiştir. Ama bir gün gelecek onu katledenler, Yunan ulusunca bağışlanmaları için yalvarıp yakaracaklardır.
Yunanlı kardeşlerim, halkımın duygularını, bir Türk ve halkının bir ozanı olarak, Türkiye’nin bugünkü başbakanlarından çok daha iyi bir biçimde ancak ben dile getirebilirim. Gelin Nikos Beloyannis’i kurtaralım. Yunanistan için kurtaralım, Türkiye için kurtaralım, bütün dünya için kurtaralım.’
Bu davada Sotiriou’nun kız kardeşi de yargılandı. Bu dava uluslararası kamuoyunda önemli yer işgal etti ve bütün dünya da tepki gösterdi, bu haksız yargılanmaya. Dido Sotiriou, kardeşi ve eşi Nikos Beloyannis’in tutsak düşmesiyle birlikte onları kurtarmak için büyük bir mücadele verdi.
Dava sonucunda Nikos Beloyannis ve üç arkadaşı kurşuna dizildi. Kardeşi ise 16 yıla mahkum oldu. Kardeşinin küçük bebeğine bundan sonra Dido Sotiriou baktı.
Buyruk isimli kitapta aynı zamanda Yunan Komünist Partisi’nin, Yunan halkına ihanet ederek, onu masa başında imzaladığı anlaşmayla nasıl sattığı da anlatılır. Önemli bir güce sahip olan Yunan Komünist Partisi iktidara çok yakın olmasına rağmen, teslimiyetçi ve ML bakış açısından yoksun bir politikayla iktidarı ingilizlere ve işbirlikçilerine bıraktı. Bundan sonra ise faşizm güçlendi ve komünistler için bir sürek avı başlatıldı. insanlar tutuklandı, işkencelerden geçirildi ve idama mahkum edildi.
Kısacası Yunan Komünist Partisi’nin yanlış kararlarının bedelini Yunan halkı ağır bir biçimde ödedi. Her şeye rağmen Yunan halkı kararlı bir biçimde direndi ve kendisine dayatılan teslimiyet politikalarına boyun eğmedi.
‘Kişinin kendini tümüyle devrime adaması yiğitlik değildir. Bu bir yaşam biçimi, tarihsel bir zorunluluktur. Kişi güzel olan yaşamı sever doğal olarak, ama başkalarının yaşamını da düşünür, bu yüzden ölümü göze almasını bilir. Bir ülkü uğruna savaşan için, kişisel çıkar, yaşamının temel amacı olamaz.’
Yazarın ilk kitabı, 1947 yılında yazdığı, Akdeniz’deki Amerikan emperyalizmi üzerine bir çalışmaydı. Fakat bu sansürlendi ve 1975 yılına kadar yayımlanmadı. 1961 yılında Elektra isimli kitabı yayımlandı. Bu kitapta da gerçekleri yalın bir dille, kadın kahramanı Elektra’nın yaşadıklarıyla anlattı.
‘Benden Selam Söyle’ adlı romanı 1962 yılında yayımlandı ve gerek Türkiye gerek Yunanistan’da büyük ilgi gördü. Bu kitapta Anadolulu Rum köylüsü Manoli’nin hayatından yola çıkarak birbirine düşman edilen ve kırdırılan halkların hikayesini anlattı.
Birinci Paylaşım Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Osmanlı devletinde askere alınan azınlık halk, Amele Taburu adı verilen taburlarda çok kötü koşullarda yaşamak zorunda bırakıldı ve birçoğu da hastalıklardan dolayı öldü. Manoli buradan kaçarak kurtuldu ve Kurtuluş Savaşı sırasında ise Yunan ordusunda yer aldı. En sonunda, İzmir’in Türkler tarafından tekrar alınmasıyla birlikte, milyonlarca Rum gibi, ‘Küçük Asya’yı terk ederek Yunanistan’a kaçmak zorunda kaldı. Bu kitapta yıllar boyunca kardeşçe bir arada yaşayan halkların, emperyalizmin kışkırtmaları ve kullanmaları sonucu birbirlerine düşman edilmeleri yalın ve çarpıcı bir şekilde anlatılır. Kitabın son cümlesinde şunlar söyler kitabın kahramanı Manoli:
‘Anayurduma selam söyle benden, Kör Mehmed’in damadı. Benden selam söyle Anadolu’ya. Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin. Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin!’
Akıcı bir dilde yazılan bu kitap, okuyucuyu kolaylıkla içine çeker ve bir solukta okunur. Bu kitap Yunanistan’da ‘Kanlı Topraklar’ adıyla yayımlandı ve ilkokullarda bile okutuldu. Kitap 10 dile çevrildi.
Yazar, ‘Neos Kosmos tis Ginekas’ (Kadının Yeni Dünyası) Dergisi’nde muhabir, ‘Ginekia Drasi’ (Kadın Eylemi), ‘Komunistiki Epiteorisi’ (Komünist Revüsü), ‘i Dromi tis irinis’ (Barışın Yolları) ve ‘Avgi’ (Şafak) Dergilerinde yazar ve Rizospastis Gazetesi’nde yazı işleri müdürü olarak çalıştı.
Yunanistan’ın karanlık yılları bitmedi ve 1970li yıllarda utanç verici Albaylar Cuntası dönemini yaşadı. Bu dönemde de mücadele eden, direnen birçok insan tutuklandı ve işkencelerden geçirildi. Tabii devrimci bir kişiliğe sahip olan Sotiriou da tüm bunlardan nasibini aldı. O da tutuklandı, işkence gördü ve kitapları yasaklandı bu dönemde.
Dido Sotiriou, kitaplarında yaşadığı döneme tanıklık ederek gerçekleri tarafsız bir şekilde anlatmaya çalıştı. Bunu şu sözlerinden anlayabiliriz. ‘Topluma karşı bir görevim var; o da, gerçeği söylemek.’
Dido Sotiriou, çocuklar için de birçok kitap yazdı. Son kitabı, hapishanedeki bir adamı anlatan ‘Yıkılıyoruz’dur (1982). Bunların dışında tiyatro oyunları, incelemeler ve gençlere hitap eden risaleler yazdı. Eserleri birçok dile çevrildi. 1990 yılında Yunanistan’da bir yazar için en önemli ödül olan Atina Akademisi Ödülü’ne layık görüldü.
İki ülke arasındaki barışa yaptığı katkılardan dolayı Türkiye’de Abdi ipekçi Barış Ödülü’nü aldı.
Ayrıca her sene halklar ve kültürler arasındaki iletişimi kültürel farklılıklar aracılığıyla güçlendiren Yunan ya da yabancı yazarlar Dido Sotiriou Ödülü’ne layık görülür.
Sotiriou halkların kardeşliğine inandı her zaman ve bunun için verdiği mücadeleyi ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Bu konuda şu sözleri söyledi:
”Ben Türk ve Yunan halkları arasında hiçbir sorun olmadığına inanıyorum. Türkiye’yi benim kadar seven birçok insan var burada. Biz doğduğumuz ve yaşadığımız Anadolu’yu da çok seviyoruz. Ama o topraklar şimdi başkalarına ait. O toprakları sevmemiz silaha sarılacağımız anlamına gelmez. Ben bunu istemiyorum. Ben barış istiyorum. Bakın artık herkes anlamalı ki, savaş bir eğlence değildir. Savaş korkunç bir olaydır. Birçok insan dostça kardeşçe yaşayabileceğimize inanıyor.” Yazar 23 Eylül 2004 tarihinde Atina’da vefat etti. Yazdıklarıyla, mücadelesiyle, yaşam biçimiyle Yunan ve Türk halklarının kalbinde önemli bir yer edinmiş onurlu bir yazar ve aydındır Sotiriou. Romanlarında anlattığı tarihsel gerçeklerle de yaşadığı dönemin tanıklığını yaptı ve yaşanan acıların unutulmaması ve ders alınması için önemli bir rol üstlendi.
(Senem Özdemir)