• Kişisel
  • Kitaplık
Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Ara
  • Menu Menu
Öykü

Guy de Maupassant – Deli

Yüksek bir mahkemenin başkanıyken ölmüştü. Pürüzsüz yaşamı bütün Fransa adliyesince sevgiyle anılan çok iyi bir başkandı. Avukatlar, genç üyeler, yargıçlar onun iki parlak ve derin gözle aydınlanan iri, beyaz ve zayıf yüzünü yerlere kadar eğilerek büyük bir saygıyla selamlarlardı.

Ömrünü, haksızlığı kovalamak ve zayıfları korumakla geçirmişti. Hırsızlarla katillerin ondan amansız düşmanı yoktu. Çünkü ta ruhlarının içinde onların en gizli düşüncelerini adeta okur, kötü niyetlerinin bütün karanlığını bir bakışta açığa vururdu.

İşte tüm halkı arkasından acındırarak seksen iki yaşında onuruyla ölmüştü. Kırmızı pantolonlu askerler onu mezarına kadar törenle götürmüşler, beyaz kravatlı insanlar tabutunun başında acıklı sözler söyleyerek hemen hemen gerçek gözyaşları dökmüşlerdi.

Fakat bakın noter, onun büyük canilerle ilgili dosyaları kilitlediği çekmecede ne acayip bir kâğıt buldu ve donakaldı: Niçin?.

20 Haziran 1851

— Mahkemeden çıkıyorum. Blondel’i ölüme mahkum ettim! Bu adam nasıl olmuştu.

da beş çocuğunu ortadan kaldırmıştı? Bu işi niçin yapmıştı?. Çok kez böyle yaşam söndürmekten büyük bir zevk alan insanlara raslanır. Evet, evet, bu, kesinlikle bir zevk olmalıdır. Hem de bütün öbürlerine üstün bir zevk. Çünkü öldürmek, galiba yaratmaya en çok benzeyen şey. Yapmak ve yıkmak! Bu iki sözcüğün içinde tüm dünyaların tarihi var. Her şey, her şey onların içinde. Öldürmek acaba neden bu kadar kavrayıcı? .

25 Haziran

— Şurada yaşayan, yürüyen, koşan bir yaratık düşünmek… Bir yaratık? Sanki o da ne? Kendisinde bir devinim düzeneği ve bu devinimi yoluna koyar bir istenç bulunan canlı şey! Bu şeyin hiç önemi yok. Ayakları kesinlikle yere bağlı değil. Yalnızca toprakta kımıldıyan bir yaşam tanesi. Ve bu bilmem nereden gelme yaşam tanesini insan istediği gibi ezebilir. Ötesi yok işte. Hiçlik! Çürümek ve silinmek! .

26 Haziran

— Öldürmek neden cinayet olsun? Evet, neden? Tersine bu, doğa yasasıdır. Her yaratığın bir öldürme işi var. Yaşamak için öldürüyor, öldürmek için öldürüyor. Öldürmek, bizim yapılışımızda.

Öldürmeliyiz! Hayvan boyuna, bütün gün, varlığının her dakikasında öldürüyor. İnsan da doyunmak için durmadan öldürüyor. Fakat keyif için de öldürmeye gereksinme duyduğundan tuttu, avı yarattı.

Çocuk, bulduğu böcekleri, yavru kuşları, eline düşen bütün hayvancıkları öldürüyor. Yalnızca bu, bizdeki dayanılmaz tepeleme gereksinmesini dindirecek gibi değildir. Yalnızca hayvan öldürmek, hiç de bizi kandıramaz. Adam öldürmeye de gereksinmemiz var. Eskiden bu gereksinmeyi insan kurban etmekle giderirlerdi. Şimdi toplum olarak yaşama zorunluluğu cana kıymayı cinayet yaptı. Katili mahkum ediyor, cezalandırıyorlar. Fakat bu doğal ve sürükleyici öldürme içgüdüsüne hiç uymadan da olamayacağımız için arada sırada bütün bir ulusun öbürünü boğazladığı savaşlarla oyalanıyoruz. O vakit bir kan düşkünlüğüdür gidiyor. Orduların kendisini yitirdiği ve akşamları lambalarının altında, göklere çıkarılmış boğazlaşma öykülerini okuyan kentsoylularla kadın ve çocukların kendinden geçtiği bir tür zevk düşkünlüğü.

Olasılıkla bu insan kasaplığını iş edinenlerin aşağı görüleceği sanılır. Ne gezer! Onları onura boğmaktayız; sırmalara, parlak kumaşlara bürümekteyiz. Hepsinin başında sorguç, göğsünde işleme vardır. Kendilerine boyuna madalya, ödül ve her türlüsünden rütbe verilir. Kurumludurlar, sayılırlar, kadınlardan sevgi görürler, halkça alkışlanırlar; çünkü biricik görevleri insan kanı dökmektir! Öldürme araçlarını sokaklarda sürüklerler ve bunlar kara giysilerle geçenlerin gözlerini çeler. Çünkü öldürmek, doğanın yaratık yüreğine ektiği büyük yasadır! Öldürmekten daha güzel ve daha onurlu hiçbir şey yoktur! .

30 Haziran

— Öldürmek yasadır; çünkü doğa sonsuz gençliği sever. O her, ama her devinimiyle: “Çabuk! Çabuk! Çabuk!” der gibidir. Ve ne kadar yıkarsa o kadar yenileşir.

2 Temmuz

— Yaratık! Nedir bu yaratık? Hep ve hiç! Düşüncesiyle o her şeyi yansıtıyor. Belleği ve bilimiyle de, tarihini yaşattığı dünyanın küçük bir özetidir. Eşyanın aynası, olayların aynası. . Böylece her insan evrenin içinde küçük bir evren oluyor! Fakat bir de gezin. Ulusların karınca gibi kaynaşmasına bakın. Artık insan bir şey değildir! Hatta hiçbir şey değildir! Kayığa binin ve halkın kapladığı kıyıdan uzaklaşın; kıyı çizgisinden başka bir şey göremezsiniz. Zaten göze çarpmayan yaratık büsbütün yok olan, o kadar küçük ve önemsizdir. Hızlı bir trenle Avrupa’nın ortasından geçin ve vagonun kapısından bakın. İnsanlar, insanlar, tarlalarda kaynaşan, sokaklarda kaynaşan sayısız, bilinmeyen insan, yalnızca toprağı altüst etmeyi bilen ahmak köylüler, yalnızca erkeğine çorba ve çocuk yapmasını bilen çirkin kadınlar. Hindistan’a gidin, Çin’e gidin; hep doğan, yaşayan ve yolda ezilmiş bir karıncadan fazla iz bırakmadan ölen milyarlarca yaratığın didindiğini göreceksiniz. Çamurdan kulübelere sokulmuş zencilerin ülkesine, rüzgârla dalgalanan esmer bir örtünün altına sığınmış beyaz Arapların yurduna uğrayın; tek sürüden ayrı adamın hiçbir şey, ama hiçbir şey olmadığını anlayacaksınız. Her şey olan, soydur. Birey, çölde göçebe bir oymağın herhangi bir bireyi nedir sanki? Cidden bilge olan bu çöl insanları ölüme hiç önem vermezler. Onlarda adamın adı bile okunmaz. Herkes düşmanını tepeler. Buna savaş derler.

Vaktiyle çiftlikten çiftliğe, ilçeden ilçeye hep böyle davranılırdı.

Evet, bütün dünyayı dolaşın ve sayısız bilinmeyen insanın kaynaşmasına bakın. Bilinmeyen mi dedim? Hah, işte davanın anahtarı! Öldürmek cinayettir; çünkü insanları numaralıyoruz! Doğar doğmaz onlar deftere geçiriliyor, adlandırılıyor, vaftiz ediliyorlar. Yasa, kendilerini teslim alıyor. İşte bu! Yazılmayan yaratık hesapta yoktur. Onu ister kırda, ister çölde öldür; ister dağda, ister ovada tepele; bir şey yapmış olmazsın! Doğa ölümü sever; ona kalsa ceza vermez o! Dokunulmaz olan şey, şu sözüm ona, yurttaşlık durumudur. O kadar! İnsanı koruyan odur. Kişiye el kaldırılamaz; çünkü kütüğe geçmiştir. Nüfus yönetimini, bu yasa Tanrısı‘nı sayacağız. Başka laf yok!.

Devlet öldürebilir; çünkü onun kütüğe kayıt düşürme hakkı vardır. Bir savaşta iki yüz bin adamı boğazlattığı zaman onları yazmanlarının eliyle defterlerinden çizer, çıkarır. İş de biter. Fakat nüfus dairelerinin kayıtlarını hiçbir vakit değiştiremeyen biz, yaşama saygı göstermek zorundayız. Ey hükümet konağı tapınaklarında saltanat süren kütük! Seni selamlarım, sen doğadan da güçlüsün. Ah! Ah! .

3 Temmuz

— Öldürmek garip ve sarıcı bir zevk olmalı. Şurada, önünde canlı, düşünen birini bulmak; sonra onda küçük bir delik, yalnızca küçücük bir delik açmak ve oradan kan dediğimiz, yaşamı yapan kırmızı şeyin aktığını görmek; sonunda da soğuk, cansız ve düşüncesi boşalmış, yumuşak bir et yığınının karşısında kalmak! 5 Ağustos

— Ben ki ömrümü yargı vererek, mahkum ederek, söylediğim iki sözle öldürerek, bıçakla öldürmüş olanları giyotinle öldürterek geçirdim; ya ben, ben de bütün çarptığım katiller gibi yapsaydım, evet ben, ben de onlar gibi davransaydım kim ne bilecekti? 10 Ağustos

— Bunu dünyada sezecek var mıydı? Hele yok edilmesinde hiç çıkarım olmayan birini seçtikten sonra, benden, benim gibi bir adamdan kuşku duyulur muydu? 1 .

5 Ağustos

— Şeytan! Şeytan, sürünen bir kurt gibi, içime girdi. Sürünüyor, yürüyor, bütün vücudumda geziniyor. Yalnızca şunu, öldürmeyi düşünen kafamda; kana bakmak, ölüm görmek gereksiniminde olan gözlerimde; içlerinde boyuna bilinmeyen, korkunç, iç parçalayıcı ve akıl oynatıcı bir şey, bir yaratığın son çığlığı gibi bir şey geçen kulaklarımda; gitmek, işin olacağı yere gitmek isteğiyle pirelenen bacaklarımda ve öldürsünler diye tir tir titreyen ellerimde dolaşıp duruyor. Bu ne hoş, benzeri az ve özgür, herkesten yüksek, istencine sahip bir adama, süzme heyecanlar ayıran bir insana layık şey olacak! .

22 Ağustos

— Artık karşı koyamıyordum. Denemek, başlamış olmak için küçük bir yaratık öldürdüm.

Uşağım Jean’ın, kiler penceresinde asılı bir kafeste bir sakası vardı. Kendisini bir işe gönderdim ve küçük kuşu elime, içinde yüreğinin çarpıntısını duyduğum avucuma aldım. Sıcacıktı. Odama çıktım.

Ara sıra onu fazla sıkıyordum, yüreği daha hızlı vuruyordu. Bunda yabanıl bir tat vardı. Kuşcağızın boğulmasına bıçak sırtı kalmıştı. Fakat kan göremeyecektim.

O vakit makası, küçük tırnak makasını aldım ve üç vuruşta onun boğazını yavaşça kestim. Gagasını açıyor, elimden kaçmaya çabalıyordu. Ama ben tutuyordum, evet tutuyordum! Koca bir kuduz köpeği de tutardım! Ve kanın aktığını gördüm. Şu kan ne de güzel, kırmızı, parlak ve duru! İçmek için içim titriyordu. Dilimin ucunu değdirdim! Hoş şey. Fakat şu zavallı küçük kuşun pek az kanı vardı! Karşımdaki görünümden istediğim gibi zevk alamadım. Bir boğadan kan aktığını görmek, herhalde çok büyük bir zevk olacak.

Ve sonra katiller gibi, çekirdekten yetişme katiller gibi yaptım. Makası, ellerimi yıkadım; bol su döktüm ve kuşu, kuşun ölüsünü, gömmek için bahçeye götürdüm. Onu bir çileğin köküne tıktım.

Kimse yerini bulamaz. Ben her gün bu kökten bir çilek yiyeceğim. Yolu bilindiği zaman, yaşamla nasıl da oynanıyor! Uşağım ağladı. O kuşunu uçmuş sanıyor. Hiç benden kuşkulanabilir mi? Hah! Hah! .

25 Ağustos .

— Benim bir insan öldürmem gerekli! Evet, gerekli.

30 Ağustos .

— O iş oldu. Ne de önemsiz şeymiş! Vernes Ormanı‘na gezmeye gitmiştim. Bir şey, ama hiçbir şey düşündüğüm yoktu. İşte yolda bir çocuk, tereyağlı ekmek dilimini yiyen küçük bir çocuk.

Geçişime bakmak için duruyor ve: “Günaydın, Bay Başkan” diyor.

Benim de kafama: “Şunu öldürsem?” düşüncesi giriyor.

Yanıt veriyorum:.

— Yalnız mısın oğlum?.

— Evet efendim.

— Böyle, ormanda, yapayalnız?.

— Evet efendim.

Onu öldürmek isteği, alkol gibi başımı döndürüyordu. Kaçacağını umarak, yavaşça yaklaştım. Ve işte boğazından yakaladım. Sıkıyor, bütün gücümle sıkıyorum! Çocuk korkunç gözlerle bana baktı! Ne gözler; yusyuvarlak, derin, saf, ürpertici gözler!. Heyecanın bu kadar hayvancasını hiç duymamıştım.

Hem de bu kadar kısasını! Yumruklarımı küçücük elleriyle tutuyor ve vücudu, ateşe düşmüş bir tüy gibi bükülüyordu. Sonra kımıldamaz oldu.

Yüreğim çarpıyordu. Ah, o kuşun yüreği! Cesedi hendeğe attım. Üstüne de otları.

Döndüm, güzelce yemek yedim. Bu iş ne kadar basitmiş! Akşam gayet şen, hafiftim ve gencelmiştim.

Belediye başkanlarına gittim. Beni nüktedan buldular.

Fakat kan görmemiştim! Dinginim.

31 Ağustos

— Ceset bulundu. Katili arıyorlar. Hah! Hah!.

1 Eylül

— İki serseri yakalandı. Ama kanıt yok.

2 Eylül

— Çocuğun anası, babası bana geldiler. Ağladılar! Hah! Hah! 6 Ekim

— Bir şey bulunamadı. İşi buralardan geçen bir ipsiz yapmış olacak! Hah! Hah! Eğer kan aktığını görseydim, içime öyle geliyor ki, şimdi rahatlık duyacaktım! 18 Ekim

— İliklerimde öldürmek isteği koşuşuyor. Bu, pekâlå sizi yirmi yaşında kıvrandıran aşk kuduzluğuyla yan yana getirilebilir.

20 Ekim

— Bir tane daha. Kahvaltıdan sonra su boyunca yürüyordum. Bir söğüdün altında uyuyan bir balıkçı gördüm. Vakit öğleydi. Bitişik patates tarlasında bir bel, özellikle yere dikilmiş gibiydi.

Gidip onu aldım; topuz gibi kaldırdım ve keskin yanının tek bir inişiyle balıkçının kafasını yardım. Oh! Bundan, bu seferkinden kan aktı! Pembe, beyin dolu bir kan! Bu, yavaş yavaş suya karışıyordu. Ciddi adımlarla yola düzüldüm. Ya görülseydim! Ah! Ah! Yaman bir katil olalcakmışım.

25 Ekim

— Balıkçı olayı büyük bir dedikodu uyandırmakta. Onunla birlikte balık tutan yeğeni suçlu görülüyor.

26 Ekim

— Sorgu yargıcı yeğenin suçlu olduğuna karar verdi. Kentte herkes bu düşüncede. Hah! Hah!.

27 Ekim

— Yeğen kendisini çok kötü savunuyor. Söylediğine göre peynir ekmek almak için köye gitmiş. Amcasının bu arada öldürüldüğüne ant içmekte. Fakat inanan kim?.

28 Ekim

— Yeğen az kalsın itiraf ediyordu. O kadar bunaltıldı! Ah adalet, ah!.

15 Kasım

— Amcasının mirasına konacak olan yeğene karşı akar suları durduran kanıtlar var.

Mahkemeye ben başkanlık edeceğim.

25 Ocak

— İdam! İdam! İdam! Onu idama mahkum ettim! Hah! Hah! Savcı bir melek gibi konuştu! Hah! Hah! Bir tane daha! Onun kafasının kesildiğini görmeye gideceğim!.

18 Mart

— Oldu, bitti. O, bu sabah giyotine çıktı. Çok güzel öldü! Çok güzel! Hoşuma gitti. Bir adamın kafasının koptuğunu görmek ne zevkli şey! Kan bir dalga gibi, bir su gibi fışkırdı; oh! Olabilseydi bu kanda yıkanmak isterdim! Onun altına yatmak, akışına saçlarımı, yüzümü tutmak ve sonra kıpkırmızı, baştan başa kırmızı kalkmak bana ne tatlı bir sarhoşluk verecekti! Ah! Bilseler! Artık bekleyeceğim, bekleyebilirim. Yakayı ele vermeye o kadar küçük bir şey yetecekti ki!.

Yazının yeni bir cinayetten söz etmeyen daha bir yığın sayfası vardı.

Onları gören akıl doktorları, dünyada, bu canavar bunak kadar usta ve korkunç daha birçok bilinmeyen deli olduğunu söylediler.

Etiketler: Guy de Maupassant
Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş
Beğenebilecekleriniz:
Guy de Maupassant – Baba Belhomme’daki Hayvan
Guy de Maupassant – Bayan İnci
Guy de Maupassant – Bir Ana Baba Katili
Guy de Maupassant – Sauvage Nine
Guy de Maupassant – Dönüş
Guy de Maupassant – Sicim

Site içerisinde ara

Son Eklenenler

  • Deniz Durukan – Refik Durbaş İle
  • Ahmed Arif – Basübadelmevt
  • Ahmed Arif – Tutuklu
  • Ahmed Arif – Yurdum Benim Şahdamarım
  • Cemal Süreya – Bir Şair: Ahmed Arif

Site istatistikleri

  • 4
  • 513
  • 392
  • 8.967.929
  • 3.933.712

RSS [Kişisel] Son okuduklarım

  • Dünya Bu Kadar
  • Sapiens: a Graphic History, Volume 1 - The Birth of Humankind
  • Kara Yarısı
  • Atta
  • Gaip
  • Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
@ufukluker'i takip et

Etiketler

Blas De Otero Oktay Rifat Ahmet Muhip Dranas Conrad Aiken Aziz Nesin Günter Kunert Mehmet Yaşin Murathan Mungan Enver Gökçe Eugene Guillevic Sabahattin Ali A. Kadir Hasan Hüseyin Korkmazgil Hilmi Yavuz Kemalettin Kamu Birhan Keskin Ziya Osman Saba Gülten Akın Oğuz Atay Neşe Yaşın Nihat Behram Suat Derviş Orhan Veli Kanık Özdemir İnce Refik Durbaş Türkan İldeniz Resul Rıza Haydar Ergülen Vyaçeslav Ivanov İlhami Bekir Tez Gabriel Celaya Altay Öktem Veysel Öngören Sabahattin Kudret Aksal Cahit Sıtkı Tarancı Ingeborg Bachmann Fazıl Hüsnü Dağlarca Liana Daskalova Asım Bezirci Berin Taşan Ahmet Ada Vladimir Mayakovsky Vecihi Timuroğlu Bertolt Brecht Yi Men Nikola Vaptsarov Jose Marti Müştak Erenus Bejan Matur Kemal Özer Adnan Binyazar Yorgo Seferis Seyhan Erözçelik Hasan Biber Adalet Ağaoğlu Erdal Öz Behçet Kemal Çağlar Tevfik El Zeyyad Oruç Aruoba Bilgin Adalı E. E. Cummings Heinz Kahlau Melih Cevdet Anday Memet Fuat Necati Cumalı Pablo Neruda Özkan Mert Halim Şefik Güzelson Fakir Baykurt Sait Faik Abasıyanık Feyzi Halıcı Ece Ayhan Yaşar Nabi Nayır Jesus Lopez Pacheco Celal Sılay A. Hicri İzgören İsmet Özel Ömer Bedrettin Uşaklı Behçet Necatigil Ataol Behramoğlu Ahmet Oktay Vasko Popa Süleyman Nesip Yılmaz Odabaşı Rıfat Ilgaz Metin Demirtaş Cahit Zarifoğlu Cahit Külebi Erdal Alova Louise Gareau Des Bois Sinan Kukul Mehmed Kemal Dido Sotiriou Ahmed Arif Yaşar Kemal Fethi Giray Ahmet Telli Sezai Karakoç Akgün Akova Nicolae Dragos Konstantin Simanov Sennur Sezer Behçet Aysan Edip Cansever Philippe Soupault Orhan Murat Arıburnu Kemal Burkay Can Yücel Sandor Forbath Süleyman Çobanoğlu Ülkü Tamer Nazım Hikmet Gülseli İnal Cahit Irgat Suat Vardal Lale Müldür Konstantinos Kavafis Arif Damar Abdülkadir Budak Bedri Rahmi Eyüboğlu Cengiz Bektaş İsmail Uyaroğlu Salah Birsel Suat Taşer Talip Apaydın Paul Eluard Tove Ditlevsen Faruk Nafiz Çamlıbel Asaf Halet Çelebi Sun Yu-T'ang Hasan İzzettin Dinamo Metin Altıok Turgut Uyar Yannis Ritsos Ümit Yaşar Oğuzcan Afşar Timuçin Ahmet Erhan Arkadaş Z. Özger Peter Abrahams Goethe Kerim Korcan Sabri Altınel Şükrü Erbaş Fang Vei Teh Turgay Fişekçi Kenneth Rexroth Cevat Şakir Kabaağaçlı Kahraman Altun Abdülkadir Bulut Oktay Taftalı Enis Batur Kostas Kleanthis Mehmet Başaran Füruğ Ferruhzad Federico Garcia Lorca Barış Pirhasan Ozan Telli İlhan Berk Kutsiye Bozoklar Özge Dirik İbrahim Karaca Orhan Kemal Vedat Türkali Cemal Süreya Guy de Maupassant Cevdet Kudret Hasan Basri Alp Yılmaz Güney Yaşar Miraç Şükran Kurdakul Adnan Yücel Attila İlhan Sandor Petöfi Metin Eloğlu Ercüment Behzat Lav Louis Macneice Zafer Ekin Karabay Özdemir Asaf Nahit Ulvi Akgün Bekir Yıldız Miguel Hernandez Ahmet Necdet Adnan Özer
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Guy de Maupassant – SicimGuy de Maupassant – Baba Belhomme’daki Hayvan
Sayfanın başına dön