Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Kişisel
  • Kitaplık
  • Ara
  • Menu Menu

Sabahattin Ali – Kafakağıdı

in Öykü

Akşamüzeri hapishaneye bir sürü adam getirdiler. Hepsi elli kadar vardı. Bu kadar kalabalığı süngü takmamış iki candarmanın arasında görünce yol parası borcundan buraya geldiklerini anladık.

Nizamiye kapısından girince avluda sıra oldular. Bir gardiyan elindeki kağıda bakarak yoklama yaptı. Ondan sonra duvar kenarına dizilerek çömeldiler, konuşmadan bekleşmeye başladılar.
Kılıkları pek perişandı. Poturları parça parça sarkıyordu ve çoğunun ayağında kunduraya benzer bir şey bile yoktu.

Sırtlarında devetüyü çuldan kısa ve gene parça parça cepkenler, bunun altında solmuş, lime lime yıpranmış ve yamadan görünmez olmuş mintanlar vardı. Siperini sağ veya sol yanaklarının üstüne getirdikleri kasketleri yağ içindeydi ve yırtık siperden koyu sarı mukavvalar fırlıyordu.

Yanlarına koydukları çul heybelerin yan yatan ağızlarından birkaç somun kara ekmek, birkaç dürüm yufka ve bazılarınınkinden birkaç taze soğan yaprağı görünüyordu.

Hangi koğuşa gideceklerini ve ne yapacaklarını söyleyen olmadığı için uzun zaman beklediler. Aralarında ara sıra bir şeyler fısıldaşıyorlardı. Kendi köylerinden birkaç mahpus yanlarına sokulunca isteksiz ve çekingen tavırlarla onun suallerine cevap veriyorlar, ara sıra başlarını başka tarafa çevirip uzaklara bakarak bu konuşmaya devam etmekten pek hoşlanmadıklarını anlatıyorlardı.

Hakikaten, tanımadıkları mahpuslardan ziyade hemşerilerinden tanıyor gibiydiler. Katilden veya başka ağır cürümlerden yatan kendi köylülerinin karşısında, yol parası veremedikleri için hapse düşmüş olmak onlara pek ağır geliyordu.

İçlerinde bir de ihtiyar vardı. Görünüşte altmışı çoktan aşmış olan bu adamın artık yol parası vesaire ile alakası olmasa gerekti. Mavi damarları fırlamış ve kütükleşmiş ellerinde tuttuğu eğri ve kalın bir sopaya dayanarak kalkabiliyor ve iki kat olmuş belini hemen bir yere yaslamak için duvarın yanına gidiyordu.

Kupkuru ve uzun çenesinde birkaç tel sallanmakta, dökülerek adamakıllı seyrekleşen ak saçlarının altında lekeli ve pul pul olmuş bir deri parlamaktaydı.

Üstü başı ötekiler kadar, hatta daha fazla perişandı. Belindeki meşin silahlık, belki altmış senenin kahrını çekmiş olduğu için, tüylenmiş, çatlamış, taban astarı gibi incelmişti.

Yanına yaklaştım. İhtiyarlıktan ufalmış gözlerle bana baktı. Geçeceğimi sanarak başını gene başka tarafa çevirdi.

Yanına diz çöktüm:

-Merhaba, dede!- dedim.

Dönüp baktı. Gözlerinde ufak bir hayret parladı ve döndü.

-Eyvallah!-

Her yeni gelene söylenen beylik cümleyi söyledim:

-Geçmiş olsun!-

-Sağ ol!-

Tekrar önüne baktı. Bir cıgara çıkarıp verdim. Titrek elleriyle aldı, sonra silahlığından teneke bir tabaka çıkararak açtı. İçinde bir tutamdan az tütün tozu ve bir fitilli çakmak vardı. Bunun seferberlikten kalma olduğu besbelliydi. Avcunun içi ile hızlı hızlı çaktı, sonra fitili düzeltip birkaç kere daha denedi. Bir türlü yanmıyordu. Bu sırada benim yakıp uzattığım kibritle cıgarasını ateşledi ve ağır ağır, derin derin çekti.

Ben gene sordum:

-Vukuatın ne, dede?-

-Ne vukuatı oğul, susa yolu parası veremedik!-

-Kaç yaşındasın?-

-Ne bileyim? Seksen olmalı!..-

-Nasıl olur? Altmışını geçenlerden yol parası istemezler…-

-Benden istiyorlar…-

-Bir yanlışlık olacak.-

-Yanlışlık değil oğul!- dedi ve anlattı:

-Dört oğlum vardı, birisi katilden hapse düştü, sekiz sene yattıktan sonra öldü; ikisi seferberlikte gitti; biri de candarma idi, eşkıya takibinde vuruldu, topal kaldı, şimdi köyde oturur, benim elime bakar. Öbür oğullarımın çocukları yoktu. Bunun da bir tek oğlu oldu, o da sekiz yaşında sıtmadan öldü. Öleli yirmi yılı aşkındır. O zamandan beri topal oğlumla otururuz. Benim kocakarı ile topalın karısı tarlayı sürer, ekerler, ben de harmana yardım ederim, topal da çardakta oturup bostanı bekler, kıt kanaat geçiniriz. Üç sene evvel bizim ağa dere boyundaki ufak tarlamıza sahip çıkar oldu. Bağırdık çağırdık, fayda etmedi. Oğlan sakat, bende de derman yok, hakkımızı kendimiz arayamadık. Mecbur olduk hükümet kapısına düşmeye. İki sene mahkememiz sürdü. Bizim tapumuz filan yoktu ama, bütün köylü o tarlanın bize dededen kaldığını bilirdi. Bunu soran olmadı, ağa yalancı şahit dinletti, mahkemeyi kazandı. Mahkeme sürerken benden kafakağıdımı istediler, nereden bulayım? Askerden döneli devlet kapısına işim düşmemişti; aradım aradım yok… Sonra mushafın arasında bizim topalın ölen oğlunun kafakağıdını buldum. Onun da adı Mehmet’ti. Kafakağıdı değil mi, hep bir, dedim, vilayete kaydını gördürdüm, yeniden adres verdim.

Mahkemede bir şey çıkmadı. Vilayete gelip giderken öbür tarlayı yüzüstü koyduğumuzla kaldık. Altı ay sonraydı, köye tahsildarlar geldi. Yol parası vereceklerin arasında muhtar beni de okudu. Yanlış olacak diye kulak asmadım. Birkaç kere gelip gittiler, aldırmadım. Yirmi senedir yol parasından muaftım.

Bu sefer tahsildarlar candarmayla beraber geldiler. Yol parası vermeyenlerle beraber beni de aldılar; ben seksen yaşındayım dedim ama, dinleyen olmadı. Nüfusa geldik, defteri açıp baktılar, daha yirmi dokuz yaşındasın dediler. Amanın etmeyin, halime bakın dedim, olmaz, tevellüdün işte burada, adresin de belli, diye dayattılar. Cebimdeki nüfusu çıkarıp verdim, orada da 29 gösteriyormuş, o zaman aklım erdi ama, neyleyim? Daha çok kurcalarsan başına iş açılır, dediler. Ben de sesimi çıkarmadım. Altı lirayı bir denkleştirebilsem verir kurtulurdum ama, bu zamanda altı liranın yolu nerde? Kaderde yazılıymış dedik, geldik buraya…-

Gülmeye başlamıştım:

-Ama babacığım, hiç insan torununun nüfus kağıdını alır mı?- dedim.

Bıkkın bir tavırla elini salladı ve:

-Ne olurmuş sanki?- diye mırıldandı, -Hepsi devletin kağıdı değil mi?-

(Sabahattin Ali, Ağaç, 14.03.1936)

Etiketler: Sabahattin Ali
Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş
Beğenebilecekleriniz:
Sabahattin Ali – Duvar
Sabahattin Ali – Cıgara
Sabahattin Ali – Sulfata
Sabahattin Ali – Bir Firar
Sabahattin Ali – Sarhoş
Sabahattin Ali – Kağnı
Sabahattin Ali – Leylim Ley
Sabahattin Ali – Bir Şaka

Site içerisinde ara

@ufukluker'i takip et

RSS Son okuduklarım

  • Çeviri Hikâyeler (Masallar, Hikâyeler 2)
  • Bay Düdük
  • Dipten Gelen Dalga — 2. Cilt
  • Dipten Gelen Dalga — 1. Cilt
  • The Complete Grimm's Fairy Tales
  • George Dandin veya Bir Koca Nasıl Rezil Edilir?

Site istatistikleri

  • 0
  • 115
  • 88
  • 7.838.970
  • 3.144.620

Etiketler

A. Hicri İzgören Miguel Hernandez Hasan Basri Alp Enis Batur Özge Dirik Ülkü Tamer Goethe Yi Men Suat Derviş Mehmed Kemal Jose Marti Kostas Kleanthis Bekir Yıldız Süleyman Çobanoğlu Sabahattin Kudret Aksal Sennur Sezer Faruk Nafiz Çamlıbel Kerim Korcan Abdülkadir Budak Şükran Kurdakul Hasan İzzettin Dinamo Louise Gareau Des Bois Salah Birsel Ece Ayhan Cahit Irgat Attila İlhan Necati Cumalı Haydar Ergülen Hilmi Yavuz Feyzi Halıcı Erdal Öz Ahmet Erhan Nicolae Dragos Enver Gökçe Kemal Özer Paul Eluard Can Yücel Fazıl Hüsnü Dağlarca Yaşar Nabi Nayır Memet Fuat Sinan Kukul Ümit Yaşar Oğuzcan Mehmet Yaşin Adnan Yücel Asaf Halet Çelebi Berin Taşan Sezai Karakoç Oktay Rifat Fakir Baykurt Metin Eloğlu Afşar Timuçin Kutsiye Bozoklar Gabriel Celaya Ingeborg Bachmann Kemalettin Kamu Yorgo Seferis Hasan Hüseyin Korkmazgil Yannis Ritsos Özdemir İnce Adnan Özer Metin Altıok Ahmet Oktay Hasan Biber Barış Pirhasan Vyaçeslav Ivanov A. Kadir Cevdet Kudret Peter Abrahams Behçet Kemal Çağlar Halim Şefik Güzelson Özkan Mert Konstantin Simanov Nikola Vaptsarov Süleyman Nesip Nahit Ulvi Akgün Füruğ Ferruhzad Eugene Guillevic Suat Vardal Vladimir Mayakovsky Rıfat Ilgaz Vasko Popa Cahit Sıtkı Tarancı Türkan İldeniz Refik Durbaş Cevat Şakir Kabaağaçlı Tevfik El Zeyyad Kenneth Rexroth Yaşar Kemal Edip Cansever Asım Bezirci Akgün Akova Günter Kunert Bilgin Adalı Cahit Zarifoğlu Nazım Hikmet Vecihi Timuroğlu Bedri Rahmi Eyüboğlu Orhan Murat Arıburnu Kahraman Altun Turgut Uyar Gülten Akın Ercüment Behzat Lav Oktay Taftalı Kemal Burkay E. E. Cummings Jesus Lopez Pacheco Bejan Matur Yılmaz Güney Sandor Forbath Dido Sotiriou Behçet Necatigil Talip Apaydın Arif Damar Yılmaz Odabaşı Cemal Süreya Liana Daskalova Sandor Petöfi Sabahattin Ali Ahmet Telli İlhan Berk Melih Cevdet Anday Bertolt Brecht Federico Garcia Lorca Yaşar Miraç Resul Rıza Heinz Kahlau Vedat Türkali Zafer Ekin Karabay Pablo Neruda İlhami Bekir Tez Ahmet Ada Turgay Fişekçi Cahit Külebi Ahmet Muhip Dranas Suat Taşer Mehmet Başaran Erdal Alova Lale Müldür Behçet Aysan Sun Yu-T'ang Nihat Behram Gülseli İnal Ahmed Arif Özdemir Asaf Oruç Aruoba Abdülkadir Bulut Fang Vei Teh Birhan Keskin Müştak Erenus Cengiz Bektaş Şükrü Erbaş İsmet Özel Tove Ditlevsen Conrad Aiken Aziz Nesin Ataol Behramoğlu Metin Demirtaş Sabri Altınel Murathan Mungan Konstantinos Kavafis Seyhan Erözçelik Philippe Soupault Celal Sılay Louis Macneice Blas De Otero Ozan Telli Orhan Kemal Fethi Giray Sait Faik Abasıyanık Oğuz Atay Altay Öktem Ömer Bedrettin Uşaklı Neşe Yaşın İbrahim Karaca Adalet Ağaoğlu Orhan Veli Kanık Ahmet Necdet Arkadaş Z. Özger İsmail Uyaroğlu Ziya Osman Saba
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Sabahattin Ali – KamyonSabahattin Ali – Kağnı
Sayfanın başına dön