• Kişisel
  • Kitaplık
Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Ara
  • Menu Menu
Öykü

Sabahattin Ali – Kazlar

Dudu, elinde mektupla hızlı hızlı öğretmenin evine gitti:

-Şunu okur musunuz?- dedi, -Seyit’ten geliyor!-

Köyde bekarlıktan canı çıkan öğretmen, Dudu’nun çenesinin altından doğru görünen göğsüne yandan bir göz attı. Kadının esmer teninde elbiselerinin hafifçe gölgelediği bir yol, öğretmeni bir iki kere yutkundurdu. Sonra elini uzatarak: -Ver bakalım- dedi.
Dudu’nun kocası üç sene evvel düğün yerinde birisini vurmuş, on sene yemişti. Gerçi ölene kurşun atanlar sekiz kişiydi ve rastlayan kurşunun kimin silahından çıktığı belli değildi, fakat Seyit’le arkadaşı Durmuş’tan gayrısı kazadaki müstantiğe (sorgu yargıcı) para yedirip men’i muhakeme (yargılamayı önleme) kararı almışlardı. Vilayet ağır cezası da bu ikisine onar seneyi dayamıştı. Öğretmen mektubu okudu:

Evvela selam edip karısının hatırı şerifini sual ettikten sonra, kendisinin pek o kadar iyi olmadığından, koğuştaki yerinin pisliğinden ve bitten şikayet ediyor, Dudu gelirken bir iki kaz getirirse başgardiyanla müdüre vererek yerini değiştirteceğini, koğuşun baş taraflarında, biti az, temizce bir yere geçeceğini söylüyordu.

Dudu mektubu öğretmenin elinden çekip aldı. Koynuna iyice yerleşti. Bu esnada öğretmen Dudu’nun göğsündeki gölgeli yolu biraz daha aşağılara kadar takip etmek imkanını buldu.

Dudu okulun kenarındaki gübrelikte yuvarlanan oğlu Hüsnü’yü elinden tutarak düşünceli düşünceli evine döndü; ne yapacağını bilmiyordu.

Topu topu bir kazı vardı; onun da yumurtalarını bakkal İlyas Efendi’ye bağlamıştı. Kaz her gün yumurtlarsa, geçenlerde Hüsnü’ye içlik yapmak için aldığı bezin parasını bir ayda ödeyecekti. Şimdi kazı şehre iletirse İlyas Efendi evinde yorgan döşek koymaz, alır götürürdü.

Hem sonra bir kaz… Halbuki Seyit iki tane istiyordu…

Eltisinin evine gitti; bu, Seyit’in ağasının karısıydı. Kocasını daha on beş gün kadar evvel maktulün akrabaları avda vurmuşlardı. Dudu Seyit’e götürmek için bir kaz isteyince yeni dul bağırdı:

-Git şuradan, git! O Seyit olacak gidinin yüzünden kocamı elimden aldılar. Damlarda sürünsün de çıkamasın inşallah…- Ve ağlamaya başladı.

Dudu kapıdan döndü ve korkusundan başka akrabalarına gidemedi… Gece gözünü kapayamadı. Evde dört yaşındaki oğlundan başka kimsesi yoktu. Bu gece korkuyordu. Seyit’in düşmanları kocasına yardım etmemesi için onu mütemadiyen tehdit ediyorlardı. Seyit’in ağasını bile, kardeşine ara sıra yardım ettiği için vurmuşlardı. Köyde kime gitse kovulacaktı.

Halbuki Seyit iki tane kaz istiyordu. Hem de kendisi için değil.

Yavaşça yataktan kalktı, avluya indi. Kümesten kazı yakalayarak ayaklarını bağladı. Kaz bağırmaya başladı. Komşu bahçedeki çitin arkasından başka kazlar cevap verdiler.

Dudu biraz düşündü. Sonra çitin bozuk yerine doğru yürüdü. Öteki bahçeye geçti. Birbirlerini itip kakalayarak köşeye sinmeye çalışan kazlardan bir tanesini yakaladı.

Köpek, tanıdığı için sesini çıkarmıyordu.

Dudu, Hüsnü’yü sırtına bağladı. Kazları ayaklarından tutarak bir eline aldı. Öteki eline de bir torba bulgur yüklendi.

Hüsnü’nün eline de ufak bir çömlekle pekmez verdi. Ara sıra ayağı taşa çarpınca pekmezler arkasına dökülüyordu.

Gecenin serinliğinde şehre doğru yürümeye başladı.

Şehirle köyün arası yayan dokuz saatti.

..

Seyit aşağı yukarı üç aydan beri hastaydı, hapishane doktoru hastanede yatmasına lüzum gösteriyor, birkaç gün yatıyor, daha ağır bir hasta gelince taburcu ediliyordu.

En nihayet hiç kabul etmeyiverdiler:

Tedavisi kabul olmayacak kadar ilerlemiş olan veremleri hastaneler kabul etmiyorlardı. Nizamnameleri (yönetmelikleri) böyleydi.

Böyle hastaların cezalarının tecili ve tahliyeleri icap ederdi. Fakat Seyit, hastalığının ne olduğunu bilmiyordu.

Hapishanelerin bu gibi dalaverelerini bilen açıkgöz ve pişkin mahpusların da onunla meşgul oldukları yoktu. Çünkü çok fakirdi.

Evrakı ve raporları müddeiumumilik (savcılık) kaleminde duruyor, takip eden olmadığı için sıra bekliyordu.

Koğuşun en fena tarafında, aptesliğin yanında yatıyordu. Hem de yarı aç.

Hasta olduğu için çalışamıyor, kimseye hizmet edemiyor, su falan taşıyamıyor ve bir tayınla kalıyordu.

Bu bir tayını da üç günde yiyor, kalan ikisini satarak katık yapmak istiyordu.

Ve bütün gün, hiç kalkmadan yatardı.

Biraz ilerideki pencereden bir avuç kadar gökyüzü görünürdü: Masmavi…

Gözlerini oraya diker, hiç konuşmadan beklerdi.

Köye mektup yazdırdıktan sonra uzun müddet yollayamadı. Çift sürme zamanıdır, işler yarım kalır diye tereddüt ediyordu.

Daha fazla bekleyemeyeceğini anlayınca, iki bükülü mektubu kuşağının arasından aldı. Görüşme gününde nizamiye kapısına giden bir mahpusa:

-Şunu bizim gelip giden köylülerden birine ver!- dedi.

Ve daha sabırsızlıkla beklemeye başladı.

Mektubu götürecek olan köylünün bir sürü mahkemeleri vardı, on gün kadar şehirde kaldı; ve Seyit hep bekledi.

Gözleri, avuç içi kadar mavi göğe dikilmiş, yattı. Yalnız akşamüzerleri, yattığı yerde biraz kuru tayınla biraz pekmez yiyor, sonra uyumaya çalışıyordu.

Dudu gelirse nasıl kalkıp kapıya gideceğini düşünüyor, -sürüne sürüne bile olsa gene giderim!- diyordu.

Evlendikten bir ay sonra askere gitmiş, tezkere aldıktan yirmi gün sonra hapsedilmişti. Ve Dudu’ya hiç doymamış gibiydi. O da nedense hala gelmiyordu.

Artık bekleyemeyecekti galiba.

Dudu hapishaneye geldi. Kapının önü tenhaydı. Sokulduğu zaman candarma itti ve -geri git!- diye bağırdı.

Kapıda duran gardiyan, kazları ve torbayı görünce onu çağırmak için elini kaldırdı. Fakat tam bu sırada birkaç hapis bir sedye çıkardıkları için o tarafa gitti.

Hapishane katibi: -Musallaya götürün, ben kaydına işaret veririm!- diye bağırarak odasına giriyordu.

Başgardiyan da elindeki bir kağıdı gardiyanlara ve bazı mahkumlara imzalatıyordu. Bu, ölünün bir yorganı, bir bakır kabı ve bir çift eski kundurası kaldığına dair müzekkereydi.

Sedye kapıdan çıkarken gardiyan biraz ötede duran Dudu’ya sordu:

-Kimi istedin?-

-Opruklu Seyit’i.-

Gardiyan yüzünü buruşturdu. Eliyle, kapıdan biraz evvel çıkan ve bir gardiyanla hafif cezalı iki mahkum tarafından musalla camiine götürülen sedyeyi göstermek üzereyken, gözleri tekrar kazlara ve torbaya ilişti.

Elini uzattı:

-İçerde ama, bugün görüşme günü değil. Ver onları da sen haftaya gel!-

Torbayı, kazları, pekmez çömleğini aldı, duvarın kenarına koydu; hala daha kapının dibinde oturan Dudu’ya:

-Haftaya gel, dedik ya… Biz bunları kendisine veririz. Hadi bakalım, bekleme!..- diye bağırdı.

Dudu şehirde bir hafta kalabilir mi hiç?

Hüsnü’yü kolundan tutup çekerek yürümeye başladı.

Çocuk dönüp dönüp arkaya bakıyor:

-Hani ya babam?.. Nerde ya babam?.- diye vızıldanıyordu.

Dudu çocuğu hızla bir çekti:

-Ne diye bağırırsın?- dedi, -Göstermediler işte!-

Sonra biraz yumuşadı:

-Harmanda geldiğimizde görürüz!..-

Köye döndüler.

..

Köye gelir gelmez Dudu’yu candarmalar yakaladı. Kaz çaldığı için kasabada muhakeme edildi ve üç aya mahkum oldu. Yalnız, cezasını kaza hapishanesinde yattığı için, harman zamanına kadar, Seyit’in ölümünden haberi olmadı.

(Sabahattin Ali, 1933)

Etiketler: Sabahattin Ali
Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş
Beğenebilecekleriniz:
Sabahattin Ali – Arabalar Bes Kuruşa
Sabahattin Ali – Gramofon Avrat
Sabahattin Ali – Bir Şaka
Sabahattin Ali – İki Kadın
Sabahattin Ali – Uyku
Sabahattin Ali – Bir Delikanlının Hikayesi

Site içerisinde ara

Son Eklenenler

  • Deniz Durukan – Refik Durbaş İle
  • Ahmed Arif – Basübadelmevt
  • Ahmed Arif – Tutuklu
  • Ahmed Arif – Yurdum Benim Şahdamarım
  • Cemal Süreya – Bir Şair: Ahmed Arif

Site istatistikleri

  • 0
  • 103
  • 85
  • 8.954.122
  • 3.923.981

RSS [Kişisel] Son okuduklarım

  • Sapiens: a Graphic History, Volume 1 - The Birth of Humankind
  • Kara Yarısı
  • Atta
  • Gaip
  • Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
  • Lizbon Kuşatmasının Tarihi
@ufukluker'i takip et

Etiketler

Nahit Ulvi Akgün Resul Rıza Müştak Erenus Kenneth Rexroth Akgün Akova Nihat Behram Yannis Ritsos Bedri Rahmi Eyüboğlu Yi Men Sennur Sezer Adnan Binyazar Liana Daskalova Vecihi Timuroğlu A. Hicri İzgören Peter Abrahams Ahmet Telli Haydar Ergülen Asaf Halet Çelebi Kerim Korcan Ahmet Oktay Erdal Alova Oktay Rifat Faruk Nafiz Çamlıbel Sandor Petöfi Rıfat Ilgaz Heinz Kahlau Refik Durbaş Hasan Basri Alp Afşar Timuçin Özdemir Asaf Mehmet Başaran Kemal Burkay Cevat Şakir Kabaağaçlı Murathan Mungan Sinan Kukul Mehmet Yaşin Gülseli İnal Jose Marti Miguel Hernandez Tove Ditlevsen Eugene Guillevic Orhan Kemal Celal Sılay Vedat Türkali Zafer Ekin Karabay Mehmed Kemal Ümit Yaşar Oğuzcan Ziya Osman Saba Metin Eloğlu Altay Öktem Ahmet Ada Sun Yu-T'ang Goethe Nikola Vaptsarov Guy de Maupassant Dido Sotiriou Metin Altıok Ahmed Arif İlhami Bekir Tez Ece Ayhan Cevdet Kudret Sabri Altınel Lale Müldür Gülten Akın Arkadaş Z. Özger Erdal Öz Asım Bezirci Yılmaz Odabaşı Kahraman Altun Cahit Sıtkı Tarancı Konstantin Simanov Ataol Behramoğlu Behçet Kemal Çağlar Özkan Mert Feyzi Halıcı Adalet Ağaoğlu Bilgin Adalı Can Yücel Sezai Karakoç Enis Batur Yaşar Kemal Edip Cansever Yaşar Nabi Nayır Ercüment Behzat Lav Hilmi Yavuz Suat Derviş Yaşar Miraç İsmail Uyaroğlu Şükran Kurdakul Füruğ Ferruhzad Ahmet Erhan Seyhan Erözçelik Süleyman Nesip Yorgo Seferis İsmet Özel Hasan Biber Salah Birsel İbrahim Karaca Aziz Nesin Berin Taşan Türkan İldeniz Fakir Baykurt Necati Cumalı Paul Eluard Federico Garcia Lorca Cahit Zarifoğlu Kemalettin Kamu Enver Gökçe Memet Fuat Gabriel Celaya Özdemir İnce Halim Şefik Güzelson Orhan Veli Kanık Suat Vardal Ömer Bedrettin Uşaklı Özge Dirik E. E. Cummings Cemal Süreya Fazıl Hüsnü Dağlarca Oktay Taftalı Turgut Uyar Sabahattin Kudret Aksal Louise Gareau Des Bois Tevfik El Zeyyad Kutsiye Bozoklar Ozan Telli Oruç Aruoba Suat Taşer Fang Vei Teh İlhan Berk Sabahattin Ali Süleyman Çobanoğlu Abdülkadir Budak Bertolt Brecht Conrad Aiken Veysel Öngören Adnan Özer Bejan Matur Konstantinos Kavafis Adnan Yücel Yılmaz Güney Fethi Giray Orhan Murat Arıburnu Oğuz Atay Vladimir Mayakovsky Cahit Külebi Louis Macneice Nazım Hikmet Vyaçeslav Ivanov Pablo Neruda Nicolae Dragos Cahit Irgat Cengiz Bektaş Attila İlhan Sait Faik Abasıyanık Behçet Aysan Blas De Otero Kostas Kleanthis Hasan Hüseyin Korkmazgil Birhan Keskin Behçet Necatigil Talip Apaydın Jesus Lopez Pacheco Ahmet Muhip Dranas Neşe Yaşın Kemal Özer Ingeborg Bachmann Melih Cevdet Anday Metin Demirtaş Hasan İzzettin Dinamo Sandor Forbath A. Kadir Günter Kunert Ülkü Tamer Vasko Popa Bekir Yıldız Şükrü Erbaş Ahmet Necdet Barış Pirhasan Turgay Fişekçi Arif Damar Abdülkadir Bulut Philippe Soupault
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Sabahattin Ali – Candarma BekirSabahattin Ali – Bir Orman Hikayesi
Sayfanın başına dön