• Kişisel
  • Kitaplık
Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Ara
  • Menu Menu
Öykü

Sait Faik Abasıyanık – Dülger Balığının Ölümü

Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pulları kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılmağa değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar?… Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şan ü şeref kazanırdı. Ne yazık ki soluverir ölür ölmez, öyle ki, büzülmüş böceklere döner balık sırtının pırıltıları. Benim, size ölümünü hikaye edeceğim balığın öyle parıltılı, yanar döner pulları yoktur. Pulu da yoktur ya zavallının. Hafifçe, belirsiz bir yeşil renkle esmerdir. Balıkların en çirkinidir. Kocaman, dişsiz, ak ve şeffaf naylondan bir ağzı vardır: Sudan çıkar çıkmaz bir karış açılır. Açılır da bir daha kapanmaz.

Vücudu kirlice, esmer renkte demiş miydim?

Rum balıkçıların hrisopsaros -Hristos balığı- dedikleri bu balık, vaktiyle korkunç bir deniz canavarı imiş. İsa doğmadan evvel, Akdeniz’de dehşet salmış. Bir Finikeli denize düşmeye görsün! Devirdiği Kartacalı çektirmesinin, Beni İsrail balıkçı kayığının sayısı sayılamamış. Keser, biçer; doğrar, mahmuzlar; takar, yırtar; kopararır atar; çeker, parçalarmış. Akdeniz’in en gözü pek; insandan, hayvandan, fırtınadan, yıldırımdan, beladan, işkenceden yılmaz korsanı, dülger balığının adından bembeyaz kesilirmiş.

İsa, günlerden bir gün, deniz kenarında gezinirken sandallarını büyük bir korkuyla bırakıp kaçan balıkçılar görmüş. “Ne oluyorsunuz?” diye sorunca balıkçılara; “Aman” demişler balıkçılar, “elaman! Elaman bu canavardan! Sandalımızı kırdı, arkadaşlarımızı parçaladı. Hepsinden kötüsü, balık tutamaz olduk, açlıktan kırılırız.”

İsa, yalınayak, başı kabak, dülger balıklarının yüzlercesinin kaynaştığı denize doğru yürümüş. En kocamanını, uzun parmaklı elleriyle tutup sudan çıkarmış. İki elinin başparmağı arasında sımsıkı tutmuş, eğilmiş, kulağına bir şeyler söylemiş…

O gün bu gündür dülger balığı, denizlerin görünüşü pek dehşetli, fakat huyu pek uysal, pek zavallı bir yaratığıdır. Birçok yerlerinde çiviye, kesere, eğriye, kerpetene, destereye, eğeye benzer çıkıntıları, kemikle kılçık arası dikenleri vardır. Dülger balığı adı ona bunlardan ötürü takılmış olmalı.

Bütün bu alat ü edavatın dört yanını, şeffaf naylondan diyebileceğimiz işlemeli bir zar çevirmiştir. Kuyruğa doğru bu incecik zar azıcık kalınlaşır, rengi koyulaşır, bir balık kuyruğunun biçimini alır.

Oltaya tutuldu muydu dünyasına, sulara küsüverir. Nasıl bir korku içine düşer kimbilir? Onun için dünya bomboştur artık. Oltadan kurtulsa da fayda yoktur. Suyun yüzüne yamyassı serilir. Kocaman gözleriyle insana mahzun mahzun bakar durur. Sandala aldığınız zaman dakikalarca onun sesini işitirsiniz. Ya, sesini! Bir o, bir de kırlangıç balığı sandalda ölünceye kadar ikide bir feryada benzer, soluğa benzer acı bir ses çıkarır. İnce zardan ağzını bir kere ağlara vurmasın, küstüğünün resmidir dülger balığının.

Bir gün, balıkçı kahvesinin önündeki; yarısı kırmızı, yarısı beyaz çiçek açan akasyanın dalına asılmış bir dülger balığı gördüm. Rengi denizden çıktığı zamandı. Yalnız aletlerinin etrafını çeviren incecik, ipekten bile yumuşak zarları titreyip duruyordu. Böyle bir oynama hiç görmemiştim. Evet, bu bir oyundu. Bir görünmez iç rüzgarının oyunuydu. Vücutta, görünüşte hiçbir titreme yoktu. Yalnız bu zarlar zevkli bir ürperişle tatlı tatlı titriyorlardı. İlk bakışta insana zevkli, eğlenceli bir şeymiş gibi gelen bu titreme, hakikatte bir ölüm dansıydı. Sanki dülger balığının ruhu, rüzgar rüzgar, bu incecik zarlardan çıkıp gidiyordu; bir dirhem kalmamışcasına.

Hani bazı yaz günleri hiç rüzgar yokken, deniz üstünde bir meneviş peydahlanır. İşte böyle bir cazip titremeydi bu. İnsanın içini zevkle, saadetle dolduruyordu. Ancak, balığın ölmek üzere olduğu düşünülürse, bu titremenin anlamı hafifçe acıya yorulabilirdi. Ama insan, yine de bu anlam’a almamağa çalışıyordu. Belki de bu, harikulade tatlı bir ölümdür. Belki de balık, hala suda, derinliklerde bulunduğunu sanıyordur. Karnı tok, sırtı pektir. Akşam olmuştur. Denizin dibinin kumları gıdıklayıcıdır. Altta, dişi yumurtaları, üstte erkek tohumları sallanıyor, sallanıyor, sallanıyordu. Vücudunu bir şehvet anı sarmıştır… Birdenbire dehşetli bir şey gördüm: Balık tuhaf bir şekilde, ağır ağır ağarmağa, rengini atmağa, hem de beyaz kesilmeğe giden bir hal almağa başlamıştı. Acaba bana mı öyle geliyor? Sahiden rengini mi atıyor? Demeğe, dikkatli bakmağa lüzum kalmadan, yanılmadığımı anladım.

Kenarları süsleyen zarların oyunu çabuklaşmağa, balik da, git gide, saniyeden saniyeye pek belli bir halde beyazlaşmağa başladı. İçimde dülger balığının yüreğini dolduran korkuyu duydum. Bu, hepimizin bildiği bir korku idi: Ölüm korkusu.

Artık her seyi anlamıştı. Denizlerin dibi alemi bitmişti.. Ne akıntılara yassı vücudunu bırakmak, ne karanlık sulara, koyu yeşil yosunlara gömülmek… Ne sabahları birdenbire, yukarılardan derinlere inen, serin aydınlıkta uyanıvermek, günün mavi ve yeşil oyunları içinde kuyruk oynatmak, habbeler çıkarmak, yüze doğru fırlamak… Ne yosunlara, canlı yosunlara yatmak, ne akıntılarla aletlerini yakamozlara takarak yıkanmak, yıkanmak vardı. Her şey bitmişti:

Dülger balığının ölüm hali uzun sürüyor. Sanki balık su hava dediğimiz gaz suya alışmağa çalışmaktadır. Hani biraz dişini sıksa, alışması mümkündür gibime geldi.

Bu iki saat süren ölüm halini, dört saate, dört saati sekiz saate, sekiz saati yirmi dörde çıkardık mıydı; dülger balığını aramızda bir işle uğraşırken görüvereceğiz sanıyorum.

Onu atmosferimize, suyumuza alıştırdığımız gün, bayramlar edeceğiz. Elimize görünüsü dehşetli, korkunç, çirkin ama, aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden böbürlenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıracak, önce katlanacak. Onu şair, küskün, anlaşılmayan biri yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükununu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak İsa’nın tuttuğu belinin ortasındaki parmak izi yerlerini, mahmuzları, kerpeteni, eğesi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak. İlk çağlardaki canavar halini bulacak.

Bir kere suyumuza alışmağa görsün. Onu canavar haline getirmek için hiç bir fırsatı kaçırmayacağız.

(Sait Faik Abasıyanık)

Etiketler: Sait Faik Abasıyanık
Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş
Beğenebilecekleriniz:
Sait Faik Abasıyanık – Yeis
Sait Faik Abasıyanık – Şimdi Sevişme Vakti
Sait Faik Abasıyanık – O ve Ben
Sait Faik Abasıyanık – Şimdi Sevişme Vakti

Site içerisinde ara

Son Eklenenler

  • Deniz Durukan – Refik Durbaş İle
  • Ahmed Arif – Basübadelmevt
  • Ahmed Arif – Tutuklu
  • Ahmed Arif – Yurdum Benim Şahdamarım
  • Cemal Süreya – Bir Şair: Ahmed Arif

Site istatistikleri

  • 7
  • 1.146
  • 893
  • 8.973.052
  • 3.937.584

RSS [Kişisel] Son okuduklarım

  • Dünya Bu Kadar
  • Sapiens: a Graphic History, Volume 1 - The Birth of Humankind
  • Kara Yarısı
  • Atta
  • Gaip
  • Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
@ufukluker'i takip et

Etiketler

Abdülkadir Budak Hasan Basri Alp Turgut Uyar Arkadaş Z. Özger Ahmet Ada Orhan Veli Kanık Asım Bezirci Liana Daskalova İsmail Uyaroğlu Eugene Guillevic Kahraman Altun Hilmi Yavuz Oğuz Atay Sun Yu-T'ang Oktay Taftalı Federico Garcia Lorca Vedat Türkali Cemal Süreya Suat Vardal Nicolae Dragos Refik Durbaş Orhan Murat Arıburnu Vladimir Mayakovsky Resul Rıza Sezai Karakoç Necati Cumalı Nazım Hikmet Kostas Kleanthis Cahit Külebi Metin Altıok Lale Müldür Birhan Keskin Sabahattin Ali Cevat Şakir Kabaağaçlı Ahmet Telli Adnan Binyazar Jose Marti Metin Demirtaş İlhan Berk Bilgin Adalı Sabahattin Kudret Aksal Abdülkadir Bulut Behçet Necatigil Yaşar Miraç Şükran Kurdakul Melih Cevdet Anday Altay Öktem Louise Gareau Des Bois Suat Taşer Fethi Giray Bertolt Brecht Suat Derviş Füruğ Ferruhzad Kenneth Rexroth Kutsiye Bozoklar Adnan Özer Neşe Yaşın Fang Vei Teh Metin Eloğlu Yılmaz Odabaşı Oktay Rifat Ülkü Tamer İlhami Bekir Tez Orhan Kemal Behçet Aysan Tove Ditlevsen Paul Eluard Veysel Öngören Louis Macneice Hasan Hüseyin Korkmazgil Nikola Vaptsarov E. E. Cummings Erdal Alova Berin Taşan Gülseli İnal Sinan Kukul Sait Faik Abasıyanık Salah Birsel Kemal Özer Seyhan Erözçelik Ahmet Muhip Dranas Konstantinos Kavafis Adnan Yücel Cevdet Kudret Kemalettin Kamu Günter Kunert Ahmet Erhan Kemal Burkay Yi Men Afşar Timuçin Cengiz Bektaş Barış Pirhasan Yaşar Kemal Peter Abrahams Sandor Forbath Erdal Öz İbrahim Karaca Heinz Kahlau Ataol Behramoğlu Vecihi Timuroğlu Zafer Ekin Karabay Edip Cansever Can Yücel Bedri Rahmi Eyüboğlu Tevfik El Zeyyad Goethe Adalet Ağaoğlu Kerim Korcan Guy de Maupassant Özdemir Asaf Türkan İldeniz Dido Sotiriou Mehmet Başaran Süleyman Çobanoğlu Ahmed Arif Arif Damar Yılmaz Güney Cahit Irgat Ahmet Oktay Blas De Otero Memet Fuat Sabri Altınel Jesus Lopez Pacheco Müştak Erenus Yannis Ritsos Vyaçeslav Ivanov Ingeborg Bachmann Bekir Yıldız Nahit Ulvi Akgün Conrad Aiken Nihat Behram Hasan İzzettin Dinamo Haydar Ergülen Ozan Telli Turgay Fişekçi Cahit Sıtkı Tarancı Bejan Matur Süleyman Nesip Fakir Baykurt Mehmed Kemal Vasko Popa Ömer Bedrettin Uşaklı Ümit Yaşar Oğuzcan Murathan Mungan Asaf Halet Çelebi Konstantin Simanov Sennur Sezer Yorgo Seferis Miguel Hernandez Rıfat Ilgaz Attila İlhan Talip Apaydın Sandor Petöfi Özkan Mert Özdemir İnce Özge Dirik Yaşar Nabi Nayır Gülten Akın Enis Batur Aziz Nesin Feyzi Halıcı Ahmet Necdet Enver Gökçe Cahit Zarifoğlu Oruç Aruoba Behçet Kemal Çağlar Mehmet Yaşin Pablo Neruda Ercüment Behzat Lav Halim Şefik Güzelson Fazıl Hüsnü Dağlarca Hasan Biber A. Kadir İsmet Özel Ziya Osman Saba Akgün Akova Ece Ayhan Faruk Nafiz Çamlıbel Gabriel Celaya A. Hicri İzgören Şükrü Erbaş Philippe Soupault Celal Sılay
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Şükrü Erbaş – Baş DönmesiSivas
Sayfanın başına dön