• Kişisel
  • Kitaplık
Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Ara
  • Menu Menu
Yazın

Adnan Binyazar – Ahmed Arif: Öfkenin ve İnceliklerin Şairi

Şair, şiire kendi söylemiyle girer. Başta söylemini kurdu mu, yaşadığı za­ manların hakkından gelmeyi başarıyor. Nâzım Hikmet, Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Hilmi Yavuz gibi şairlerin daha ilk şiirlerinde şairlik çizgilerinin izlerine rastlanması, söylemlerini iyi kurmalarına bağlanabi­lir. Söylem, şairin yalnızca sözcük seçimi, söz öbeklerini biçimleme, şi­irsel bildirim (mesaj) gibi yerleşmiş becerileriyle sınırlandırılmamalıdır. Şairin kendine özgü söylemi, daha çok, şiirindeki ses-anlam kaynaşma­sından anlaşılıyor. Ölçülü-uyaklı da olsa, bütün bunlardan yoksun da bulunsa, iyi şair, şiirinin duygu/düşünce örgüsünü, bu örgüyü şiirsel ya­ratı içinde biçimlenen sesi yaratıyor. Bunu gerçekleştiren şair için, bir dönemden ya da başka bir şairden etkilenme söz konusu olmaz.

Bu bağlamda Ahmed Arif ilginç bir örnektir. Şiirde kendine özgü bir yol çizmiş, bu yolda bıraktığı “iz”in dışına çıkmamıştır. Onun şiire baş­ladığı yıllarda Türk şiirine Garip akımının getirdiği söylem egemendi. Garip akımının etkisinde kalıp düz şiir yazayım derken, nice şair, ken­ dini “karikatürler”in, giderek zekâ gösterisine dönüşen “espriler”in ara­ sında bulmuş, sonra da yok olup gitmiştir.

1940’larda, Nâzım’ın şiiri aşağı yukarı, yükseleceği yere gelmiştir. Çokları, yerine göre epik, yerine göre lirik olan, açısı geniş Nâzım şiiri­ ne yaklaşmaktan kaçınmıştır. Bunda Nâzım üzerinde estirilen siyasal baskının etkisi de olmuştur. Yine de, çok az sayıda şair, Nâzım’ın şiir gerçeğini kavrayarak kendi şiirine bir yol çizmeyi bilmiştir.

Şiire başladığı dönemlerde Ahmed Arif’in Nâzım’a ilişkin görüşleri şöyle:

“Şiire yeni başlamış devrimci bir delikanlının karşısına Nâzım’ı di­kerseniz, çocuk ya paniğe kapılır ve ters akımların uydusu olur, yahut ezilir, kötü bir kopyacı kesilir. -Hidrojen bombasına karşı Kürt hançeri ne yapabilir?- Üniversitede ve mahpusanede bazı arkadaşlarım, ‘Nâ­zım’dan sonra şiir yazmak, boşuna bir gayret, hatta saygısızlık,’ diyordu. Onlarla hiç tartışmadım, hep sustum. Çünkü dedikleri bir bakıma doğ­ruydu. Ne var ki ‘Nâzım gibi şiir yazmak’ ile ‘Nâzım’dan sonra şiir yaz­mak’ arasında vatanımın dipsiz uçurumları gibi bir uçurum vardı. El­bette Nâzım’ı yahut başka bir ustayı budalaca izlemekle kimse şair ola­mazdı. Ama Nâzım’dan da, başka ustalardan sonra da şiir yazılacaktı. Yoksa Shakespeare’den sonra trajedi, Moliere’den sonra komedi yazmak gerekmezdi. Nitekim, Dede Korkut, Yunus, Pir Sultan, Şeyh Galip ve Fuzuli gibi büyük ustalardan sonra da soylu şiirler yazılmıştır…”

Ahmed Arifin, şiirinin çok genç döneminde, yaşadığı günlerin şi­irine nasıl baktığını da şu görüşlerinden anlıyoruz:

“O günler asıl yaygın moda, Orhan Veli gibi yazmaktı. Üstelik çok da kolay bir yoldu bu. Biraz yaratılış gereği, biraz da şiirin, gıdıklama, alay ve ucuz espri ile asla bağdaşmayacağına olan inancımdan, bu yola dönüp bakmadım bile. Yaratılış gereği dedim, buna yaşayış tarzı ve dün­ ya görüşünü de katmak gerek. Orhan Veli olsun, çevresindekiler olsun, birer küçük burjuvaydılar. Hem de İstanbul burjuvası. Düşünce ve dav­ ranışları, kendilerine örnek seçtikleri Fransız şairlerinin paralelindeydi. Oysa ben Doğuluydum. ‘Az gelişmiş’ değil, sömürülmek için kasıtlı ola­rak geri bırakılmış bir ülkenin, aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuy­dum. Sömürgeci Fransız toplumunun, bohemi, serseriliği ve gerçekten kaçma çabalarını kutsayan şairleri, elbette beni ırgalamazdı.”

Ahmed Arifin, daha o yaşlarda, şiirinin ideolojisini çizdiğini görüyoruz. Nitekim, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat kendi şiirlerinin yönünü belirlemesiyle Garip akımı dağılıma uğramış, bir süre sonra da, nerdeyse hiçbir iz bırakmadan, bir şiir döneminin adı olarak yazın tari­hine geçmiştir. Buna karşın, Ahmed Arifin, Nâzım şiirindeki toplum­sal seslenmenin soluğunu görmezden geldiği kanısında değilim. Şairlik gökten inmiyor; nitekim, Ahmed Arif, “Muhip’ten daha büyük bir şa­ir mi olacaksın? Cahit Külebi’den daha mı büyük olacaksın?” diye ken­dini sorgularken “Otuzüç Kurşun” şiirini yazmıştır. Şairin şairliği bura­ da ortaya çıkıyor; “Otuzüç Kurşun”da ne Dıranas’ın, ne Külebi’nin et­kisi söz konusudur; Ahmed Arif, yüzyılların şiir emeğinden yararlanarak özgün bir şiir yaratmıştır. Kendi şiirini kurmayı başarmış bütün şairle­rin özelliğidir bu; ne birinin etkisinde kalırlar, ne onları izlemeye kal­ kanlar başarılı şiirler yazarlar. Cahit Külebi, “şairin makastarı”nın yine kendisi olduğunu söylerdi. Kimse, makası eline alıp bir başka şairi biç­ kiye sokamaz. İyi şairin ana kaynağı, yaşadığı ülkenin şiiridir. O oranda dünya şiirine de yabancı kalmamalıdır. Şair şairden öğrenmez, ama onun ne yaptığını bilir. Ahmed Arif, kimilerinin “yerel” diye nitelediği şiirlerini bu bilgiyle yazmıştır.

Ahmed Arif ne yaptığım bilen şairlerdendi. Şiirinin bir ayağı derin acılarda, bir ayağı “yokluğun öbür adı olan cehennem”dedir. Bir yanda “demir kapı”, “kör pencere”; öbür yanda “yeşil soğan”, “karanfil kokan cıgara”, “dağlarına bahar gelmiş memleket”. İmgelerindeki bu incelikli denge, “öfke” ile “yumuşama” arasında gider gelir. Onu duyguların acı sızısıyla yüz yüze getiren bu dengedir. “İçerde” şiirinde “Haberin var mı taş duvar?” diye sorar, ardından “Demir kapı, kör pencere, / Yastığım, ranzam, zincirim,” gelir. Şiirsel sızı, “Uğruna ölümlere gidip geldiği mahzun resim”dedir. Seçtiği sözcüklerle resim çizmez, her sözcüğü bir resimdir Ahmed AriFin. Şiir dediğimiz de, sözcüklerin çağrışım alanla­ rım görüp onu duyguya dönüştürmekten başka nedir? İnsanoğlunun yü­ reğindeki evrensel sızı sanatın gücüyle ancak bu bağlamda çizilebiliyor.

Ben, Ahmed Arif değerlendirilirken, “Doğu Anadolu halkının tür­küleri, ağıtları, masallarıyla beslenen şiiri kaynaklandığı kültürün öz­ günlüğüyle dönemin öbür toplumsalcı şairlerinden çok başkaydı. Yal­nızca aynı kültürden yararlanmış olan Enver Gökçe ile benzerlikleri var­dı,” yolunda bir yargıya varmanın, onunla Enver Gökçe arasında bir benzerlik kurmanın olanaksızlığını düşünerek, bunun bir genelleme olmaktan öte geçmeyeceği kanısındayım. Ayrıca, Ahmed Arifin, “halkın sözlü gelenekte yaşayan şiir birikimi”nden beslendiğini ileri sürmek, onu “gelenekçi” bir şair durumuna sokar ki, Ahmed Arif, bir-iki yerde yerel ağız kullanmanın ötesinde, gelenekten yararlanmamıştır. Bana ka­lırsa, Ahmed Arif, “gelenekte yaşayan şiir birikimi”nden beslenmemiş­tir. Onun yaptığı, gelenekten yararlanma değil, şiirine halkın beğenisine ulaşabilecek sözcükler, imgeler seçmesidir. “Sevda”, “terk etmek”, “tü­tün”, “kar altında olmak”, “sapına kadar namuslu”, “hasret”, “zulüm”, “zindan”, “canevi”, “murat almak”, “ejderha”, “ferman yazmak”, “vay kurban”, “paramparça”, “yediboğum akrep”, “sarı engerek”, “kahpe”, “kurşun”, vb. sözcüklerin halkın duyumsama donanımında çağrışım alanları vardır. Yalnızca “kurban” sözcüğüne bakıldığında bunun birçok türeviyle karşılaşılır: kurban etmek, kurban kesmek, kurban olmak, kur­ ban vermek… Ayrıca, halk söyleminin kaynağı olan yüzlerce türküde de, “kurban” sözcüğünün geçtiğini görüyoruz. Cemal Süreya, onun şiirini “tek bir ağıt” gibi nitelerken şunları belirtme gereği duyuyor: “Ama o ağıtta, bir yerde, birdenbire bir zafer şarkısına dönüşecekmiş gibi bir umut (bir sanrı, daha doğrusu bir hırs), keskin bir parıltı vardır. Türkü söyleyerek çarpışan, yaralıyken de, arkadaşları için tarih özeti çıkaran, buna felsefe ve inanç katmayı ihmal etmeyen bir gerillanın şiiridir.”

Ağıttan söz etmesine karşın, Cemal Süreya, bir terime bağlamasa da, Ahmed Arifin şiirinin çağdaşlığından söz ediyor. Birçok bilim ve teknik terimi ağıtsı bir şiirde sindirime uğratmak öyle kolay olmasa gerektir. Ahmed Arif in şiirine yönelik folklor, halk, türkü, gelenek vb. adlandır­ maların tümü genellemedir; iyi incelenirse, tam tersine, Ahmed Arifin geleneği yıkıp kendi duygu damarından çağdaş bir şiir kurduğu görüle­cektir.

Ahmed Arifin şiiri söylem bağlamında ele alındığında, onun, öfke­yi ve inceliği anlatan karşıt imgelerden yararlandığı görülecektir. “Ana­dolu” şiirinde “Korkunç atlılarıyla parçalamışlar” dizesinin hemen ar­ dından “Nazlı, seher – sabah uykularımı” dizesi gelir. “Akşam Erken İner Mahpusâneye” şiirinde, “İner, yedi kol demiri, / Yedi kapıya” dize­lerinden sonra şair, birden ağlamaklı olan bahçede “Üç dal gece sefâsı”nı, “Üç kök hercai menekşe’yi görür.

Haksızı, namerdi, baskıcıyı suçlayıp sorguladığı için Ahmed Arifin şiirini “öfkeli” bulanlar vardır. Sorusunu onu o hale getiren çıyanlara yö­neltmez, “Haberin var mı taş duvar?” diye sorar. Taş duvarı, demir ka­pıyı, kör pencereyi, yastığını, ranzasını, zincirini onlardan yalan bulur kendine. Bu bir tepkidir, öfkeyi kendi içinde eritme erdemidir. “Anado­lu” şiirinde sorgulama evrensel boyutlara ulaşır. Kendini, Nuh’a beşikler yapan, Havva Ana’yı dünkü çocuk sayan Anadolu yerine koyar ve sorar:

“Tanıyor musun?” Uygar dünyada fukaralıktan utanan insandır o; yine sorar: “Biliyor musun?” Sömürülmüş, ama onurunu, yiğitliğini yitirmemiştir; sorar: “Görüyor musun?” Anadolu’nun yetiştirdiği nice adamın adını anar; sorar: “Duyuyor musun?” Her kesimden halkı direnmeye ça­ğırırken yalvarır gibidir: “Dayan rüsva etme beni.” Anadolu’nun kurtu­luşuna şiirin aynasını tutarken de, “Kızlarım, / Oğullarım var gelecekte, / Herbiri vazgeçilmez cihan parçası,” der; yine sorar: “Anlıyor musun?”

Öfke, şiirin varoluşunun gizli duygusudur; kimi şairde, Ahmed Arifte olduğu gibi yüze çıkar, kiminde gizliliğini korur. Bu bağlamda öfkesiz şiir olmaz. Öfkesiz olan, övgü şiirleridir; övgü şiirlerinin yüzde doksandan fazlası da “şiir” değildir.

Tam şiirin büyülü yoluna koyulduğu yaşlarda bir delikanlıyı al, ru­tubetli mahzenlerde çürüt, kişiliğini altüst et, sonra ondan “öfkesiz” şi­ir bekle!

Ahmed Arif, halden bilmezlere, sarı engereklere, yediboğum akrep­lere, çıyanlara öfke duydu. Acı, şiirin bileyitaşıdır. Bir insan acı çekti mi, sözcükleri bu taştan geçmeden şiirine giremez. Ahmed Arif, toplumsal acının bileyitaşından geçirmediği hiçbir sözcüğü şiirinin kapısından içe­riye sokmamış, “acı’yı öfkeye dönüştürmeyi bilmiştir.

Ahmed Arif, Hacı Bektaş’ın, aslanla ceylanı kucağında tuttuğu gibi, şiirini öfke ile incelik arasındaki duyarlı dengeyi gözeterek yazmıştır. Şi­iri ne ise o da o idi. Padişah olsa, namerdi yanma yaklaştırmaz, bir ço­cuğun gözlerinden öperdi. Aşiret geleneğine, devletin varlığına saygısı sonsuzdu. Namuslu insana tapardı.

Oğlu Filinta, heykelciliğinin ilk yıllarında, babasının büstü üzerinde çalışıyordu. Büstü, oğlunun başarısını gören baba beğense de, Filinta be­ğenmemişti. “Baba,” demişti, “bunu bozup yeniden yapacağım.” Baba, ciğerinin kılcal damarlarından gelen yürekli sesiyle, “Boz, oğlum, aslı buradadır,” demişti.

Aslı şimdi namuslu halkımızın yüreğinde!

İstanbul, Eylül 2003

Etiketler: Adnan Binyazar, Ahmed Arif
Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş
Beğenebilecekleriniz:
Ahmed Arif – Suskun
Ahmed Arif – Uy Havar
Ahmed Arif – Otuz Üç Kurşun
Ahmed Arif – İsimsiz
Ahmed Arif – Leylim Leylim
Ahmed Arif – Yurdum Benim Şahdamarım

Site içerisinde ara

Son Eklenenler

  • Deniz Durukan – Refik Durbaş İle
  • Ahmed Arif – Basübadelmevt
  • Ahmed Arif – Tutuklu
  • Ahmed Arif – Yurdum Benim Şahdamarım
  • Cemal Süreya – Bir Şair: Ahmed Arif

Site istatistikleri

  • 11
  • 1.655
  • 1.192
  • 9.339.997
  • 4.199.042

RSS [Kişisel] Son okuduklarım

  • Emanet Çocuk
  • Huzursuzluk
  • Antabus
  • Madenci
  • Ravi en de laatste magie
  • Tarçın Dükkanları
@ufukluker'i takip et

Etiketler

Adnan Özer Louise Gareau Des Bois Haydar Ergülen Hasan Biber Ülkü Tamer Birhan Keskin Kutsiye Bozoklar Özdemir Asaf Ahmet Necdet Tove Ditlevsen Seyhan Erözçelik Talip Apaydın Adalet Ağaoğlu Turgut Uyar Jose Marti Nihat Behram Hilmi Yavuz Ahmet Oktay Fang Vei Teh Refik Durbaş Sennur Sezer İsmail Uyaroğlu Vyaçeslav Ivanov Fazıl Hüsnü Dağlarca Mehmed Kemal Cevat Şakir Kabaağaçlı Vedat Türkali Süleyman Çobanoğlu Gabriel Celaya İlhan Berk Enver Gökçe Kahraman Altun Edip Cansever Orhan Veli Kanık Federico Garcia Lorca Arif Damar Ümit Yaşar Oğuzcan Fakir Baykurt Resul Rıza Türkan İldeniz Ahmet Muhip Dranas Cahit Zarifoğlu Şükrü Erbaş Jesus Lopez Pacheco A. Hicri İzgören Neşe Yaşın Lale Müldür Müştak Erenus Miguel Hernandez Yorgo Seferis Yaşar Kemal Özkan Mert Suat Taşer Heinz Kahlau Paul Eluard Orhan Kemal Asım Bezirci Guy de Maupassant Gülten Akın Goethe Hasan İzzettin Dinamo Sandor Forbath Rıfat Ilgaz Fethi Giray Nahit Ulvi Akgün Mehmet Yaşin Zafer Ekin Karabay Cahit Külebi Turgay Fişekçi Kostas Kleanthis Füruğ Ferruhzad Oruç Aruoba Vasko Popa Louis Macneice Kemal Özer İlhami Bekir Tez Yi Men Yılmaz Güney Asaf Halet Çelebi Sinan Kukul Nikola Vaptsarov Blas De Otero Ahmet Ada Veysel Öngören Erdal Alova Sait Faik Abasıyanık Şükran Kurdakul Konstantinos Kavafis Vladimir Mayakovsky Metin Demirtaş Gülseli İnal Liana Daskalova Philippe Soupault Murathan Mungan Cengiz Bektaş Necati Cumalı Sezai Karakoç Konstantin Simanov Sandor Petöfi Behçet Aysan Memet Fuat Faruk Nafiz Çamlıbel Kemal Burkay Halim Şefik Güzelson Özdemir İnce Günter Kunert Ahmed Arif Cemal Süreya Celal Sılay Eugene Guillevic Özge Dirik İsmet Özel Ahmet Erhan Conrad Aiken Feyzi Halıcı Sun Yu-T'ang Oğuz Atay Sabahattin Ali Barış Pirhasan Ahmet Telli Metin Eloğlu Yılmaz Odabaşı Oktay Taftalı Ece Ayhan Enis Batur Peter Abrahams Hasan Basri Alp Abdülkadir Bulut Erdal Öz Yaşar Miraç Nicolae Dragos Bekir Yıldız Dido Sotiriou E. E. Cummings Bertolt Brecht Afşar Timuçin İbrahim Karaca Altay Öktem Suat Derviş Berin Taşan Sabahattin Kudret Aksal Adnan Binyazar Ozan Telli Behçet Necatigil Hasan Hüseyin Korkmazgil Abdülkadir Budak Tevfik El Zeyyad Akgün Akova Ataol Behramoğlu Ercüment Behzat Lav Adnan Yücel Metin Altıok Bilgin Adalı Cahit Sıtkı Tarancı Melih Cevdet Anday Kerim Korcan Cevdet Kudret Suat Vardal Cahit Irgat Yaşar Nabi Nayır Attila İlhan A. Kadir Bedri Rahmi Eyüboğlu Yannis Ritsos Süleyman Nesip Behçet Kemal Çağlar Ömer Bedrettin Uşaklı Kemalettin Kamu Bejan Matur Vecihi Timuroğlu Sabri Altınel Aziz Nesin Arkadaş Z. Özger Ingeborg Bachmann Pablo Neruda Orhan Murat Arıburnu Nazım Hikmet Kenneth Rexroth Salah Birsel Ziya Osman Saba Can Yücel Mehmet Başaran Oktay Rifat
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Sen Şarkılarını Söyle: Adı Bilinmeyen AdamVeysel Öngören – Ahmed Arif’le Bir Konuşma
Sayfanın başına dön