Aziz Nesin Üzerine
Ağlatacak olayların gülünen öyküleri, irkilten oyunları
Aziz Nesin geniş kitlelerce tanınan bir yazardır, adı pek çok okur için gülmecenin simgesidir. Pek çok kişinin kimi olayların gülünçlüğünü, anlamsızlığını, saçmalığını ‘Tam Aziz Nesinlik’ diye tanımlaması onun yurdumuzun çelişkilerini ne kadar iyi özümsediğini ve bu özelliğinin iyi bilindiğini gösterir. Masalları, okurlarının daha azının tanıdığı oyunları, şiirleri onun yazarlıktaki bakış açısının daha çok drama yatkın olduğunu kanıtlar. Ama dünyada halkın güldüğü olayların aslında bir dram ya da trajedi olduğunu unutmamak gerekli.
Aziz Nesin, yaşamını yazarak kazanan yazarlarda görülen tür çeşitliliği ve ürün bereketini yaşattı okurlara. Bu bereketin, onun edebiyattaki yerini gölgelediği de var sayılabilir. Oysa roman ve öykülerinde de, oyunlarında ve anılarında da usta bir kurgucudur. Adnan Özyalçıner’in ‘olgunluk dönemi öyküleri’ diye tanımladığı Yetmiş Yaşım Merhaba (1984), Maçinli Kız İçin Ev (1987), Rüyalarım Ziyan Olmasın (1990) adlı kitaplarından örneklediği ‘gülmece öyküleri dışındaki’ öyküler de onun gözden kaçan usta öykücülüğünün kanıtıdır.
Kaynağı yaşamöyküsü
Adnan Özyalçıner, hüznün ağır bastığı bu öyküleri şöyle tanımlar: “Aziz Nesin’in gülmece öykülerinin dışındaki öykülerinin kaynağı, kendi yaşamöyküsüdür çoğunca. Bu öykülerde, genellikle gülmece öykülerinin tersine, yaşananlarla yaşanılanların acısı yansır. Bu öyküler belli bir üzünç havası da taşırlar. Sevda öyküleri olsalar bile. Onun için bunları Aziz Nesin’in şiirleriyle birlikte incelemek gerekir belki de. Şiirlerden öykülere, öykülerden şiirlere bir yol vardır. Daha doğrusu bu öykülerde Aziz Nesin’in şiirinin damarı atar.
İnsanın iç dünyasıyla dış dünyasının iç içe anlatıldığı, günlük yaşamımızın ortaya konulduğu bu öyküler, masal öğelerinin ağır bastığı bir kurgu içinde anlatılır. Bazen kişi adları, yer adları bile bu dünyanın dışındadır. Aziz Nesin, aynı yöntemi oyunlarında da kullanmıştır”. (Aziz Nesin Günleri, 29-30 Haziran 1996, Edebiyatçılar Derneği, s. 55)
Özyalçıner, Aziz Nesin’in Rüyalarım Ziyan Olmasın adlı kitabından “İnsan, üzerinde yaşadığı dünyayı, ondan uzaklaştıkça daha iyi anlıyor. (…) Üzerinde yaşadığımız dünya, aynı zamanda kendi dünyamız da olmuşsa, yani dış dünyamızla iç dünyamız özdeşleşmişse ondan uzaklaştıkça onu daha iyi anlayıp duyumsadığımız gibi, daha da çok seviyoruz” bölümünü alıntılayarak şu yorumu yapar: “(…) bu yabancılaştırma yöntemiyle yaşanan gerçeklerdeki, çekilen acılardaki, üzünçlerdeki bütün öznellikleri genelleştiriyor, bireyi insanlaştırarak toplumsal bir tabana oturtuyor. Buradan evrensel bir bildirim çıkarmak istiyor. Bu öykülerin, Aziz Nesin’in oyunlarıyla hemen hemen bütünleştiği, biri anılırken ötekinin de anılması gerektiği noktalar bunlar.”
Aziz Nesin’in şiirleri, oyunları ve ‘gülmece öyküleri dışındaki öyküleri’nden yoğun bir sevgiyle birlikte bir yalnızlık duygusu sızar. ‘Bir Şey Yap Met’te bir bölük seçkine, yaptıkları olağanüstü işlere göre ömür verilir. ‘Biraz Gelir misiniz’de Mateh Usta hep meşgul olduğu için Azrail’in çağrısına yanıt veremez. Her iki oyunda da yaşamanın üretmeye/yaratmaya bağlı olduğunu fark etmeyenler kısa ömürlüdür. Bu iki oyun, sanatçının ve aydının halkla arasındaki çelişkiyi, halkla bütünleşmeyi denediğinde göğüslemesi gereken zorlukları ve uğraşlarına yabancı aile üyeleriyle çelişkilerini simgelenmektedir de diyebiliriz. Özellikle Mateh Usta’nın sesini kimselerin duymadığı çalgısı önemli bir simgedir. Bu çalgının sesini duyanın ölümsüzlüğe erişme şansı vardır oysa.
Ben, yazarın ‘Anıtı Dikilen Sinek’ adlı öyküsünü bu öykülerin devamı sayarım. Camı geçmek için ışık hızına ulaşmayı denerken ölen sinek için dikildiği varsayılan anıt. Anısının sonsuza kadar korunacağı nutukları. Ve bir dakika süren ‘sonsuzluk’. Aziz Nesin’in ‘bir dakika sinekler için sonsuzluktur’a benzer bir yorumla attığı gizli kahkaha.(Yoksa hıçkırık mı?)
‘Çiçu’ plastik bir kadın mankenle yaşayan bir adamın öyküsüdür. ‘Tut Elimden Rovni’ birlikte trapez numaraları yapan bir karı-kocanın öyküsüdür. Her numarada, yaşaması, eşinin elini tutup tutmasına bağlı olanların, karşısındakinin sevgisinden duyduğu kuşkunun, sevginin bitmesinden duyulan korkunun yer aldığı bir ilişki. Aziz Nesin’in sevginin yalnızlıktan daha uzun ömürlü olduğuna inanan şiirsel oyunları.
Bu iki oyun, Özyalçıner’i doğrulayacak bir netlikle gülmece dışı öykülerle akrabadır. Tülsü’yü Sevmek, Kan Yüzüğü, Uçun Kuşlar Uçun, Albenekli Alsarım sevgiyle ölümün ve yalnızlığın yenilebileceği inancını içerse de, insanların birbirlerini çıkarsız sevmelerinin olanaksızlığına yakılmış ağıtları anımsatırlar. Özellikle Kan Yüzüğü, sevdiği kadına kanından süzdüğü demirle bir yüzük yapan simyacının, bu demir yüzük yüzünden geri çevrilişi. Yaşamını bir insana vermek ve değeri bilinmemek, başka bir anlatımla arabesk olabilecek temadır. Nesin’in öyküsünü arabeskten koruyan anlatım ustalığı kadar, anlatımdaki gizli mizah öğeleridir. Okur, Aziz Nesin’in simyacıya “Oh olsun, yaşamının özünü senin için değerini kimsenin anlayamayacağı bir yüzük için tüketeceğine kara kalabalığın beğeneceği bir armağan üretseydin” dediğini duyar sanki. Bu sesteki gizli titreyişin tutulan bir kahkaha mı yoksa bir hıçkırık mı olduğunu kavrar mı? Bilinmez…
Aziz Nesin’in bütün öykülerinin akrabası olan oyunu bence ‘Hadi Öldürsene Canikom’dur. Yalnız kadınları tecavüz ettikten sonra öldüren bir sapığın yolunu bekleyen iki yalnız, yaşlıca kadın. İnsanın sevgisizliğinin, yalnızlığının çaresiz bir biçimde gülünçleşmesi. Aziz Nesin’in öykülerinin yarattığı kahkahaların toplumsal kökleri.
Aziz Nesin’in oyunlarının bütünü için Sevda Şener’in yorumu önemli ipuçları taşır: “Aziz Nesin’in oyunlarında ana tema, yanlış anlamayı meydan vermeyecek biçimde, açık ve seçik olarak sunulur. Yazar bildirisinin doğru anlaşılmasından emin olmak için, kişilerin özel durumunu açıklayıcı konuşmalar örüntülemiş, oyun kişilerine durum saptaması yaptırmış ve bu durumun nasıl bir sorun taşıdığını söyletmiştir. Böylece tema hem iyice açıklanmış, hem de seyirciye oyun kişilerinin içinde bulundukları tepki bağlamında sergilenerek sunulmuş olur. Ayrıca konuşmalarda yapılan tekrarlarla düşünce pekiştirilir. Aziz Nesin’in bildiri ağırlıklı olan oyunlarını doğrudan didaktik olmaktan koruyan, fakat bildirinin yalnızca yazarın istediği gibi anlaşılmasına, başka yorumlara kapalı olmasına neden olan bu yöntem olmuştur. Bununla beraber, oyunlar derinlemesine incelendiğinde ana temanın açık anlamı ile çelişen örtük anlamlara ulaşılabildiği görülür.” (Aziz Nesin Günleri, 29-30 Haziran 1996, Edebiyatçılar Derneği, s. 88)
Bozuk düzenin aynası
Aziz Nesin’in yaygın ününü sağlayan, gülmece öyküleri ve romanlarıdır. Bu öykülerin ve romanların en çok tanınanları, ünü en yaygın olanları, bürokrasinin, toplum düzeninin çarpıklıklarını yansıtanlardır: Fil Hamdi, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Yeşil Renkli Namus Gazı, Damda Deli Var, Kazan Töreni, Kör Döğüşü, Zübük, Gol Kralı. Belki bu yüzden Aziz Nesin için anlatılan bir anekdot vardır. Bir Batı ülkesinde öykülerin çevirmeni bir başka çevirmene demiş ki “Aziz Nesin, aslında bu öyküleri çok kolay yazıyor. Ülkesine gittim. Onun ülkesinde her gün onun yazdığı öykülere benzer yüzlerce olay yaşanıyor. O da oturup yazıyor.” Bu sözleri dinleyen öteki çevirmen gülmüş: “Ben de öyle sanıyordum” demiş. “O ülkede her gün böyle yüzlerce olay yaşanıyor ama, bu olayları yazanlar da hapse giriyor. Kısacası o ülkede yazmak cesaret istiyor.”
Ben, Aziz Nesin’i roman tefrikalarıyla tanıdım, Kadın Olan Erkeğin Hatıraları, Saçkıran, Tek Delik (Daha sonra Tek Yol adıyla yayımlandı). Romanlarından sonra oyunlarıyla tanıştım. Oyunlarının metin olarak okunmasının öykülerinden farklı bir tad verdiğini de fark ettim. Ama Memleketin Birinde’nin, Hop Trinam’ın bir başka deyişle siyasal masallarının eşi olmadığına inanırım.
Türkiye’deki değişimin kitapları
Aziz Nesin’in çocuk kitapları, şiirleri, denemeleri üstünde durulması gereken özellikleri olan çalışmalardır. Ancak bitirmediği için üzüldüğümüz çalışmaların en önemlileri ‘Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’ üst başlığını taşıyan otobiyografik notlardır: Yol, Yokuşun Başı. Yalnız iki cildi yayımlanabilen bu kitaplar, Türkiye’deki değişimin de bir aynasıdır. Bir tür kişisel tarih eşliğinde Türkiye tarihi. “İçimizden herhangi birinin yaşamı olarak yaşadığımız toplumu ve çağı yansıtan” notlar. Bu kitaplarda onun çocukluğu, ailesi, yaşadıkları kadar yazmasıyla ilgili ayrıntılar da yer alır:
“Sık sık sorarlar:
– Nasıl bu kadar yazabiliyorsun?
Derler ki, kimi sanatçıların esin perileri varmış da, bu periler onların ruhuna sanatı üflermiş. (…) Esin perim yok ama, benim de esin cinim, esin cadım, esin devanam var. Benimkilerin yarısı kuş, yarısı kız değil olsa olsa onda biri insan da geri yanı canavar. Omuzuma tünememiş, sırtıma binmiş, ben altta iki büklüm, kan ter içinde, yorgun bitkin… Hem benim esin cinim, esin cadım bir tane değil sürü sürü… İkisi inse üçü biniyor sırtıma.(…) Esin perisi omuzuna tünediği sanatçının ruhuna üflüyor ne üflüyorsa, kulağına fısıldıyor, onu esinliyor. Benim sırtıma binmiş, üstüme çullanmış olan esin cadıları, esin cinleri, esin canavarları durmadan buyuruyor, zorluyor azarlıyor:
– Yaz! Hadi yazsana! Durma yaz! Ne duruyorsun? Uyumaya hakkın var mı senin… Uyan! Oturma öyle… Kalk çabuk… Hasta da olamazsın… Şişşşt, kalk bakalım… Yaz!
Benim esin cinlerim, cadılarım, canavarlarım: Kira isteyenlerim, para isteyenlerim, alacaklılarım, bitürlü tükenmeyen gereksinimler…
Yazmam da ne yaparım?”
Aziz Nesin çok çeşitli türde yazışını da geçmişine bağlar: “Çok değişik türde, değişik biçimde yazıyor, değişik konular işliyorsam, bunun nedeni, sanırım, toplumumuzun değişik katlarından, değişik çevrelerinden karışık insanlarla düşüp kalkmış olmamdır. İşte şimdiye dek yaptığım işlerden bikaçı: Ayaksatıcılığı, çobanlık, askerlik, muhasebecilik, ressamlık, gazete satıcılığı, kitapçı dükkanı işletmek, özel öğretmenlik, fotoğrafçılık, yazarlık, gazetecilik, bakkallık, mapusanecilik -bu da bir meslektir, hem de zor mesleklerdendir-, işsizlik bu mesleklerin en zorudur-, kundura boyacılığı, berber dükkanı işletmek, daha da başka işler.”
Aziz Nesin kırk yıl önce anılarının başında. “Hiç inanmadığım bişey olsa da bir daha doğsam, yeniden gelsem bu yeryüzüne, seçeceğim başka yol yok, yine böyle, yine böyle çalışmanın mutlu yorgunluğu içinde tükenip gitmek isterim” demişti. O zaman ellisindeydi. Bugün doksan yaşında. Okurlarına bir vasiyet gibi fısıldıyor:
Yazılarda yaşadım
Yazılarda ölüyorum
Beni yazılara koyun
Sevmeler için yazdım
Sevmeler için okuyun
(Sennur Sezer)