Enver Gökçe
Enver Gökçe 1920 yılında doğar, çocuk yaşlarında yağmurlu bir günde köyden ayrılır, yaya olarak önce Arapkir’e oradan Hekimhan , kangal yoluyla Sivas’a oradan da Ankara’ya gelir. Orda ilk okulu okur. İlk okuldan sonra Ankara Cebeci orta okuluna devam eder. Liseyi ünlü Gazi Lisesinde bitirir. 1939 yılında öğrenimini tamamlar. Liseden sonra Üniversiteye girer. Dil Tarih Coğrafya fakültesinin Türkoloji bölümünü seçer. Kendi anlatımı ile ta ilk okul sıralarında okumaya araştırmaya ilgisi vardır. Orta ve lise sıralarında öğretmenlerinin teşviki ile okuma ve yazma arzusu kamçılanır. Edebiyat derslerine gelen, Fevziye Abdullah ve İsak Rafet girerler. Yine kendi anlatımı ile bu öğretmenlerin kendisini edebiyata yönlendirdiğini söyler. Üniversite yıllarında geçimini sağlamak için çalışmaya da başlar. Ülkü dergisi adlı ünlü Halkevi dergisinde çalışmaya başlar. Görevi düzeltmenlik ve dergi çıkarma tekniği üzerinedir. Dergiye Ahmet Kutsi Tecer ve Bedrettin Tuncel yön vermektedirler. Dergide o dönemin ünlü simaları da bulunmaktadır. Dergiye gelip sohbet edenler arasında Nurallah Ataç, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer vardır. Bu dönemde ilk olarak bir dergide şiiri çıkar ‘Köylerim’ adlı bu şiiri Ahmet Kutsi Tecer görür ve beğenmez. Ama Enver Gökçe şiire olan sevdasından vazgeçmez. Ülkü dergisi çevresinden arkadaşlar edinir. Bunlardan Sefer Aytekin yaşamında önemli bir yer edinir. Devrimci duruşu yaşamında önemli bir rol oynar. Arif damar,(Arif Barikat) Mehmet Kemal, Ceyhun Atıf Kansu (ilk oklu Ceyhun Atıf ile birlikte okur)ç Okul yıllarında öğretmen öğrenci ilişkisi devrimci öğretmenlerle çok iyidir. Bunlar: Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi Berkes ve karısı Mediha Berkes gibi ünlü aydın simalardır. Bu dönemlerde dergide çalışan işçilerle de sıcak ilişkiler kurar. Bunlardan biri Hasandır. Mürettip hasan adlı şiiri bu işçi arkadaşı üzerine yazar. Hasan ile 1951 büyük tevkifatta da karşılaşır. Yani Enver Gökçe yaşamın içindedir her zaman. İşçilerledir, aydınlarladır halk ozanları ile buluşur. Bu dönemde Aşık Ali İzzet, Aşık Veysel, Habib Karaaslan gibi dönemin ünlü ozan ve şairleri ile tanışır. O günleri şöyle anlatır:
‘O gün iki şey vardı ortada benim için. Bir yanda GARİP hasta sanat anlayışı; diğer yanda dinamik halk edebiyatının yüzü. Bunlar karşı karşıya getirilince ben elbetteki kendi sınıfımdan gelme halk ozanlarından taraftım.’
Enver Gökçe sınıfsal bir tavır alır. Duruşu ezilen emekçi yoksul köylü ve işçi sınıfından yana bir tavırdır. Bu duruşunu bütün yaşamı boyunca sürdürür. Yıllar geçtikçe devrimci kişiliği daha da güçlenir. Kavgaya soyunmuş bir militan pratiği çizer onun yaşamı. Bu dönemde, Nurullah ataç, Orhan Veli çevresine karşı toplumcu şiiri toplumcu yazını savunurlar Ant dergisini bu dönemde çıkarırlar. O dönemde garip akımı yaygındır, içerik olarak sınıftan kopu, toplumsallıktan uzak, kaderci, yakınmacı yozlaşmış bir tutum sergilerler. Yine Kendisinin anlatımı ile:
‘ 1945 yılında yani Garipçilerin edebiyatımıza egemen oldukları bir çağda dergi yayınlamaya ihtiyaç duymuştuk. Bu dönem henüz toplumcu akımı güçlendirmeye çalıştığımız bir devreye rastlar. Orhan Veli ve arkadaşları o zaman devrimci şiirleri yok sayan yozlaştıran bir çalışma içindeydi. Ve bu sebeple biz Ant çevresinde küçük bir toplulukta olsak devrimci sanat sorumluluğunu üstlenmiştik.’
Enver Gökçe dergi çevresi ile kalmaz. O dönemde II. Paylaşım savaşı sonrası devlet tarafından palazlandırılan faşist güçlere karşı anti-faşist bir dernek kurarlar. İlk dava da bu dernekten dolayı başlar. Bu dava Türkiye Gençler Derneği davası diye anılır. Bu dava sonucu birkaç dernek üyesi arkadaşları ile birlikte tutuklanır. Suçları ‘komünizm’ propagandası yapmaktır. Yaşamının büyük kısmı ceza evlerinde geçer. Ceza evi süreci bu davayla başlamış olur. Ceza evi süreci şairliğini daha da kamçılar bu dönemde ortaya çıkan duyu yüklü, umut dolu dostluğu kardeşliği ve dayanışmayı sevgi yumağı içinde sunar.
GÖRÜŞ GÜNÜ
Bugün görüş günümüz
Dost kardeş bir arada
Telden tele
Mendil salla el salla
Merhaba!
İzin olsun hapishane içinde
Seni
Senden sormalara doyamam
Yarım döner cıgaramın ateşi
Gitme dayanamam
Şiirlerinde yaşamının kendisini buluruz. Kavgaları, dövüşleri, faşist saldırı ve azgınlıklar ile grevleri, yoksul köylülerin acıları sevinçleri sıkılı yumruk olur çıkar karşımıza şiirlerinde. ‘Balaban’ olur, ‘Kirtimkirt’ olur halı tezgahında göz nuru gibi aydınlatır karanlığı. Bobinlerde entertiplerde selam olur, ‘gözden gezden arpacıktan’ çıkan mermi gibi vurur şiirleri egemenleri. ‘Dost dost ille kavga’ diye haykırır kavgalara soyunur yüreği. Evet Enver gökçe çağımızın en militan şairidir. Döneminde her kavgada her yürüyüşte vardır. Sıkılı yumruk olur iner alanlara. Kızıl karanfildir rengi bayrak olur iner alanlara. Üniversitede öğrenci olur, kampuslarda sloganları çınlar. Kabına sığmaz insan tipi çizer. Ne okumaya doyar, ne dinlemeye; ne yazmaya doyar, ne de devrimci çalışmaya. Her şeye susamış gibidir. Okudukça okumak, yazdıkça yazmak ister. Sloganlarda haykırır, devrimci kavgalarda bilenir. Bu dönem Enver Gökçe’nin yoğrulduğu piştiği bir dönemdir de. Teorinin önünde koşar sanki pratik. Bir yandan dönemin en önemli gençlik önderleri ile öğrenci platformlarındadır, diğer yandan dönemin devrimci aydınların sohbetleri ile yüklenir. Bir yandan iş yaşamı ve işçilerle sıcak ilişkiler kurar, bir yandan sürekli takip ve tutuklanmalar, ceza evleri ile hayat okulunun içinde yoğrulur. Şiirleri bunun için buram buram emek kokar, alın teri kokar, buram buram yoksul köylü kokar. Mahpusta geçen yıllarında, dostluğu kardeşliği örer.
FAKÜLTENİN ÖNÜ
Fakültenin yanı demirden köprü
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı
Faşistler camlara yürüdüler
Kürsüleri kırdılar höykürdüler
‘Tanrı dağı kadar Türktü bunlar
Hıra Dağı kadar müslüman’
Ve de kanlı bıçaklı düşman
Gökler ışıyordu yer yer
Ortalık ala şafaktı
Bu şiirde olduğu gibi; şiirleri sanki o dönemi günü gününe anlatıyordu. ‘Turan Emeksiz’ şiiri de ‘Görüş günü’ de ‘ Dost’ şiirlerindeki akıcılık, şiirlerindeki sadelik bir pınarın oluklarından akan dup duru su gibidir. İçtikçe içesi gelir insanın. Şiirleri slogan slogan bayraklaşıp, aynı anda duygu seli olup akabilen, sevinci acıyı ilmik ilmik estetik bir kurguyla ören, imgeleri şiirine pekmez tadında yediren kaç şair vardır. Ölümünün 25. yılında büyük ozan halk adamı Enver Gökçe’yi anmak, onun şiirleri ile ‘Dost dost ille kavga!’ diyerek alanlarda haykırmak geliyor içimden. Bir taraftan ‘ Kürt oğluyum yiğitlik kadim’ der yoksul köylünün umudu olu çıkar dağlara. Bir tarafta Zonguldak olur iner yüzlerce metre yerin altına ‘Kömür göz olur’…
Bu ara fakülte bitmiştir. Bu sıralar demokrat parti memleket için umut olur. Türkiye halkı bu politika cambazlarının arkasından gider. DP 1950 de iktidar olur. Halkın beklentileri çok çabuk yerini hüsrana umutsuzluğa bırakır. Bu dönemde ilk resmi görevine başlar. Yurtlar Müdürlüğünde bir işe talip olur. !950 yılında İstanbul da yurtlar müdürlüğüne atanır. Çeşitli yurtlarda görev yapar. Menderes iktidarı yavaş yavaş gerçek yüzünü gösterir. 1951’e gelindiğinde büyük bir Tevkifat başlatılır. Ülke çapında tutuklamalar başlar. Ne kadar ilerici, devrimci ve demokrat aydın, yazar, şair varsa tutuklanır. Bu tutuklular içinde Enver Gökçe’de vardır. Komünist avı başlar sürek avı kıvamında ülkeyi sarar. Tarihe 1951 Tevkifatı olarak geçer. Kendi deyimi ile:
‘ aşağı yukarı tevkifat için bütün hazırlıklar bitmiş olacak ki, büyük darbe indi. TKP Tevkifatı denilen meşhur 951 Tevkifatı başlamış oldu. Bu tevkifatta alışılmamış bir çok yıldırma yöntemleri uygulandı.
Gene tabutluklar, falakalar ve her türlü insanlık dışı işlemler yapıldı ve sonuçta yüz altmış sekiz insan askeri mahkemede yargılandı. Gereği şekilde hepsi de ceza aldı.’
Enver Gökçe yedi yıl ceza alır. İstanbul harbiye, Yıldız, Güvercinlik gibi 1. Şube de tutuklu kalır. 1 yıl yarı aç susuz ağır işkence koşullarında yaşar. Sonra Adana cezaevine cezasını çekmek için gönderilir. Burada kendisinden başka devrimci döneme damga vuran Zeki Baştımar, Mihri Belli ve Şevki Akşit’de Adana cezaevinde yatmaktadırlar. Mahpushanede şiirle uğraşısı daha da yoğunlaşır. ‘Yusuf ile Balabanı’ Burada yazmaya başlar. Otuz şiirden oluşan bu destanı bitirir dışarı çıkartır. Ama şiirin bazı bölümleri kaybolur. Şiirin saklanmasında gereken itinanın gösterilmediğini sitemkar şekilde söyler. O zamanlar edebiyatla uğraşan Hilmi Akın, Arif Ünal (Ahmet Arif) ve Ruhi Su, Ulvi Uraz, Şükran Kurdakul, Kemal Bekir gibi ünlü sanat adamları ile kalmaktadır. Yedi yılı tamamlar çıkar, Cezasının üçte biri kadar da sürgünü vardır. Sürgünü Çorum sungurlu, Ankara’da geçer
Sürgün biter tekrar İstanbul sokaklarını arşınlar. O sıralar Süleyman Ege ile birlikte Adnan Menderes’e karşı yapılan gösterileri izlerler. 27 Mayıs’ın ayak sesleri yaklaşmaktadır. Tam da bu günlerde turan emeksiz öldürülür. Enver Gökçe Turan Emeksiz adlı şiirini kaleme alır.
TURAN EMEKSİZ
Bir yürüyüş eylediler sabahtan
Ilgıt ılgıt kan gider loy loy!
Dayan dizlerim dayan!
Ağla gözlerim ağla!
Namlu puşt olmuş, at ayağı puşt
Yine düşman elindeydi vatan
Bir oğul çıktı Malatya’dan:
Anası Yılmaz çağırırdı
Haram süt emmemişti anadan.
Ve Beyazıt derler bir büyük alan
Düşman sarmıştı sağı solu
Düşman çok cephane yoktu
Yetişmemişti daha Cemal Paşa kolu
Amandı el aman!
Tank paletleriydi alanda dönen
Kusan namlularda, kalleş ölümcül
Ve vuran ve kıran ve haykıran
Malatyalı şöyle baktı bir
Ana baba günüydü herhal
Her yönde toz duman!
Vay anam vay!
Bu belalı başınan
Kime ne diyem
Nerelere gidem
Ya derdime derman
Ya katlime ferman!
Başı daralınca yılmazın
Baktı atacak taşı yoktu
Baktı eli durmuş, ayağı durmuştu
Vurulmuştu
Çıkardı yüreğini kan içinde
Çarptı kötünün kafasına
Hay bu nasıl devran?
28
Nisandı
Yavri
Hey!
Ham
Meyveyi
Kopardılar
Dalından.
(Mayıs 1960)
Şiirleri aynı zamanda halk ezgilerinden damıtılmış, ülkenin her köşesinden ılgıt ılgıt halk kokan güzelliktedir.
Bu dönemde yine bir gün evinden alınarak sürgüne gönderilir. Bir süre sonra 27 Mayıs 1960 ta asker yönetime el kor. O dönemin temel özelliklerinden biri, ilk defa demokratik bir anayasanın yapılması, temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvenceye alınması olur. Enver Gökçe serbest kalır sürgünden döner.. Enver Gökçe sürgün yaşamı sonrası işsiz kalır. Çeşitli yerlerde çalışır. Devrimci geçmişi nedeniyle bir sür sonra işten çıkarılır. Bu aralar sağlığı bozulur.Gökçe yalnız şiirle uğraşmaz çeviri de yapar aynı zamanda. Pablo Neruda’yı çevirmek için işe girişir. Neruda’yı tanıdıkça onun ne kadar büyük bir ozan olduğunu görür. Çeşitli kaplıcalardan şifa arar. Tekrar İstanbul’a döner, Ant dergisi ile ilişkisi olur, Meydan Larus’ta çalışır. İşi bulan Yaşar Kemal’dir iyi dostlukları vardır. Fakat burada da uzun sürmez sakıncalılığı burada da peşini bırakmaz işten kovulur. Çeşitli çocuk kitapları çevirir. Ekonomik sıkıntılar nedeni ile köyüne gitmeye karar verir. Köye gider.. Kışları köyde geirir, yazları gezer. Çeviri ve şiir çalışmaları sürer.
SANATA BAKIŞI
‘Ben sınıf edebiyatı yapıyorum.
Türk halkının hayatın her döneminde aktif olan, güzel olanbüyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum.
Bence sanat her şeyden önce bu sınıfın yaşam kavgasındaki gücünü kudretini ortaya koymasındadır.
… İyi başarılı bir eseri meydana getirebilmek için önce sosyal bir içerik, sonra da estetik bir kılıf zorunludur.
… Sosyal içeriği ve estetik yönü kuvvetli eserler ancak başarılı olur. Ben büyük sanatçılarda bu içeriği ve estetik yanın kuvvetli olduğunu görmüşümdür. Örneğin, Nazım’da ve Neruda’da bu sosyal ve estetik yönler bir bütün olarak ortaya konmuştur…
Yani dünyamızı insanca yaşanacak bir hale getirmek için şiiri ve sanatı sosyo politik bir mücadelenin tamamlayıcı araçları olarak görüyorum….’
Bu gün tam da burada, ‘sanat sanat için mi; yoksa sanat toplum için mi?” sorusu akla geliyor. Enver gökçe sanatın tarafsız olamayacağını söyleyerek sanatın toplumsal yanı olmadan bir anlamı olamayacağını yukarda ki dizelerde dile getiriyor. Yaşamı bir yandan egemen güçlere karşı, ezenin karşısında ezilenin yanında saf tutarken. Diğer yandan sanat içinde yer alan ayrık otlarına yoz sanata karşı da mücadele vermeyi görev biliyor. İçinde yaşadığımız dönem de bu bakış açısının altını kalınca çizmeden sanatın toplumsal görevlerini yerine getirme olanağımız yoktur. Toplumsal içeriği boşaltılmış, dizelerde süsleme aracı gibi kullanan sosyetik pırlantalar türü imgeler yığınının şiir olmadığını da ortaya koyuyor. Günümüzde Boyalı medyada klipleri yayınlanan, arabesk, ‘anam avradım olsun’ naraları, ağlamaktan gözleri kızarmış şiir soytarıları ve hayalli, sadolu soslu lümpenlikler burjuva ambalajlarda sunulurken, bankalar şirketler kültür savunuculuğu altında komünist şairlerin, yazarların içini boşaltırken; bunlara kayıtsız kalarak, hatta liberal sınıf düşmanlarını site ve dergilerinde palazlandırıp parlatarak sanatı toplum için yapmanın olanağı olamaz. Sanatta taraf olmak zorundayız. Tarafımız emekten ve ezilenden yana olmak zorunda. Şiirlerimiz didaktik yanı da olan estetik yanı ile bütünleşerek topluma mesajlar veren bir yapıda olmalı. Sosyal yanı es geçilip, imge kaygısı ile ve acı ve üzüntü bildirmenin dışında mücadele ve direnci göstermeyen edilgen garip türü akımlara karşı Enver Gökçe, Nazım ve nerudaların yolundan gitmeye dünden çok bu gün gereksinimimiz var. Ortada şair adına dolaşan ve şiir diye yazılan, halktan kopuk, halkın anlaması ve çözmesi için bilmece buldurmaca yollarını şiir diye sunumun yanlışlığını en güzel Enver gökçe ortaya koymuştur. Orhan Veli’nin şiirlerindeki sınıfa kayıtsız yoz yanı deşifre etmiştir. ‘Cımbızlı, kadehli’ şiirler gırla gider. Ya ‘sol ele’ acınır, ya bacaklar arasındaki kuşa sulanır. Daha çok bir berduş havasında dolanan ölümü bekleyen çileci şiir anlayışının bir başka biçimi bu gün revaçta..
CIMBIZLI ŞİİR
Ne atom bombası,
Ne Londra konferanssı;
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!
(Varlık 1947)
TAHATUR
Alnımdaki bıçak yarası
Senin yüzünden;
Tabakam senin yadigarın;
‘İki elin kanda olsa gel’ diyor
Telgrafın;
Nasıl unuturum seni ben,
Vesikalı yarim?
(temmuz 1940/Küllük)
Yine Orhan veli’nin şiirleri halkın anlayacağı dilden devrimci duruştan uzak olsa da dilde sadelik ve duruluk var. Halkın her kesimince anlaşılır. Ya günümüzde. Bir şiiri anlamak için önce imgeler bulmacasını çözmek gerekecek. Toplum, sınıf kaygısından çok bu kesimde imge kaygısı ağırlık kazanmış. Enver Gökçe ve Nazımların tersine toplumsal yan es geçilerek; sadece estetik yan öne çıkarılıp, kulağa hoş gelen gıdıklayan türden imgelerle uyumlu sanat şiirleri savunuluyor. Halkın bunları anlaması için literatürden geniş kapsamlı bir sözlüğe ihtiyacı var. Son dönemlerde günümüz şairlerinin en popüleri kat ede ede o kadar yol kat etmiş ki gelinen aşamada müslümcü olmuş, bu zatin şiirlerini çözmek için ise, halkın yanlarında, Arapça, Farsça, İbranice , Kürtçe sözlüklerden birer düzine taşıması lazım. Bu da yetmez ise jiletçi cinsten bir albüm ve yanında hayranı şair. Gelinen nokta içler acısı. Sol cenahta dahi bu türler revaçta ise vay halimize. Enver gökçe’yi böyle bir zamanda anmak daha anlamlı. Yeniden toplumsal şiiri canlı tutmak, yeniden sınıftan yana sanatçıları, militan devrimci sanatçıları gün yüzüne çıkartmak gibi görevi de olmalı kültür sanat çevrelerinin.
Bu nedenle bir daha hatırlatıyorum, Enver Gökçe’nin ölümünün üzerinden çeyrek asır geçti. Enver Gökçe’yi bu gün ölümünün 25. yılında anmak düne göre daha anlamlı daha da önemli. Türkiye tarihinde önemli dönüm noktalarında önemli kişilikler ortaya çıkmıştır. Osmanlı’nın çöküş döneminde nasıl Namık Kemaller Tevfik Fikretler ortaya çıkmış ve kokuşmuş hanedanlığı yeren şiirler yazmışsa, sürgünlerden ölüm fermanlarından nasibini almış; ama kavgalarından taviz vermeyen militan şairlerse; onların bayrağını başka bir boyutta alıp taşıyan Nazımlar, Hasan Hüseyinler ve ENVER GÖKÇE gibi tarihe not düşen militan sanatçılar çıktı ortaya. Bu gün, yani çeyrek asır sonra Enver Gökçe’yi anmak daha anlamlı dedim; çünkü devrimci duruşu, militan bakışı ortaya koymayan, toplumdan soyutlanmış, arabesk, lümpen ve pembe dizili şair bozuntularının ortalığı doldurduğu bir dönem de Enver Gökçe gibi ezilenlerin yanında kavgaya soyunan şairleri anmak elbette daha da anlamlı olacak.
Bitirirken yine devrimci şair kavga adamı Enver Gökçe’nin ‘DOST’ başlıklı şiirini sunarak noktalıyorum.
DOST
Ben berceste mısraı buldum
Hey ömrümce söylerim
Gözden, gezden, arpacıktan olsun
Hey ömrümce söylerim!
Bizsiz Ilgaz’ın çam ormanları güzel değildir,
Hayda günlerim hayda!
Sırtını düşmana verdikçe
Murat dağları güzel değildir
Dost dost ille kavga!
Biz olmaysak gökyüzü, biz olmasak üzüm,
Biz olmasak, üzüm göz kömür göz, ela göz;
Biz olmasak göz ile kaş, öpücük nar içi dudak;
Biz olmasak ray, dönen tekerlek yıkanan buğday,
Ayın onbeşi;
Biz olmasak Taşova’nın tütünü, Kütahya’nın çinisi,
Yani bizsiz
Anne dizi, kardeş dizi, yar dizi
Güzel değildir.
Gel günlerim gel de dol
Gel Aydınlım İzmirlim,
Gel aslanım Mamak’tan
Erzincan’dan Kemah’tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan!
Adana’nın pamuğu dokumada;
Diyarbakır, Afyon, Kütahya fabrikada
Ümit işkencede mahzun
Emek işkencede mahzun
Tenim, ayaklarım üryan
Emek işkencede mahzun
Ve Divrik’in demiri arabada
Söyle türküler yadigarı kardeş
Söyle ağrılar yadigarı kardeş!
Neden alınterleri
Nimetler, halklar haram oldu sana
Gel günlerim gel de dol
Gel Aydınlım İzmirlim,
Gel aslanım Mamak’tan
Erzincan’dan Kemah’tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan!
Sana selam olsun
Hürriyetlerin meçhul olduğu dünya
Canım Türkiye,
Memleketimiz!
Çalışan halkları ile ümmi
Çalışan halkları ile garip,
Irgadı, esnafı, madencisi, iptidai aletleri
Kadınları, erkekleri, hapishaneleri;
Başı boş suları, dumanlı vadileri, yoz topraklarıyla,
İşsizleri, realist şairleri, mücahitler,,
Sokak şarkısı, kefen helvası,
Akşam haberleri satanlarıyla memleketim;
Sana selam olsun
Sürgünler, mahkumlar, hastalar!
Alacağın olsun
Seni İstanbul seni
Seni Bursa, Çankırı, Malatya,
Sizlere selam olsun üniversiteler!
Öğretmenleri alınmış kürsüler
Öğretmenler!
Hürriyeti yazan eller, dizen eller!
Sizlere selam olsun makineler
Entertipler, rotatifler, bobinler!
Bu gülünç aşağılık,
Namusuz şeyler dışında,
Sana selam olsun
Zincirin, zulmün kar etmediği,
Kırbacın kar etmediği
Büyük tahammül!
Gel günlerim gel de dol
Gel Aydınlım İzmirlim,
Gel aslanım Mamak’tan
Erzincan’dan Kemah’tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan!
(Gün, 15.7.1946)
1981 yılında yaşlılar evinde gözden ırak vefalı dostların azlığında yaşama veda etti. Ölümünün 25. yılında devrimci ozanımızı saygıyla anıyorum. Militan duruşu, kavgaya soyunan yüreği ile yolumuzu aydınlatacak.
(Ramazan Öncel)