Cemal Süreya İle
‘BİR REKTÖRLÜK YETER!’ Cemal Süreya ‘Paçal’ adı altında ‘Aydınlık’ ta yazılar yazmaya başlayınca, başka yazarlara da örnek oldu bu: ‘Muzaffer Buyrukçu, İsmet Zeki Eyüboğlu, Mehmet Seyda, hafta bir gün gazeteye değer ve renk kattılar. Gelgelelim içeriden birilerini rahatsız etti bu durum. ‘Sanat sayfası liberalleşiyor!’ diyen Gül Zileli, Jdavoncu bir yaklaşımla bayrak açtı bu yazarlara. Ne derler? Keskin sirke küpüne zarar verirmiş. O da kendini açtığı bayrağın altında yapayalnız bulmuştu. Feryadına kulak asan olmadı.Derken 12 Eylül fırtınası çıktı. Gazete kapatıldı, yorgan gitti, kavga bitti. Darbenin kurmay heyeti, ülkeyi bir kışla disiplini içine alma tutkusuyla dört bir yana saldırmaya başladı! Kapatılan gazetelerde çalışanlar, öğretmenler, TRT’ciler, sendikacılar, üniversite hocaları, küçük çapta bir işsizler ordusuna dönüştü. Birçokları Babıali ‘mevkutelerinin’ kapısını aşındırmaya başladı.
Neyse ki ortam şimdiki gibi umutsuz değildi. Yeni yayınlar, yeni kuruluşlar ortaya çıkmakta gecikmedi. Adam yayınları o günlerde kurulmuştu sözgelimi. Hemen Tüm edebiyatçıları kucaklayan bir yayın evi olma iddiasındaydı. Darbenin kısır ve karanlık ortamına bir ışık yakmıştı Nazar Büyüm. Hem ‘Yurt Ansiklopedisi’ hem de ‘Adam Yayınları’ birçok işsize ekmek kapısı oldu!
Sözü Cemal Süreya’ya getireceğim… Devlet memurluğundan sıkılmış, hizmet yılının dolmasını fırsat bilerek kaçmak istiyordu. Kitaplarını Adam Yayınevi’ne vermesi için yaptığımız görüşmede çıtlattı bunu. Sanır5ım Nazar Büyüm’ü uzaktan tanıyordu. ‘Söylesene emekli olacağımı’ dedi, ‘Çalışmak istediğimi… Bana göre bir iş varsa..’
‘Çalışmak istediğimi.. Bana göre bir iş varsa…’
Yayınevine dönüşte konuyu Büyümle görüştüm; çok heyecanlandı. Hiç unutmuyorum: ‘Cemal Beyi ansiklopedinin başına getirelim!’ Dedi hemen ‘Genel Müdür olsun’ Cemal Süreya’ya Nazarın düşüncesini ilettiğimde hiçte ilgisini çekmedi genel müdürlük.. O tezgahta bez dokumaya niyeti yoktu. ‘Abi bize rektörlükte yeter boş versin genel müdürlüğü. O işin meraklısı vardır…’ karşılığını verdi.
Genel müdür olunca adam alıp adam atmak gerekiyordu bu da Cemal Süreya’nın yapısına uygun düşmüyordu. Çalışan ile çalıştıran arasında, işverenden yana tavır almak gerekebilirdi. Kısacası işveren temsilcisi olacaktı koca şair. Bu işe yanamamasındaki sırrı zamanla, onu tanıdıkça anlayacaktım.
Sonunda bir çocuk ansiklopedisine genel yönetmen yapıldı. Ama çeviri yazıların redaksiyonu da yapmak üzere. Bir de sekreter çevirmen verildi kendisine: Hülya Gönensin. Cumhuriyetin eski yazı işleri müdürü Oktay Gönensin in o zamanki eşi. Bir odaları yok, masaları, telefonları da yok. Hülya ansiklopedinin bölümlerini evde çeviriyor, Cemal abiye teslim ediyor dışarıda, o da götürüp kendi evinde redaksiyon yapıyor. Henüz her şey hazırlık aşamasında. Adam Yayınları Nişantaşı’nda. ‘Villa Belkıs’ denilen bir binada. Cemal Süreya da arada bir ziyaretimize geliyor. İş çıkışı birlikte Kadıköy’e dönüyoruz. Bazen bir meyhaneye gidiyoruz ya da. Mehmet Fuat, Cemal Süreya ile arkadaşlık etmemi yadırgıyordu. ‘onlar farklı insanlar’ sözünü şimdi gibi anımsıyorum. Bir başka günde şöyle diyecekti: ‘çok yetenekli bir insan, ama aynı odada yalnız kaldığınızda ne yapacağı hiç belli olmaz!’ Keskin gözlem yeteneği olan biriydi hiç kuşkusuz, Mehmet Fuat. Böyle duyumsamışa, mutlaka bir gerçekliği olmalıydı. Onlar iki farklı değerdi edebiyat dünyasında. İkisinden de öğreneceğim şeyler vardı elbette. Ama Cemal Süreya, Mehmet Fuat’ın ‘hanım evladı’ havasına karşılık, daha bir ‘sokak çocuğu’ydu sanki. Onun bu havası bana yabancı değildi ki! Hele buyrukçu, özellikle Yenikapı bıçkınıydı. O da böyle güzeldi. İnsanları oldukları gibi benimseyerek dost olabilirdiniz… Başka türlü birbirinizi iterdiniz.
Bir gün yine Cemal Süreya bodrum kattaki odamıza indi. Yüzünde o her zaman görmeye alıştığımız hafif gülümseme. Masamın yanındaki koltuğa oturdu. Yüzü de Aydın Emeç’e dönük. ‘Bugün istifa ettim!’ dedi, .çok yumuşak, pes perdeden bir sesle. Üçümüz birden şaşırdık…
‘Aa, niye yahu?’ dedi Emeç.
‘E, öyle. Boşver abi.’
Nasıl sevinip sayıldığımı bilmesem bu kadar şaşırmayacaktım. Emeç üsteliyor, ağzından laf alabilmek için. Celal şaşkınlık içinde, inanmak istemiyor gibi.
O an bir şey anlatmadı fazla. Sessizce çıkıp gitti. Ama ayrılış nedenini sonradan parça parça anlatacaktı. Sevgili İnci Asena bir pot kırmış: ‘Cemal Bey, daha düzgün bir Türkçe’yle söylenemez miydi şurası?’ demiş, ansiklopediden bir bölümü göstererek. Ona patronluk taslamak için yapmış olacağını sanmam. Öğretmenine danışan öğrenci gibi sormuş olmalı diye düşünüyorum bugün. Vebali üstüne…
Sonraki günlerde bir neden daha çıtlatacaktı. Cemal Süreya: ‘Olmaz abi. Ülkü Tamer’in sekreteri benden fazla maaş alıyor! Ben genel yönetmen görünüyorum. Olur mu öyle şey?’
Sessizliğin ardından fırtınaları olan bir insandı. Alçakgönüllülükte üstüne yoktu ama, onurlu davranmasını da bilirdi. Değerinden kuşku edenlerle bir arada bulunmazdı. Kendi değerini de asla gündeme taşımazdı. Sessizce ayrıldı. Adam Yayınları’ndan; bir daah döbüp geriye bakmadan. Toplam kaç ay çalışmıştı? En fazla üç ay. Emekli aylığıyla ayakta durmak zorundaydı. Oysa emekli aylığı evinin kirasını karşılıyordu ancak. Çalışmaya mecburdu… Hiç değilse kira derdinden kurtulması için, emekli ikramiyesini aldığı gün bir öneride bulundum ona. Yanılmıyorsam bir buçuk milyon lira geçmişti eline toptan. O paraya, o yıllarda bir çatı katı almak mümkündü… Bu fikir hoşuna gitti. Belki deniz gören bir çatı katı bile bulabilirdik. Üsküdar civarında. ‘Olabilir’ dedi ‘Ama parayı bağladık şimdi. Bankada. Ben biraz düşüneyim…’
Düşünmesi uzun sürdü. Bir iki kez ‘N’ oldu Cemal abi?’ diye sorduğumda, konuyu değiştiriyordu. Çok sonra öğrenecektim bu konuyu niye kapattığını… Memo ‘ya vermiş o parayı. Ticaret yapmak istiyormuş Memo. Ticaret yapayım derken batırmış! Böylece, müebbet kiracı olarak yaşamını (pardon, hayatını) sürdürecekti…
(Necati Güngör, Kaçak Yayın Dergisi, Temmuz 2003)