Tarkovsky Sineması
“Sanat yaratma kapasitesidir. Yaratıcının aynadaki yansısıdır. Biz sanatçılar bu jesti tekrarlamaktan, taklit etmekten başka bir şey yapmıyoruz. Sanat, Yaradan’a benzediğimiz belirli bir andır. Bu yüzden Yaradan’dan bağımsız bir sanata asla inanmadım. Tanrı’sız bir sanata inanmıyorum. Sanatın anlamı yakarmadır. Bu benim yakarışım. Eğer bu dua, bu yakarış, benim filmlerim insanları Tanrı’ya yöneltebilirse ne mutlu bana. Yaşamım esas anlamını bulacak: Hizmet etmek. Ama bunu asla başkalarına empoze etmeye kalkışmayacağım. Hizmet etmek fethetmek demek değildir.”
Şair Arseniy Tarkovsky’nin oğlu Andrey Arsenyevich Tarkovsky 4 Nisan 1932 tarihinde Zavraje’de (Beyaz Rusya) dünyaya geldi. Dünyanın ilk sinema okulu olan VGIK Sovyet Film Enstitüsüne başlamadan önce müzik ve Arapça eğitimi aldı. VGIK’te Mikhail Romm’un öğrencisi olan Tarkovsky, 1960 yılında mezuniyet (kısa) filmi olarak “Silindir ve Keman”ı çekti.
İlk uzun metrajlı filmi “Ivan’ın Çocukluğu (1962)” ile dünyaya adını duyurdu ve üç ödül aldı. (Venedik Film Festivali, San Francisco Film Festivali, Acapulco Festival Filmleri.) İkinci filmi “Andrey Rublyov (1969)” 1971 yılına kadar Sovyet makamlarına takılmış, Cannes Film festivalinde de son gün sabah 4’te gösterilmiştir.
1972’de “Solyaris” izleyici ile buluştu. 75’te “Zerkalo” (Ayna) sansüre uğradı. Dört yıl sonra “Stalker”ın – iki defa da da olsa – çekimleri tamamlandı. Nostalghia (1983) sürgünde çevirdiği ilk film unvanına sahiptir. Vasiyeti niteliğindeki filmi “Offret (Kurban 1986)” filmografisindeki son filmidir.
Tarkovsky, 28 Aralık 1986’da akciğer kanseri nedeniyle öldü.
Bu kısa biyografiden sonra Tarkovsky’nin hayatına ve sinemasına daha yakından bakalım; Üç yaşındayken ailesi Moskova’ya taşındı. Çocukluk ve gençlik yıllarını Moskova’da geçiren Tarkovsky eğitimini de orada tamamlamıştır. Sinema okuluna başlamadan önce Tarkovsky’nin şu üç alanda eğitim aldığını söylemek yanlış olmaz sanırım: Müzik, Arapça ve Şiir. Filmlerindeki görsel ve içsel yapı bu alanların etkisi altında şekillenmiştir. 1951’de Moskova Doğu Dilleri Enstitüsü’ne kaydolmuş fakat bu bölümü tamamlamadan yarım bırakmış, ardından 54’te Sinema Enstitüsü’ne kaydolmuş ve burada altı yıl eğitim görmüştür.
Tarkovksy filmlerinin önce görsel yönünü ele alalım. “Şiirsel sinema” diye tabir edebileceğimiz yeni bir dilin mucididir Tarkovsky. Ingmar Bergman’a göre Tarkovsky çağdaş yönetmenlerin en iyisidir, çünkü o hayatı zahiri bir görünüş olarak değil, bir rüya gibi algılamasını mümkün kılan yeni bir dilin mucididir.
Tarkovsky Japon Haiku şiirlerinden de etkilenmiştir. Mühürlenmiş Zaman’da Haiku’dan şöyle bahseder: “Bu dizeleri bu kadar güzel kılan, sonsuzluğa karışmadan önce yakalanabilen anın tekrarlanamazlığıdır.” Anlatım gücü yüksek tablolar gibi planlara sahiptir filmleri. Herhangi bir Tarkovsky filminden sonra zihninize kazınan birkaç planla bir sonraki haftayı geçirebilirsiniz. Tabi cevapsız bıraktığı sorularla da… Fakat içsel yapıya yazının ikinci bölümünde devam edeceğiz. Bu görsel etkinin arkasında Tarkovsky’nin kendine has şiirsel üslubu vardır. Mühürlenmiş Zaman’da filmlerinin dayandığı görsel yapı ile ilgili açıklamalara şöyle devam eder: “İnsan hayatının öyle yönleri vardır ki, bunlar ancak şiirsel araçların yardımıyla oldukları gibi yansıtılabilir. Buna rağmen film yönetmenleri sık sık şiirsel mantığın yerine kaba bir tutuculukla teknik yöntemleri kullanmakta ısrar ediyorlar. Bu filmlerde rüyalar somut bir yaşam fenomeninden modası geçmiş film hileleri karmaşasına dönüşüyor.” Aslında Tarkovsky’nin diğer yönetmenlerden farklılığını/özgünlüğünü ortaya koyan cümlesidir bu. Benzer bir örnek de klasik dram mantığı ve şiirsel mantık farklılığında kendisini gösterir. Tarkovsky şiirsel mantığın, yaşamın yasalarına, klasik dram mantığından daha yakın olduğunu söyler. Bu nedenle şiirsel mantık daha geniş bir anlatı olanağına sahiptir. Dramatik çatışmaları ifade edebilmek için tek yolun klasik dram olduğu ön kabulünden de bu nedenle rahatsızlık duyar.
Tarkovsky anlatılan bir anı veya rüyanın gerçekçiliği üzerine de şöyle der: “Perdeye yansıyan “rüyanın öyküsü” hayatın görünür, doğal biçimlerinden oluşturulmalıdır. Ama bazen bu öykü şu şekilde de yansıtılabiliyor: Ağır çekim ya da sis bulutu yardıma çağrılıyor, modası geçmiş yöntemlere başvurulabiliyor ya da uygun bir gürültü yapılıyor. Ve bu konuda artık eğitilmiş seyirci de hemen beklenen tepkiyi gösteriyor: “Evet, bak şimdi hatırlamaya başladı!” “Kadın bunu rüyasında görüyor demek!” ne var ki bu tür esrarengiz görünüşlü betimlemelerle rüyanın ya da anıların filmsel bir etkisini yaratmak mümkün değil.” Tarkovsky’yi rahatsız eden etki-tepki durumu/kullanılan sahte ortam belki de. “Hayatın görünür, doğal biçimlerinden oluşturulmalıdır” cümlesi ortaya konan sahte yapıya işaret ediyor aslında. Gerçekçi olmayan sahne oyunları ile gerçeğin ifade edilmeye çalışılması.
Nihai olarak söylenebilecek olan; Tarkovsky kendine has, gerçekçi, şiirsel bir dil geliştirmiş ve filmlerini bu dil ile yazmıştır! Tarkovsky’ye ait herhangi bir film izlemişseniz, izleyeceğiniz ikinci Tarkovsky filminden önce size hiçbir bilgi verilmese de filmin ona ait olduğunu söyleyebilirsiniz. Sadece bu bile Tarkovsky’nin özgünlüğünü ifade etmeye yetecektir sanırım.
Şimdi de Tarkovsky filmlerinde içsel bir yolculuğa çıkalım:
“Neye yarar sanat? Bu sorgulamanın cevabı şu formülde yatıyor: Sanat bir yakarıştır. Bu her şeyi anlatıyor.”
Tarkovsky filmlerini okurken bu cümleyi göz önünde bulundurmak gerekir. Tarkovsky’nin tüm filmleri Tanrı’ya bir yakarış, birer hediyedir. Her ne kadar kendisi yaptıklarının Yaratıcı’ya birer hediye olamayacağını söyleyerek mütevazı bir yaklaşım sergilese de Tarkovsky bu övgüyü hak ediyor. Bu tanımın dışında bir sanatın var olamayacağını ifade etmiştir (Bu bağlamda Picasso’nun sanata hiçbir zaman ulaşamadığını bile iddia etmiştir.). Tarkovsky’nin sahip olduğu bu bakış açısı nedeniyle onun tasavvuf düşüncesinden etkilendiği de yazılıp çizilmiştir. Bu savı destekleyecek birçok örnek de bulunabilir belki. Bu konu kimin hangi pencereden baktığına bağlı biraz da. Tekrar Tarkovsky’nin sözleri etrafında sanat tanımına dönelim: “Sanıldığının aksine, sanatın işlevsel amacı, düşünmeyi teşvik etmek, bir düşünce iletmek ya da bir örnek oluşturmak değildir. Hayır, sanatın amacı, daha çok, insanı ölüme hazırlamak, onu iç dünyasının en gizli köşesinden vurmaktır.” Mühürlenmiş Zaman’daki bu ifadeyi, üstteki röportaj’dan alıntı ile beraber değerlendirirsek Tarkovsky, insanın ruhunu, iç dünyasını anlatmaya, Yaratıcı’ya daha yakın, O’nu ifade etmeye çalışan bir sanat peşinde koşmuştur. Filmlerine bir üst basamak olan sanat boyutundan bakarsak sanırım manzara az çok bu şekilde görünecektir.
Her bir filmini kendi görsel ve içsel yolculuğu açısından değerlendirmeye çalışırsak:
Silindir ve Keman (1960)
Sinema Enstitüsü mezuniyet filmidir. 45 dakikalık bu filmde keman yeteneği olan bir çocukla, bir silindir şoförünün hikayesi anlatılır. Tamamı Sovyet topraklarında geçen, tamamı renkli tek filmidir aynı zamanda. Tarkovsky yönetmenliğinde çekilen filmin senaryosunu, kendisi dahil üç kişilik bir ekip yazmıştır.
Ivan’ın Çocukluğu (1962)
Film hakkında bilgi vermeden önce filmin çekim aşamasındaki hikayesini ele alalım. Filmin çekimlerine önce başka bir ekiple başlayan Mosfilm, çekimler yarıya gelince ortaya çıkan filmi beğenmeyip projeyi durdurdu. Bunun üzerine yeni bir yönetmen arayışına girdiler. Hiç kimse bu yarım filmi devam ettirmek istemeyince Tarkovsky’ye teklif götürüldü. O dönemde Silindir ve Keman’ı tamamlamaya çalışan yeni mezun denebilecek Tarkovsky bazı şartlar ile projeyi kabul etti (senaryoyu yeniden yazmak, oyuncu ve teknik ekibin değiştirilmesi). Şirkette paranın yarısını verme şartını öne sürdü ve nihayetinde anlaşma sağlandı. Bu bağlamda konu seçimi dışında film tamamıyla Tarkovsky’ye aittir denebilir.
Filmin teknik bilgileri ise; 1962 tarihli bu film Tarkovsky’nin ilk uzun metrajlı filmidir. Filmin öyküsü Vladimir Bogomolov’un kısa öyküsü Ivan’a dayanmaktadır. Senaryosu yine Tarkovsky’nin dahil olduğu dört kişilik bir ekip tarafından yazıldı. Doksan bir dakikalık film siyah beyazdır.
Ödüller: Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan, San Francisco Film Festivali’nde Golden Gate ödülü ve Acapulco Festival Filmleri Festivali’nde (Meksika) büyük ödül kazanmıştır. İlk uzun metrajlı filmi ile uluslararası arenada üç ödül almış kaç yönetmen vardır acaba? Ödüllerin siyasi yönü vs. tartışılabilir belki ama daha sonraki filmleri de ortada yönetmenin.
Konusu: İkinci Dünya Savaşı sırasında öksüz bir çocuğun dramı anlatılır. Tarkovsky Ivan ile, çocukluğunu yaşayamamış bir dönemin çocuklarını resmeder. Tarkovsky’nin bu filmle ilgili en büyük sıkıntısı kendisinin tarih görüşünün bu film ile okunmaya çalışılmasıdır. O’na göre film kendisinin dünya görüşünü ifade eden bir filmden başka bir şey değildir. Genç bir yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olarak onun dünya görüşünün okunabileceği bir filmdir Ivan’ın Çocukluğu. Film hakkında Sartre’ın ifadesinin – “Savaşın canavarlar, sonunda yiyip bitireceği kahramanlar ürettiği” – daha fazla gündeme gelmesi de rahatsız etmiştir Tarkovsky’i. O’nun rahatsızlık duyduğu kendisinin de katıldığı bu görüş değil, düşünce ve değerlerin ön plana çıkarılıp sanatın/sanatçının unutulmasıydı.
Andrey Rublev (1969)
Tarkovsky’nin ifadesiyle Andrey Rublev, bir akşam Konchalovsky ve oyuncu bir dostları ile sohbet ederken gündeme gelmiş. Oyuncu dostları “Niçin Rublev üzerine bir film yapmıyoruz? Ben oyuncuyum, Rublev rolünü de pekala oynayabilirim.” İşte Rublev filminin doğumu bu cümle ile başlamış. 15. y.y.’da yaşamış bu ikon sanatçısı hakkında çok az bilgiye sahip oldukları için Rublev’in hayatını taramaya başlamışlar. Rublev’in sanat hayatındaki boş dönemi bir reddiye olarak değerlendiren Tarkovsky filmini bu temel üzerine inşa etmiş.
Filmin senaryosunu Tarkovsky ve Andrei Konchalovsky yazmıştır. Filmin orijinal versiyonu iki yüz beş dakikadır. Sovyetlerde sansürlü olarak yüz altmış beş / yüz seksen altı dakikalık iki farklı süre ile gösterilmiştir. Renkli ve siyah beyazdır.
1966’da çekimlerine başlanan film 69’da tamamlanabildi. Sovyet Film Departmanı’nın sansüründen 71’de geçebilen film Cannes Film Festivalinde ödül almaması için son gün sabah 4’te gösterilmiş buna rağmen bir ödül almıştır.
Cannes Film Festivali dahil üç festivalden ödülle dönmüştür.
Solyaris (1972)
Filmin konusu kısaca; Solyaris adlı gezegeni araştırmaya giden astronotlar garip davranışlar sergilemeye başlar. Bunun üzerine durumu incelemek üzere gönderilen psikolog-astronot Kelvin, uzay gemisinde yıllar önce intihar etmiş olan karısı ile karşılaşır. Artık araştırma Kelvin için içsel bir yolculuğa dönüşmüştür. Aşk, hayat, evren kavramları etrafında şekillenen bir içsel yolculuk… Kendisiyle yapılan bir röportajda aşkı ve aşkın filmdeki yerini şöyle ifade eder yönetmen: “Aşk hikayesi filmin yalnızca bir yönü. Belki de Kelvin’in Solyaris’te bir tek amacı var: Başkasına duyulan aşkın yaşamak için vazgeçilmez olduğunu göstermek. Aşksız bir insan, insan değildir.”
Filmin teknik bilgilerine geçersek; Stanislaw Lem’in aynı isimli romanından uyarlanan filmin senaryosunu Tarkovsky ve Fridrikh Gorenshtein kaleme almıştır. 72’de gösterime giren film yüz altmış beş dakika, renkli ve siyah beyazdır. Solyaris Cannes Film Festivalinde 72 yılında gösterilmiş ve iki ödül almıştır.
Zerkalo / Ayna (1975)
Otobiyografi türündeki bu filmde Tarkovsky, çocukluğunu, pişmanlıklarını resmetmiştir. Kendi ifadesi ile “çok sevdiği insanların” hayatlarını ve onların sevgisine layık olamadığını anlatmaya çalışmıştır. Yüz sekiz dakikalık film, 1975 yapımı. Diğerleri gibi siyah beyaz ve renkli. Senaryo Tarkovsky ve Aleksandr Misharin’e ait.
Stalker (1979)
Stalker’ın çekim aşaması ile ilgili birkaç detaydan sonra film ile ilgili bilgelere geçelim. Stalker iki defa çekilmiş bir filmdir. (Kısmen bu yazı gibi) İlk çekimler tamamlandıktan sonra bir laboratuar kazası sonucu çekimler yok olmuştur. Söylentilere göre film Sovyet yönetimi tarafından sansüre uğramış bu nedenle yok edilmiştir. Nihayetinde film düşük bir bütçe ile tekrar çekilmiştir. Yine başka bir söylentiye göre Tarkovsky’nin ölüm nedeni olan akciğer kanserine bu filmin çekimi sırasında yakalandığı söylenir. (Filmin son sahnelerine doğru kar şeklinde yağan beyazlıkların kar değil, sanayi atığı olduğu ve ekipteki birkaç kişinin de aynı şekilde akciğer kanserine yakalandığı iddia edilmiştir.)
Filmin teknik bilgileri; Senaryo Tarkovsky ve Boris Strugatsky tarafından yazılmıştır. Senaryo Boris ve kardeşi Arkady’nin romanları “Yol Kenarında Piknik”‘ten uyarlanmıştır. Yüz altmış üç dakikalık film, 1979 yılında Rusya’da çekilmiştir.
Konusu: Film üç kişinin (yazar, bilim adamı ve iz sürücü) yasak bir “Bölge”‘ye (Zone) yolculuğunu anlatıyor. Kişinin en çok istediği şeyi gerçekleştirebileceği bir oda barındırdığına inanılan odaya doğruca, en kestirme yoldan gidilmez. Doğrudan gidilmeyen, farklı bir yol izlemek gerekir odaya ulaşabilmek için. Yapılan yolculuk içsel bir yolculuktur. Bireyin en çok istediği şeyi gerçekleştirme arzusu ile yüz yüze gelmesi… Her bir karakter bir dünya görüşünü temsil ediyor denebilir. Gerçi Tarkovsky sinemanın şiirselliğinin simgeselliğe aykırı olduğunu söylüyor ama başka türlü de okunamaz karakterler sanırım. Yazar sanatı, profesör bilimi, iz sürücü Tarkovsky’nin kendi deyimiyle idealizm’i simgeliyor. Filmi izleme fırsatı bulursanız filmden sonra benzer birçok soruyla baş başa bulabilirsiniz kendinizi. Tabi filmden kimi karelerde birkaç hafta zihninizden çıkmayabilir de. Hem görsel açıdan hem de içerik açısından son derece etkileyici bir bilim kurgu Stalker. Son olarak Tarkovsky’nin Bölge (Zone) ile ilgili açıklamasını not düşelim: “Böyle bir “Bölge” yok. Stalker’ın kendisi yaratıyor bu “Bölge”yi. Mutsuz insanları oraya götürmek ve onlara umut düşüncesi aşılamak için yaratıyor. Dilek odaları da aynı şekilde Stalker’ın yaratımları.”
Nostalghia (1983)
Tarkovsky’nin ifadesi ile Nostalghia, aşka ve yaşama konan sınırları anlatmaktadır. Aşk sınırlandığı zaman kişi bundan acı duyar. İşte bu anda kişinin yaşadığı çaresizliğin ve acının resmidir Nostalghia. Karakterin acı çekmesinin bir nedeni olarak da modern dünyaya uyum sağlayamamasını gösterir Tarkovsky. Maneviyatsız, içi boş modern dünyaya uyum sağlayamamış bir karakter. Röportajın devamında çözümü de sunar. Kişi sürekli olarak yaratıcısına bağımlılığını hissetmelidir. Bu bağlılık ortadan kaldırılırsa insan hayvan’a döner diye devam eder. Kısaca filmin hikayesi yönetmenin ağzından böyle. Geçelim teknik detaylara. Senaryo yine iki kişiye ait. Diğer yazar Tonino Guerra. 1983 yapımı film yüz yirmi beş dakika. Yine siyah beyaz ve renkli. Nostalghia, Cannes Film Festivalinden üç ödülle dönmüştür.
Offret / Kurban (1986)
Tarkovsky’nin vasiyeti niteliğindeki filmi. Aynı zamanda bu filmi oğluna ithaf etmiştir yönetmen. Konusu; Profesör Alexander’ın doğum gününü kutlamak için bir araya gelen aile bireyleri, tam bu esnada televizyondan nükleer savaşın başladığı haberini alırlar. Profesör ailesini kurtarmak için kendisini kurban etmesi gerektiğini düşünür. Filmin giriş sahnesi çok az filmde görebileceğimiz bir güzellikte açılır – ki bu sahne filmin sonunda tekrarlanacaktır. – Filmin ilk bölümünde bir Tarkovsky filmi izlediğinizden şüpheye düşebilirsiniz. Çok yoğun bir diyalog hakim çünkü bu bölümde. Gerçi diyalog deyince Hollywood filmleri seviyesinde bir diyalog aklınıza gelmesin. Dolu dolu diyaloglar demek daha doğru olur aslında. Bu bölümde, koltuğunda rahat rahat oturan izleyiciyi alıp güzelce bir silkeliyor Tarkovsky. (Gerçi ilk izlemeye çalıştığımız festivalde, film izleyici kitlesine kurban gitmişti orası da ayrı. Gerçi böyle bir film nasıl ve hangi şartlarda izlenmeli o da ayrı bir yazı konusu olur herhalde. Bu parantez böyle gidecek gibi… ) Sorular, sorgulamalar arka arkaya geliyor. Eve giren aile bireyleri doğum gününü kutlamak için hazırlıkları tamamlarken artık bildiğimiz Tarkovsky tarzı, filme hakim olmaya başlıyor. Filmdeki en etkileyici sahnelerden biri olan Profesör’ün yakarış sahnesi de bu bölümde. Profesör tüm insanlık için kendisini feda etmek ister ve bunu izleyicinin de duyabileceği bir şekilde dile getirir. En dikkat çekici sahnelerden biri de filmin sonunda, yaktığı evin ateşinden ve patlamalardan korkan Profesör, kendisine kucak açan ailesine değil, Rahibe’ye doğru koşmaktadır. Aslında O’na sığınmaktadır. Yine, her ne kadar Tarkovsky simgeselliğe karşı olduğunu söylemiş olsa da ben açıkçası başka türlü yorumlayamadım bu sahneyi. “Bireyi ölüm korkusundan ancak din kurtarabilir.”
Aynı şekilde benzer bir simgesellik; Stalker’daki Profesör ile bu filmdeki Profesör aynı düşünceyi mi temsil ediyor diye insanın aklından geçmiyor değil. İkisi de bilimi ve/veya modern dünya görüşünü mü temsil ediyor diye sormadan edemiyor insan. Tarkovsky’nin kemiklerini daha fazla sızlatmadan ve daha fazla sormadan/cevaplamadan bırakalım. Nihayetinde Tarkovsky, simgeselliğe karşı olduğunu ifade etmiş zaten.
Bu son filminde ölüm korkusunu, insanlığın hızla tükettiği dünyanın nereye gittiğini resmeden Tarkovsky bu film ile filmografisine noktayı koymuştur. Filmin yapım aşamasında Tarkovsky, Bergman’ın ekibi ile çalışmıştır. Diğer filmlerinden farklı olarak senaryoda başka birinin imzası yoktur. Yazıp yöneten Tarkovsky’dir. 86 yapımı film yüz kırk dokuz dakikadır. Yine diğer filmlerinden farklı olarak renklidir bu film. Toplam yedi ödüle layık görülmüştür Offret. Tarkosvky’nin aldığı tüm ödülleri detaylı bir liste olarak yazının sonunda bulabilirsiniz.
Sinema tarihine adını altın harflerle üstelik sadece yedi filmle yazdıran Tarkovsky, kamerayı bir kaleme dönüştürerek şiirlerini ve resimlerini onunla yazmış/çizmiştir. Sinema tarihi tekrar ne zaman böyle bir şahsiyete sahip olur bilinmez. Nihayetinde Tarkovsky kendi tarzını oluşturmuş, onu icra etmiş ve sahneden alkışlarla ayrılmıştır.
Ödülleri:
Her film başlığı altında kısaca değindiğimiz ödüllerin detaylarını burada bulabilirsiniz.
Tarkovsky toplam 19 ödül almıştır.
* Ivan’ın Çocukluğu (1962)
– Venedik Fim Festivali Altın Aslan
– San Francisco Uluslar arası Film Festivali En iyi yönetmen
* Andrey Rublev (1969)
– Cannes Film Festivali FIPRESCI Ödülü
– Sinema Eleştirmenleri En iyi yabancı film (1971)
– Jussi ödülleri En iyi yabancı film (1973)
* Solyaris (1972)
– Cannes Film Festivali FIPRESCI Ödülü
– Cannes Film Festivali Jüri Özel Ödülü
* Stalker (1979)
– Cannes Film Festivali Ekümenik Jüri Ödülü (1980)
– Fantasporto (1983)
* Nostalghia (1983)
– Cannes Film Festivali En İyi Yönetmen
– Cannes Film Festivali FIPRESCI Ödülü
– Cannes Film Festivali Ekümenik Jüri Ödülü
* Offret (1986)
– Cannes Film Festivali FIPRESCI Ödülü
– Cannes Film Festivali Jüri Özel Ödülü
– Cannes Film Festivali Ekümenik Jüri Ödülü
– Valladolid Uluslararası Film Festivali Golden Spike Ödülü
– BAFTA Ödülleri (1988)
Bunların dışında David di Donatello Ödülleri kapsamında 80 ve 82 yıllarında iki ödül almıştır (Luchino Visconti Award ve Golden Medal of the Minister of Tourism)
(Ömer Faruk Demirbaş)