Cemal Süreya İle
Sayın Cemal Süreya, az yazan, hatta tembel sayılabilecek bir şairsiniz. Nitekim geçtiğimiz günlerde, onbir yıllık bir aradan sonra dördüncü şiir kitabınız olan “Sevda Sözleri”ni çıkardınız. Bu tembelliğinizin nedeni nedir? Zor yazan bir şair misiniz? Bir de, uzun sayılabilecek bir suskunluktan sonra, son iki yıl içinde sık aralıklarla şiir yayınlamanızı nasıl açıklarsınız?
Az yazıyorum, evet. Her kitabımın yayın tarihi arasında ortalama 7.5 yıl ara var. Hemen her saat şiir düşündüğüm şiirle iç içe yaşadığım halde, herkesten az yazmışım. Demek zor gelmiş bu iş bana. Zaman zaman şair miyim, değil miyim diye düşündüğüm de oldu. Sonra bunun bir ölçü olamayacağını da düşündüm. Çalışkan olmak, mutlaka merkantilizmi mi gerektirir?
Baudelaire ne kadar yazmış? Yahya Kemal çok mu yazmış? Valery’nin suskunluk (hatta vazgeçiş) dönemi kaç yıl? Şiirden korktum zaman zaman, onun benden, benim ondan kaçtığım dönemler oldu. Hiçbir zaman bugün şiir yazayım diye masaya oturmadım. Bu konuda başarı da aramadım. Şiir benim koşulumdu; yazgımdı; kabul ettim. Aslında daha çok yazmak isterdim. Ama “keşke daha az, ama daha nitelikli şeyler yazsaydım” dediğim günler de oldu. Kısacası, bugüne dek bizden bu kadar çıktı. Cahit Külebi şöyle dermiş: “Bizde kötü mal yok. Bir Cemal Süreya şiiri var mı bugün? Önemli olan, bu sorunun karşılığıdır. Benden önceki kuşaktan, kuşağımdan, daha sonrakilerden şairleri etkilemiş miyim? Şiirim şiirin kendisine olduğu kadar, gelişen şiir düşüncesine de şu kadarcık katkıda bulunmuş mu?
II. Yeni şiiri, Garip şiirine bir tepki olarak görülmüştür hep. II. Yeni şairleri Garip’le ilgili birçok şeyi yadsımışlardır. Dağlarca’nın şiirine olan sevginizi bu çerçeve içinde değerlendirebilir miyiz? Bir şiirinizde belirttiğiniz gibi Hececilerin şiirlerini sevmeniz de aynı nedenden mi kaynaklanıyor? İlk şiirlerinizden bazılarında görülen Attila İlhan etkisi de Garip’e olan tepkinizle açıklanabilir mi?
Ben, kendi payıma Garip’in (Garip demek uymuyor burada) ustalarından çok şey öğrendim. Evet, Garip demeyelim, Yeni Şiir diyelim. Yeni şiirin ustalarını severek işe başladım: Oktay Rifat, Melih Cevdet, Dağlarca, Necatigil, Tarancı, Külebi, Cumalı, Aksal… Ama A. Kadir’in, A. Arif’in şiirleri de çekiyordu beni… Attila İlhan’ı da vazgeçilmez bir tatla okuyordum. Dağlarca’nın her zaman ayrı bir yeri oldu. Ondan bütünüyle ayrı (hatta yine de Oktay Rifat’larınkine yakın) bir şiir geliştirdiğim halde, onu her zaman çok özgün bir şair olarak gördüm. Bütün bunların bende dolaylı-dolaysız, görünür-görünmez etkileri oldu elbet. Yeni şiirin Garip dönemini atladım ben. Daha doğrusu Garip’in çıkışında ortaokuldaydım. Yeni şiirle gerçek ve ciddi anlamda, yüksek öğrenim yıllarında yüz yüze geldim. O zaman da ustalar yeni planlara kaymışlardı; gerçekte en verimli ve parıltılı dönemlerini yaşıyorlardı. Ama büyük bir taklitçi ordusu Garip şiirini çoğaltmakta, her şeyi yozlaştırmaktaydı. Tepkim oradan doğdu.
Hececilere gelince, onlar ortaokul anılarım. Andığınız dizeyi bir ironi parçası olarak alınız. Şimdi de seviyorum onları, çadır tiyatrosunu sever gibi.
Orhan Veli Garip şiirinin, siz ise II. Yeni’nin en popüler şairlerisiniz. Bunun dışında daha bazı ters benzerlikler var gibi geliyor bana. Örneğin mizah anlayışında… Ne dersiniz?
Orhan Veli, gerçekten popüler bir şair. Benim için bu sözü iyice abartıyorsunuz. Mizah öğesine gelince, Orhan Veli’de mizah, bir silah olarak belirir: eski şiirin tersini söylemekle, tersini yapmakla kullanılır o silah. “Minarelerin en ilahisi”, “lapinaların en harelisi” olur. Ya da öyküye dayanır. Sanırım, benim şiirimde, mizah öğesi doğrudan metinden doğan ve biçemle ilgili bir şey oluyor. Onda satır var, bende ironi. Orhan Veli satırı iyi kullandı. Lirizmle savaşında hep ondan yararlandı. İnsan karşısında nahif, şiir karşısında yergicidir Orhan Veli.
Bana II. Yeni şairleri zaman zaman belirli bir çelişki içine düşüyorlarmış gibi geliyor. Bazen bu akımı (akım denilebilirse tabii;) reddediyor, bunu, asıl taklitçilerin yarattığını söylüyorlar, bazen de bu bayrağı elden kaptırmak istemiyorlar. Şimdi şunu açıklığa kavuşturalım. Böyle bir akımın varlığından söz edebilir miyiz? Örneğin Garip şairlerinin o dönem şiirlerindeki benzerliklerini görebiliyoruz. Hececilerin hepsi santimantalizme varan bir duyarlıkla yazdılar. Sezai Karakoç’la olan duyarlık yakınlığınız bir yana bırakılırsa, bir Ece Ayhan ya da Edip Cansever’le ne gibi benzerlikler bulabiliyorsunuz aranızda? Bunlar bir akım oluşturmak için yeterli mi?
II. Yeni bir akım olarak doğmadı. Bir programı, ortak bir bildirisi olmadı. Şairlerin çoğu birbirini tanımıyordu bile. Yazışmıyorlardı da. Sözgelimi ben Edip Cansever’le 1956’da, Turgut Uyar’la, çok daha sonra tanıştım. İlhan Berk’le çok çok daha sonra. Sanırım metinlerin tanışması oldu. Ancak çok kişinin de katılmasıyla şiirsel bir devinim doğdu. Bugünden geriye alırsak, bir akım oluşmamış diyemeyiz. Ama işte öyle bir akım
Sizin söylediğiniz reddetmek-bayrağı elden kaptırmamak işine gelince (ha, sahi, niçin böyle deyimler kullanıyorsunuz: Tembel, ulufe…), bazı yazarların bizi karalamak için, yalnız en kötü örnekleri, II. Yeni olarak ele almalarından, II. Yeni işte budur demelerinden doğdu bu. Kendimizi savunmak zorunda kalmış olabiliriz. Yine asıl soruya gelelim: II. Yeni devinimi içindeki her şair ayrı yerlere gitti. Baştan da ayrıydılar zaten (duyarlık, çalışma
yöntemi, vb. açılarından). Ama aynı çağda yaşayan, benzer belirli hayat, siyasa, edebiyat, kültür koşullarında büyümüş, üstelik şiirleri belirli bir şiirsel serüvende yan yana akmış, kimi zaman birbirine kavuşmuş kişilerin yine de bir benzerliği olacaktır. Biraz da bir kuşak sorunudur bu. Şiirlerimiz de birbirinin içinde dolandı. Ama bugün bir Ece Ayhan şiiri, bir Turgut Uyar şiiri, bir İlhan Berk şiiri, bir Edip Cansever, bir Sezai Karakoç şiiri var. Hepsi ayrı şiir alanları.
Melih Cevdet Anday, Sait Faik’in şiirlerini çok başarısız bulduğunu yazdı geçenlerde. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz.
Süreya -Tam tersini. Şimdi Sevişme Vakti’nde çok güzel şiirler var. Hele bir Marikula Doğur var ki, bence çok şeye bedel. Ama elbet temelde Oktay Rifat’ın, Melih Cevdet’in uzantısı şiirler bunlar. Yine de öyle çıkmalara rastlanıyor ki, en azından kökleri kadar güzel.
Geçtiğimiz yıl Varlık dergisinde yayınlanan bir açık oturum epeyce yankı yarattı. Burada söylenen bazı sözler genç şairlerin tepkisini çekti. Siz genç şiirde, herhangi bir yönseme yok dediniz. Biliyoruz ki, her dönemde, hazır bazı duyarlıklara yaslanan şairler çabuk popülerleşirIer. Yaşlı şairler de hep olmuş meyvelere oynarlar. Ne var ki hazır duyarlık yok olunca yarattığı isimleri de, beraberinde götürür. Siz, umut beslediğiniz genç şairlerin umutlarınızı boşa çıkarmadıklarını söyleyebilir misiniz? Bugün beğendiğiniz isimler var mı genç şiirde? Varsa kimler, hangi özellikleri dolayısıyla beğeninizi topluyorlar?
Burda bana biraz haksızlık ediyor gibisiniz. Ben düşündüklerimi yazdım. Yine yazacağım. Peki aynı soruyu ben size yönelteceğim şimdi. Siz, genç bir şair olarak beğendiğiniz genç şairleri sayar mısınız?
Ben daha çok sizin bu son dönemde ilginizi çeken şairleri öğrenmek istemiştim. Haksızlık yapmaya gelince, bu doğru değil, çünkü genelleme yaparak konuşuyorum. Siz önemli bir şairsiniz ve şiirle ilgili sözleriniz bizim için her zaman önem taşıyor. Ama madem ki sordunuz, bir Adnan Özer’in, Haydar Ergülen’in, Mehmet Müfit’in, Ali Günvar’ın ve daha yenilerden Seyhan Erözçelik ile Vural Bahadır Bayrıl’ın isimlerini zikretmek isterim. Benim de bir sorum olacak: Yaşça büyük şairler beğendikleri genç isimleri verirken sanki ulufe dağıtıyor gibi davranıyorlar. Burada iki şey dikkatimi çekiyor. Verdikleri isimler ya kendilerine çok yakın bir izlekte şiir yazıyorlar, ya da kendilerine çok yakın insanlar. Siz eski bir dergici olarak bu konuda daha nesnel davrandığınızı söyleyebilir misiniz?
Yaşça büyük şairlerin çoğunun gençleri izlemediğini ya da yeterince izlemediğini biliyoruz. Bu her zaman böyle olmuştur. Öyle ki, sizin kuşak biraz şanslı bile sayılabilir. Bir de şu var: Ustalar acaba birbirini yeterince izliyor mu? Bu da bir soru. “Vlufe” dağıtma sözünü benimsemiyorum. Şairin kendine yakın olan şiiri biraz daha beğenmesi doğaldır. Şair bu konuda niye nesnel olsun? Edebiyat tarihçisi mi ki o? Ama, salt kendi şiirini berkitmek için kendi doğrultusundaki iyi, kötü yapıtları destekleyenler de olabilir. Dikkat ederseniz, böyleleri, özellikle daha az yeteneklileri desteklerler. Bunun önüne geçemezsiniz. Genç şair böyle desteklerle değil şiirinin gücüyle, özgünlüğüyle var olur. Benim bu konuda ayrı bir konumum oldu. Biraz daha nesnel hareket edebildim galiba. Dergici olmama bağlanabilir bu. Bir de araştırmacı yönüme bağlanabilir. Daha önemlisi mesleğime bağlanabilir.
Hem söylediğiniz durum sizin kuşak için tam geçerli de değil. Sözgelimi, Akif Kurtuluş’un şiir kitabını bana Arif Damar getirmişti.
Şiir, şiiri çağırır. Yani yerli ya da yabancı bir ustanın ya da kendi kuşağımızdan bir şairin bir dizesi bize bir başka şiiri yazdırabilir. Sizin böyle etkilendiğiniz dizeler oldu mu? Yaşlı şairler gençlerin şiirlerine daha önyargısız yaklaşabilseler, orada, kendilerine yeni ve genç şiirler yazdıracak dizeler bulamazlar mı?
Çok olur bu bende. Her şey şiir kaynağıdır. Ama dizeler başka. Genç şairlerin dizelerine önyargıyla yaklaştığımızı nereden çıkarıyorsunuz? Bununla onları okumadığımızı mı söylemek istiyorsunuz? Ben, kendi payıma hiçbir şiire karşı önyargılı olmadım. Rastladığım her şiiri okudum. Bir de şu: Şair, kendini okutur. Güzel şiir, mutlaka bir etki doğurur. Hatta genç şairin güzel şiiri daha da dalgalandırır ortalığı. Önemli olan, bunları yayınlayabilme olanağı elde etmesidir genç şairin. Sesini duyurabildikten sonra her şair etki uyandırma yönünden aynı koşula girmiştir.
Uzun zamandır nitelikli bir şiir antolojimiz yok. Yeni bir şiir antolojisinin gereğine inanıyor musunuz? Bir antoloji hazırlamanın güçlükleri nelerdir? Size bugün bir Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi hazırlamanız önerilse kabul eder misiniz ve seçiminizi hangi kıstaslara göre yaparsınız?
Yeni bir antoloji çıkmış. Daha görmedim. Böyle bir antoloji yapmam önerilse, kabul etme konusunda çok düşünürüm. Daha doğrusu, benim antoloji yapmam pek doğru olmaz. Yine de düşünürüm. Panorama Critique niteliğinde bir antoloji bana uygun gelir. Düpedüz bir antolojiyi oluşturmak daha zor. Bunu gerçek bir antoloji için söylüyorum. Her şairin kendi antolojisi vardır. Ve antoloji yapan şair en başta kendine haksızlık eder. Dergicilikten kalma görgülerimle ben buna alıştım. Biliyorsunuz, Appolinaire “antolojilik” şiirleri sevmezdi, alay ederdi onlarla.
Yeni çalışmalarınız, yeni hazırlıklarınız var mı? Yeni bir kitap için okuru bu kez kaç yıl bekleteceksiniz?
“1985 başında Zulümler’i yayımlayacağım. Dünyanın birçok ülkesinde yapılan zulümleri anlatıyorum burada. Bütünüyle ayrı temayı işleyen ilk şiir yapıtım oluyor. Daha sonra tek tek yazdığım şiirlerin, kitaplaşabilmesi için ne kadar zaman geçer, bilmem. İsterseniz, benim artık şiirsel çevrimim haline gelmiş süreyi esas alalım: 7 ,5 yıl. Yaşarsam, 7,5 yıl sonra yeni bir kitap daha çıkarabilirim. Deneme, roman, vb. türlerinde de birkaç kitap yayımlayabilirim.
(Tuğrul Tanyol, Hürriyet Gösteri, Temmuz 1984)