Bir Zamanlar Anadolu’da
90’lı yılların başında çektiği kısa filmi Koza, Cannes Film Festivali’nde gösterim hakkı kazanmış olan Nuri Bilge Ceylan, baştan şanslı, başarılı ve farklı bir yönetmen. Daha sonraki uzun metrajları Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak ve İklimler de yurtiçi yurtdışı ödüller almış filmler oldu hep. Nuri Bilge Ceylan, yurtdışında gururumuz bir isim oldu, ama Türkiye’de “popüler” bir isim olmadı. Sokaktan çevireceğiniz genel geçer bir sinema izleyicisi, Nuri Bilge Ceylan’ın sadece ismini duymuş durumdaydı, herhangi bir filmini izlemiş veya bir röportajını televizyonda/dergide görmüş değildi. Filmlerinden bazılarını izlemiş genel geçer bir sinema izleyicisi ise izlediği filmi “anlaması, içine girmesi zor, ağır, sanatsal, farklı, alışılmadık, hatta sıkıcı” gibi terimlerle tanımlarlardı. Çünkü Nuri Bilge Ceylan farklı bir yönetmendir. Diyalogsuz, efektsiz, uzun sekanslı, minimal filmler çeker. Çanakkale Yenice doğumlu yönetmen, mühendislik ve sinema eğitimi almıştır fakat ilk profesyonelliği fotoğrafçılık üzerine oluşmuştur. Boğaziçi Üniversitesi ‘nde okurken katıldığı kulüp ile başladığı fotoğrafçılık yolculuğu, görsel sanatla olan ilgisinin başlangıcını oluşturur aslında. Seçmeli ders olarak aldığı sinema dersleri de ilgisini çekmeye başlar ve hayatta ne yapmak istediğini sorgulamaya başlar Ceylan. Fotoğrafçılık, reklamcılık ve sinema, ilgileri ve yavaş yavaş profesyonel meslek alanlarıdır artık onun. Ceylan, sondan bir önceki filmi Üç Maymun’a kadar, minimal anlatımlı filmlerinde hep arkadaşlarını, akrabalarını oynatmıştır, profesyonel oyuncular kullanmamıştır. Bunlar Taşra Üçlemesi olarak adlandırılan filmler olmuştur sonradan. Kendi yaşadığı toprakları, taşrayı, çok başarılı olduğu fotoğraf sanatını sinemasal bir büyüye dönüştürmeye çalışarak çekmektedir adeta. Senaryo açısından çok başarılı olmadığını kendi de itiraf eder o filmlerin. Ancak amacı kendi gözüyle dünyayı nasıl gördüğünü anlatmaktır adeta ve bunu öyle yalın, öyle gerçek, öyle duru bir şekilde, planlamadan, hesapsız kitapsız yapar ki, bu filmler evrensel hikayeler anlatan, dolayısıyla uluslararası anlamda başarılar kazanan filmler olur. Fakat yukarıda da değindiğimiz üzere, profesyonel oyuncular kullanmaması, senaryo konusunda çok iddialı olmaması, popülerlik amacı gütmemesi, Türkiye izleyicisiyle arasında belirli bir duvar örmüştür biraz da. Ne de olsa seyirci başı sonu belli, mesajları açık, oyuncu kadrosu ünlülerden oluşan filmler izlemeye daha alışıktır.
Üç Maymun ile bunu kırar Ceylan. Yanlış anlaşılmasın, asla popüler film yapma sevdasına girmez, kolaya kaçmaz, tarzından, hayata ve sinemaya bakış açısından ödün vermez. Ama sinema yapmanın izleyicilere de ulaşmak olması gerektiğini bilinçaltında dahi olsa çözer bana soracak olursanız. Ödün vermeden de sanatsal, derli toplu, belirli bir dert anlatan, başarılı filmler çekilebilir, ödül de alır, gişe de yapar, izleyiciye de akademisyenlere de jürilere de ulaşılabilir’in formülünü çözme yoluna girmiştir adeta. 61. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan ve Nuri Bilge Ceylan’a ‘En iyi yönetmen’ ödülünü kazandıran film, 81. Oscar’da Türkiye’nin yabancı film dalında aday adayı olup son 9 film arasında yer almayı başaran bir yapım olmuştur. Türkiye’de 15 hafta vizyonda kalan film 1.173.753,00 TL hasılat yapar (boxofficeturkiye.com). Yavuz Bingöl, Hatice Aslan gibi ünlü isimlere filminde yer veren Ceylan, senaryo anlamında da farklı bir yola giderek, gene taşrayı anlatsa da bu kez sadece fotografik kareler yerine içi dolu, elle tutulur, izleyicinin merakını canlı tutan bir hikaye anlatmıştır. Filmin senaryosunda eşi Ebru Ceylan ve Ercan Kesal’ın da imzalarını görürüz. Bu üçlü artık bir senaryo ekibi olmuştur zaten ve Cannes ödüllü Bir Zamanlar Anadolu’da filminin senaryo ekibi de aynı isimlerden oluşmaktadır.
Bir Zamanlar Anadolu’ya gelelim artık değil mi? Direkt olarak filmin konusuna ve eleştirisine girebilirdim ama bilinçli olarak bu girişi yapmak ihtiyacında hissettim kendimi çünkü bu film bir olgunluk aşaması, bu film başı olan bir hikayenin şimdilik son noktası. Bu kez de başrollerinde Yılmaz Erdoğan, Ahmet Mümtaz Taylan, Taner Birsel, Muhammed Uzuner gibi profesyonel oyuncular olan Cannes ödüllü film, her şeyden önce söylemeliyim ki, kendi kulaklarımla şahid olduğum üzere yabancı basın tarafından “şaheser, başyapıt” sıfatlarıyla anılıyor. Tek eleştiri filmin süresi üzerineydi (157dk) fakat Nuri Bilge Ceylan ile Cannes’da röportaj yapabilme şansını da elde ettim ve bu konuda kendisi “nasıl ki bir roman 600 sayfa olabiliyorsa, ben de bilinçli bir şekilde hikayemi bu kadar uzun tutabilmek istedim, pişman olduğum, atmak istediğim tek bir kare bile yok” dedi.
Ben şöyle bir tablo görüyorum. Amacı sinema yoluyla şöhret olmak, ün ve para kazanmak olmayan, hayatı anlamaya çalışan ve anladıklarını da sanatsal bir görsellikle bizlere anlatmak isteyen Nuri Bilge Ceylan, çektiği ilk kısa filminden beri samimi ve kaliteli çalışmalarıyla dikkat çekerek belki kendisinin bile tahmin ve tercih etmediği bir üne kavuşuyor fakat sinemayı öğrenme çabasında film yapmaya devam ediyor ve artık bir olgunluk dönemine giriyor. Kendine ait olan izlerden asla kopmadan, herkese ulaşabilmenin yolunu buluyor adeta ve bu kıvam tam da yerinde oluyor. Gerçi kendisine sorduğunuzda o bunların hiçbirinin farkında olmadığını, hiçbir şeyi planlayarak yapmadığını, sadece aklındaki sinemayı yaptığını ve geriye dönüp, benim işlerim nereye gidiyor diye bakmadan, ileriye bakarak yaptığını söyler işini. ‘Değerlendirmek sizin göreviniz, benim değil’ diyor yönetmen sorulduğunda, haklı da. Bana sorarsanız bir gelişim görüyorum, ben gözlerimizin önünde, çıplak bir şekilde, hem de ödül ala ala kendini geliştiren bir sinemacı görüyorum, ben başarı, samimiyet ve tutku görüyorum.
Film, aslında gizemli bir polisiye. Bu kez bol bol diyalog var. Sekanslar gene uzun tutulmuş, yönetmen bir çok şeyi gene izleyiciye bırakmış. Film, bir doktor ile cinayet soruşturması yürüten bir savcının toplamda yarım gün süren gerilimli ve merak dolu hikayesini konu alıyor. Ercan Kesal’ı yaşadığı bir olaydan esinlenerek yazılmış bir senaryoya sahip. Merak ve gizem unsuru çok fazla olan film, uzunluğuna rağmen kendisini izlettiriyor. Oyunculukların başarısı, senaryonun derli toplu oluşu, yönetmenin o muhteşem görsel dünyasıyla birleşince ortaya güzel bir film çıkıyor. Nuri Bilge Ceylan, kendi sinemasının altını iyiden iyiye çiziyor, yerini sağlamlaştırıyor, sanki kendini artık bize daha iyi ifade edebiliyor. Sabırla izleyiniz.
(Melis Zararsız, Beyaz Perde)