Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Kişisel
  • Kitaplık
  • Ara
  • Menu Menu

Düşüncenin Şiiri

in Yazın

Valery şiirin fikirlerle yapılamayacağını savunur. “Şiirin içinde fikir, elmanın içindeki gıda kadar saklı olmalıdır” sözü de oldukça ün kazanmıştır. John Ciardi’nin de bir sözü varmış, yeni öğrendim: “Şiir fikirlerden söz açmaz, onları bir aktör gibi temsil eder,” diyor. Ben bu yargılardan şunu çıkarıyorum: Demek oluyor ki şair, en önce bir özümleyici; kendinde var olan bir şiir ortamına, ya da bir şair duygusallığına bazı düşünceler katmadan edemiyor; onlarsız yürütemiyor şiirini. Ayrıca, önce edindiği, sonra da şiirine ulaştırdığı bu düşünceler yok mu, onları gizleyip belli belirsiz bir hale getirmeyi de ustalık sayıyor. Okuyucuya gelince, onun durumu başka: O şairin düşüncelerinden çok, bu düşünceleri saklayan duygularla oyalanıyor. Şiir diye yüzeyde kalan bir görünüşü benimsiyor. Böylece duygulandırma dediğimiz, şiirin herhangi bir niteliği değil de, şartı olup çıkıyor.

Burada şöyle bir soru geliyor insanın aklına: İyi ama şair için düşünce bu kadar gerekliyse onu duygular haline getirmenin, daha doğrusu düşünceyi duygularla sindirmenin ne gereği var? Şair böylesi bir davranışla neyi savunmuş oluyor? Şiiri mi yoksa bir başka şiir türünü mü? Yani düşünceyi bunca gizlemek, şiir yazmanın ilkelerinden mi? Ya da şair ister istemez alışkanlıklarını mı sürdürüyor; belli bir şiir geleneğinin tutsağı olmaktan kurtulamıyor mu?Bu soruları öyle bir iki cümleyle yanıtlamak kolay değil. Değil ya, gene de bir çıkar yol bulmak elimizde. O da şu: düşünceyi örtmek alışkanlığı yerine, onu açığa çıkarıp, şiirsel mutluluğa bu yoldan varmayı denemek. Yani düpedüz “düşüncenin şiiri” ni bulmak, onu yaratmak…

Bakıyoruz da, şiir ilkin düşünmekle başlıyor. Hatta şiir denen olayı, ancak bazı düşünce yöntemlerinin yardımıyla ortaya çıkarabiliyoruz. Üstelik bilimin, felsefenin sanatla bunca kaynaştığı günümüzde, düşünceyi eski bir şiir alışkanlığıyla örtmek elimizden gelmiyor. Yani “düşüncenin şiiri” önce bir zorunluluğun şiiri oluyor.

Bana kalırsa şair de başka türlü davranmak istemiyor zaten.
O da asıl düşüncelerini söylemeye , bildirisini ulaştırmaya çalışıyor. Ne var ki, bunu yapamadığı, ya da yapmak istemediği zamanlarda , bazı kuramlar çıkararak, işini hem güzel, hem de yüce göstermenin yolunu buluyor.

“Düşüncenin şiiri” deyimi, önce düşünürlüğü, yani şairi bir düşünür olarak bellemek gerektiğini çağrıştırıyor. Ama bunu özcülükle karıştırmamak gerekir. Çünkü her biçimli söz, aynı zamanda bir özü de kapsayabilir. Oysa düşünü şiiri, özcü dediğimiz şiiri de kapsayabilecek bir bütünlüğün, bir güçlülüğün şiiridir.

Divan edebiyatından bu yana özcü diyebileceğimiz birkaç şaire rastlıyoruz. Ne var ki onları yapıtlarıyla değil de, tutumlarından ötürü değerlendirebiliyoruz. Örneğin Tevfik Fikret, Namık Kemal gibi şairler, daha çok devrimci, gönülleri toplumsal savaşlara yatkın kişilerdir. Yapıtlarını toplumsal düzensizliklere çevirmişler, şiirlerini bu uğurda bir araç olarak kullanmışlardır. Hatta kişilikleriyle, serüvenleriyle çağdaş Türkiye’ de birer “myte” olarak anılagelmektedirler. Özcülüğün bir akım olarak belirmesine gelince, bunu da Orhan Veli – Melih Cevdet – Oktay Rifat öncesinin şiirinde aramamız gerekir. İşte o süre içinde yazılan şiirler, özcü davranışın en bilinçli, en etkin şiirleri olmuştur. Etkin diyorum, çünkü bu başlangıç Orhan Veli ve arkadaşlarının şiirinden ayrı bir çizgide süregelmiştir. Ama aynı özleri savunmak isteyen şairler, bu özleri belirleyen kelimeleri, deyimleri etkisiz birer simge haline getirmekte yarışmışlardır sanki. Orhan Veli bile – daha çok son şiirlerinde – bu akımdan payına düşeni almak istemiştir. Ne var ki yazdığı şiirlerde bir evrim değil de, alınmış bir karar egemen olmuştur. Giderek şunu da söyleyebiliriz: politik kaygılar, ama salt bu kaygılar yeni şiirin ustalarını sınırlamış bir bakıma iğdişlemiştir. Çünkü onlar özcülüğü bir aşama değil, amaç olarak bellemişlerdir. Böylece tekyanlı olmaktan kurtulamamışlar; yani politik anlayışlarını da kavrayacak bir bütünlüğe erişememişlerdir.

İşte bu birkaç davranışın dışındaki şiirimizse biçimciliğin, ya da aşırı biçimciliğin şiiri olmuştur. Kişilikler bile biçim değişimlerinin kişilikleridir. İşte ne Ahmet Muhip’ e bakarak Cahit Sıtkı’yı yadırgayabiliyoruz., ne de Cahit Sıtkı’yı okuduktan sonra bir Sabahattin Kudret’i, Necati Cumalı’yı…Nedim’le Şeyh Galip’i, Yunus Emre’yle Karacaoğlan’ı bile hep böyle düşünmek gerekir. Bugün bile ilk kitaplarını yayımlamış bulunan Kemal Özer’ in, Ece Ayhan’ ın kendinden öncekilerle bir çatışmaları olduğu söylenemez. Bütün bu ufak tefek ayrımlar, bir biçim ayrımından, dolayısıyla kısa bir öz başkalığından öte nedir ki?..Yurdumuzda düşünürlüğünden ötürü kişilik yapmış; biçim anlayışını, duygu fazlalığını bu yolda harcamış şair var mıdır, bilemiyorum.

Şimdilerde şiirde yenilik sevinci, ya da yenili sözünün bunca edilir olması bütün bu sorunları batırıyor. Kendi dünyalarımızı, kendi alışkanlıklarımızı kınayamıyoruz. Üstelik bu alışkanlıklar da, şiir geleneğimizden doğan alışkanlıklar. Yani bir sürü biçim formülleri, sonra da bu biçimlerden elde ettiğimiz yeni biçimler…Ionesco, bunu sahneye uygulayarak şöyle diyor: “Sahneye söz koymak…” Yani söze yüklenen duygular, düşünceler bir yana; sözü, sahne içinde nonfigüratif biçimler haline getirme çabası…Günümüz şiirini de bir sürü öğelerden soyarak, “sözlerle yeni biçimler kurmak” diye tanımlayabilir miyiz, bilmem. Tanımlasak da, böylesi bir kahramanlığa, sonu “çıkmaz yol” olan bu uğraşa kaç sanatçının gönlü yatar acaba? Ama biz ne dersek diyelim, şiirimizde bir aşırı biçimcilik dönemi başlamıştır. Sebepleri ne olursa olsun, bu gerçeği görmemezlikten gelemeyiz. Ne var ki, nu arada, belli belirsiz kıpırdanmalar da yok değil. Son günlerde “Değişik kişilikler” deyimlerinin söz konusu olması da bunu anlatıyor. Çünkü değişik şiir alanları, ancak değişik düşüncelerle, düşünme yöntemleriyle kurulur. Bu da bir düşünü şiirine geçme eğilimini gösterdiği gibi, “sözlerle biçimler koyma” nın bir iki şairden fazlasını kaldıramadığını da tanıtlar.

Ben ayrıca duygudan, biçimden düşünce adına yararlanmayı, kendi gerçeklerimize de uygun buluyorum. Hatta şunu da söyleyebilirim: Batının şiir dünyasında yeri olan, ya da Batı şiirine etkin bir Türk şiiri yaratmak istiyorsak seçeceğimiz yol bu olmalıdır. Orhan Veli ve arkadaşları “halkın şiir zevkini” bulmaya yöneldiler başardılar da. Bize gelince, bütün bu davranışları kapsayabilecek bir anlayışla yazmamız gerekiyor. Galiba “zor şiir” dediğimiz de bundan başkası değil.

“Batının şiir dünyasında yeri olan şiir” derken, şimdilik sadece Batıya özendiğimizi söylemek istiyorum. Oysa onların gerçekleri bambaşka. Şiirleri de çeşitlilik ve değerlilik bakımından yüklü. Salt toplumsal kaygılarla yazan şairleri bile, çeşitli görüşleri savunup tartışıyorlar. İşte bu çeşitlilik içindeki her davranış da toplum katında bir anlam kazanıyor. Örneğin “Gerçeküstücüler”in çıkışı, toplumsal yasaklara, baskılara bir başkaldırma olarak değerlendirilmedi miydi? Gene İkinci Dünya Savaşı’nda aşk şiirlerine düşen Fransız şairleri yanında; emperyalizme, insan haklarının çiğnenmesine kafa tutan şairler de yok muydu? Ama bu iki davranışın da tek bir simgesi vardı denilebilir: Dayatmak!..Biri aşkla, öteki kavgayla… Bize gelince , şiirimizi sarmış bulunan “aşırı biçimcilik” sadece” sadece Batıya öykünme diye yorumlanabilir. Hele son günlerde dergilerimizi kaplayan şiirler Batıyı iyi bilen bir avuç aydını bile doyurmaktan uzaktır. Batı şairlerinin tutumları, yöntemleri elbette önemlidir; ama sadece önemli… Rus şiirinin ekininin, önderlerinden olan Puşkin bile, Batıda, öteki rus yazarlarından daha az sevilmiş, daha az yadırganmıştır. Çünkü Rusya’da, Puşkin kadar Batı zenginliğinden yararlanan bir yazar daha gösterilemez. Oysa bu yazar edindikleri, kendi toplumunun gerçekleriyle bağdaştırmasını da bilmiştir. Bizimse böyle bir sorunumuz yok! Melih Cevdet’in de bir yazısında belirttiği gibi,şiirimiz, Doğunun etkisinden kurtulmuş, bu kez de Batı şiirine sığınmıştır. Hem de nasıl; Batının şiir anlayışına vardıktan sonra,bundan kendi gerçeklerimize uygun bir sonuç çıkararak değil de, doğrudan doğruya bir şiir ithaline girişmekle…

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum: Evet, şiir biçimdir; değişik biçimler yaratma sanatıdır. Ama ben, şimdilik buna inanmak istemiyorum.

(Edip Cansever, Yeditepe, 16 Temmuz 1959)

Etiketler: Edip Cansever
Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş
Beğenebilecekleriniz:
Edip Cansever – Şekerli Gerçek
Edip Cansever – Kaybola
Edip Cansever – Medüza
Edip Cansever – Kavga
Edip Cansever – Yangın
Edip Cansever – Şey Şey Şey ve Şeylerden
Edip Cansever – Manastırlı Hilmi Bey’e Üçüncü Mektup
Edip Cansever – İçinden Doğru Sevdim Seni

Site içerisinde ara

@ufukluker'i takip et

RSS Son okuduklarım

  • Yalnız Uyuyanlar İçin
  • Çeviri Hikâyeler (Masallar, Hikâyeler 2)
  • Bay Düdük
  • Dipten Gelen Dalga — 2. Cilt
  • Dipten Gelen Dalga — 1. Cilt
  • The Complete Grimm's Fairy Tales

Site istatistikleri

  • 4
  • 425
  • 336
  • 7.847.114
  • 3.150.776

Etiketler

Goethe Mehmet Yaşin İlhan Berk Resul Rıza Kahraman Altun Süleyman Nesip Fazıl Hüsnü Dağlarca Enis Batur Kostas Kleanthis Ülkü Tamer Kemal Özer Heinz Kahlau Fethi Giray Gülten Akın Bertolt Brecht E. E. Cummings Afşar Timuçin Fakir Baykurt Konstantinos Kavafis Yi Men Orhan Murat Arıburnu Ahmet Necdet Talip Apaydın Altay Öktem İbrahim Karaca Abdülkadir Budak Orhan Kemal Sabri Altınel Ahmet Ada Ahmet Muhip Dranas Vecihi Timuroğlu A. Kadir Hasan Hüseyin Korkmazgil İlhami Bekir Tez Sun Yu-T'ang Oktay Taftalı Federico Garcia Lorca Vedat Türkali Philippe Soupault Sabahattin Kudret Aksal Yılmaz Güney Vladimir Mayakovsky Lale Müldür Eugene Guillevic Ozan Telli Sandor Petöfi Sabahattin Ali Bedri Rahmi Eyüboğlu Fang Vei Teh Hasan İzzettin Dinamo Oğuz Atay Attila İlhan Metin Demirtaş Miguel Hernandez Yannis Ritsos Suat Taşer Zafer Ekin Karabay Özkan Mert Cevat Şakir Kabaağaçlı Feyzi Halıcı Aziz Nesin Kenneth Rexroth Asaf Halet Çelebi Yorgo Seferis Dido Sotiriou Arif Damar Ahmed Arif Nazım Hikmet Özge Dirik Cengiz Bektaş Kemal Burkay Vasko Popa Paul Eluard Salah Birsel Berin Taşan Füruğ Ferruhzad Ercüment Behzat Lav Özdemir Asaf Behçet Aysan Erdal Alova Sennur Sezer Can Yücel Şükrü Erbaş Behçet Kemal Çağlar Yaşar Kemal Gülseli İnal Jose Marti Erdal Öz Günter Kunert Şükran Kurdakul Kerim Korcan Peter Abrahams Kemalettin Kamu Akgün Akova Oktay Rifat Gabriel Celaya Louis Macneice Faruk Nafiz Çamlıbel İsmet Özel Bilgin Adalı Ahmet Telli Metin Altıok Oruç Aruoba Blas De Otero Turgay Fişekçi Orhan Veli Kanık Cahit Külebi A. Hicri İzgören Cahit Sıtkı Tarancı Adnan Yücel Ataol Behramoğlu Sezai Karakoç Nihat Behram Jesus Lopez Pacheco Ahmet Oktay Enver Gökçe Halim Şefik Güzelson Birhan Keskin Behçet Necatigil Vyaçeslav Ivanov Bekir Yıldız İsmail Uyaroğlu Cevdet Kudret Yaşar Nabi Nayır Tove Ditlevsen Ömer Bedrettin Uşaklı Nahit Ulvi Akgün Sinan Kukul Yılmaz Odabaşı Suat Vardal Cahit Irgat Nicolae Dragos Refik Durbaş Louise Gareau Des Bois Ziya Osman Saba Melih Cevdet Anday Mehmed Kemal Ahmet Erhan Barış Pirhasan Hilmi Yavuz Necati Cumalı Kutsiye Bozoklar Hasan Biber Tevfik El Zeyyad Sandor Forbath Konstantin Simanov Adnan Özer Nikola Vaptsarov Mehmet Başaran Pablo Neruda Edip Cansever Murathan Mungan Hasan Basri Alp Özdemir İnce Asım Bezirci Cemal Süreya Haydar Ergülen Rıfat Ilgaz Seyhan Erözçelik Neşe Yaşın Abdülkadir Bulut Turgut Uyar Suat Derviş Conrad Aiken Metin Eloğlu Arkadaş Z. Özger Yaşar Miraç Ingeborg Bachmann Bejan Matur Süleyman Çobanoğlu Sait Faik Abasıyanık Müştak Erenus Türkan İldeniz Ümit Yaşar Oğuzcan Liana Daskalova Celal Sılay Cahit Zarifoğlu Adalet Ağaoğlu Memet Fuat Ece Ayhan
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Fazıl Hüsnü Dağlarca ÜzerineÇağlar Geçiyor
Sayfanın başına dön