Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Kişisel
  • Kitaplık
  • Ara
  • Menu Menu

Edip Cansever İle

in Yazın

Yeditepe’nin son (116) sayısında ‘Kaybola’ adlı bir şiiriniz çıktı. Orada şöyle bir yer vardı: ‘Yapılan bir şeydir şiir.’ Bununla ne demek istiyorsunuz?

Şiir yapılır diyorum sadece. Yazılan şeyse yazıdır.

Siz, burada şiiri somut bir şeymiş gibi ele alıyorsunuz. 

Bir bakıma öyle. Renk nasıl bir çiçeğin rengi, ses nasıl bir kuşun, bir telin sesiyse, şiir de gözlemlerimizin, algılarımızın kavradığı nenler de şiirdir. Örneğin bir olay içinde, balığın gözlerinde, ışığın yansımasında, insanların ölüşüp gittiği bir savaş alanında herhangi bir ozanın bir şiirini canlayabiliyoruz. Bu hikayede, romanda da böyle. Orhan Kemal’i okuduktan sonra bir fabrika işçisi, insancıl olmayan bir davranış bakılarımızı değiştiriveriyor hemen. Nasıl masayı uzaktan bir de yakından görmek arasında ayrımlar varsa, şiire açık bir insanın gözetlediği masayla, aşçının gözetlediği masa arasında da ayrımlar vardır. Biz, şiirle evreni, insanı, olayları yeniden görüyoruz. O gördüğümüz algıladığımız nenlerden de ayıramıyoruz şiiri.

Ya biçim? Ya kişilik? 
Sözler için sadece güzel olmak yetmiyor. Onların yaptırdığı işler de olmalı diyorum. İyi bir şiir insanın devinimini değiştirir. Umutlar, sevinçler, iç rahatlıkları, uçarılıklar muştular bize. Biçimdi, kişilikti, bunları şiirin yaşarkenki durumunda aramalıyız.Bunu biraz açıklar mısınız? Ahmet’in ayakları var, Boyalı iskemle güzeldir, derken bunları okuyan kimse, Ahmet’in, iskemlenin, ayağın çizgilerini çizer önce. Bir biçim, bir renk dünyası kurar kendine göre. Bu, şiirin düpedüz bakılan yanı, kolay yanıdır. Yapılan gözlem şiiri ilke olarak çözümlemeye yarar. Şiire varmak bu çizgi ve renk dünyasını aşmakla olur. Buysa bir eğitim işidir. Kendimizi giyime, sigaraya, yemek yemeye, eğlenmeye hazır tuttuğumuz gibi şiirin tadına varmaya da hazır tutmamız gerekir. İşte o zaman üstümüze şiirin ağırlığı çöker. Ne yapsak ondan kurtulamayız artık. Kişiliği bu etki türlerinde aramalıyız. Biçimse, ozanı kişiliğe götüren yollardan biridir sadece.Şiiri sınırlamış olmuyor musunuz? 

Tam bağımsızlığa ulaştırıyorum oysa. Şiiri dar bir alan içinde benimsemekten kaçınıyorum.

Ama bağımsızlık derken gene bir anlamda sınırlama yapmış olmuyor musunuz? Her ozan kendince şiire bir bağımsızlık getirirken geniş anlamda şiiri bir sınırlamaya sokmaz mı? 

Ozan, oldurduğu dünya bakımından bu sınırlamayı yapacaktır elbette. Zaten şiir tek insanın şiiridir. Bir kendine göreliği vardır. İşi bu yandan düşünürsek dediğiniz doğru. Konular, belgitlemeler, hep yüzeyde kalan kavramlardır. Şiirin kendisi, ozanın tutumuyla, insanı, evreni ele alışındaki başkalıkları verir.

‘a’ dergisinin 6. sayısında Cemal Süreya’nın bir sözü vardı: ‘Çağdaş şiir gelip kelimeye dayandı,’ diyor. Son günlerin ortak sözü. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

Bir bakıma doğru. Ozan, kelimelerin olanaklarını zorlamalı. Hatta yeni kelimeler yaratmalı, diyorum. Ama bunu, şiire yeni anlamlar, bilinmedik hazlar getirmek için yapmalı. Cemal Süreya o yazısında; Şiirin folklordan aşılanmasına tutuluyor. Bence, korkulacak taraf bu olmasa gerek. Halk ağzını, halk deyimlerini yenileyerek de şiire yeni anlamlar hazırlanabilir. Hem günümüz ozanlarının çoğu bu anlayıştan kaçınmıyorlar zaten.

‘Kaybola’ şiirinizde şöyle bir yer var: ‘Deli ediyor onları sonsuzda / Çok isimli bir çay / Çok yuvarlak bir masa’ Sözgelimi, çok isimli bir çay yoktur dışımızda. Ya da çok yuvarlak bir masa olamaz. Yuvarlak vardır, ama çok yuvarlak olamaz? Burada soyutlama işlemine giriyorsunuz, açıklar mısınız? 

Soyuta varmak, o akımı benimsemek, ozanın yapıtını sunarken araç seçmesidir, bence. Ayrıca kara olanın kapkara olması gibi yuvarlak olanın da çok yuvarlak olması yanlış değildir.

Soyutlamayı sadece bir araç, bir yöntem olarak mı ele alıyorsunuz? 

Bence öyle. Sonra bir işin şöyle ya da böyle ele alınmasına etkin sebepler de olabilir. Güzele harcanan uğraşlar yanında bunların da yeri vardır.

Sadece bunun için mi? 

Soyut şiir günümüzün özentisi. Yenilik değil değişiklik. Bir moda daha doğrusu. Ne var ki dörütte soyutlamayı savunanlar bu eğilime karşıt olanları insanın iç dünyasını tanımakla suçluyorlar. Soyut yapıtları yerenlerse ötekilerin gerçekte ilgisizliklerini kınıyorlar. Ben bu denli ayırmaları önemsemiyorum. Şiir yapmak toplumla ilgiler kurmaktır en önce. Usta ozan, işi ne yandan ele alırsa alsın sonuca varan adamdır. Soyut şiir yapıyorum diye bilinçaltı saçmalıklarını dökenler de, salt dış gerçeklere bağlanıp sanattan yoksun mısralar dizenleri de anlamıyorum ben. Hem işi biraz daha geniş tutarsak, bütün dörüt yapıtlarının birer soyutlama olduğu sonucunu da çıkarabiliriz.

Bu arada şunu da sormak istiyorum: Karanlık ya da aydınlık şiir diye bir ayırma yapılabilir mi? 

Sanmıyorum, bence karanlık şiir yoktur.

Aydınlık şiir mi vardır sadece? 

İyi yapılmış her şiir aydınlıktır. Bir şiiri okuyup da onu karanlık bulanlar; o şiirin oldurduğu dünyaya kendilerini kapalı tutanlardır. İşi ozanın yönünden ele alırsak şiire getirdiği yenilikler, derinlikler bakımından kısa bir süre içinde yadırganabilir. Ama toplumun anlayışı geliştikçe o şiirlerde bu gelişmeye paralel olarak ergeç daha bir aydınlığa kavuşuverirler.

Günümüz ozanlarında ortak yönler var. Sözgelimi ayrıntıları sıralamayı çok seviyorlar. Böylece şiirimiz gittikçe bir sıralama, bir belgitleme şiiri durumuna girmiyor mu? 

Genç kuşağın belirttiği ozanlar içinde şiire hiçbir özellik katmayan denemeleri sık sık tekrarlayanlar var. Bir evin mutfağında neler bulunabilir? Bir kasap, bir kumaşçı dükkanında neler görebilirsiniz? İşte bu gibi nenlerin sıralanmasına özeniyorlar sadece. Bunları yapmakla da şiire bir zenginlik kattıklarına inanıyorlar.

Bugünkü ortak mısra anlayışına ne dersiniz? 

Bugünün ozanlarında dış görünüşleri bakımından bir ortaklaşalık var. İğreti bir gözle bakarsak bir ozanı ötekinin etkisinde sanmak işten bile değildir. Ama işi inceye vurduk mu hepsi de iç özellikleri bakımından kendilerini belli ediyorlar. Bu, Orhan Veli kuşağında da böyleydi. Ama ne var ki genç kuşağın Orhan Veli kuşağındaki o ortaklaşa yönü örnek tutmasını doğru bulmuyorum gene de, o yandan bu yana çok şiir yazıldı. Bugünün ozanları oldukça bir şiir eğitiminden geçtiler. Bundan sonra da ‘tek ozan’ olmanın yollarını araştırmak gerekiyor. Kişilikler kesin çizgilerle ayrılmalı.

Bir ozanın başka ozanlardan yararlanmasını doğru bulmuyor musunuz? 

Öyle bir şey demedim. Usta bir ozanı eskitmek onu iyi anlamakla gerçekleşir kanısındayım.

Bir de günümüz şiirinin mısracılığı var. Kimi kere şiirin bütünlüğü kalmıyor. Oysa şiirin bir bütünlüğü olmalı diyorum. Öyle değil mi? 

Şiirin bütün olması gerektiğini savunanlara akıl erdiremiyorum ben. Niye bütün olacakmış şiir? Bir de böyle düşünün, onların sizi yadırgaması kadar sizde onları yadırgayacaksınız.

Ama sizin şiirleriniz bütün. Çelişmeye düşmüyor musunuz? 

Dedim ya böyle bir ayırmanın gereği yok. Şiirin güzelliğini tartıya vururken bunları hiç mi hiç düşünmüyorum. Üzümü tartıyla, kumaşı da metreyle ölçtüğümüz gibi şiiri de kendine özgü bir araçla değerlendirmek gerekiyor.

Şiirlerinizde makine dünyasına, onun verilerine bir tutkunluk seziliyor. Sözgelimi ‘Uçaklı gök’, ‘Ağaç, diken, çamaşır makinesi’ , “Aşkın radyo aktivitesi’ , ‘ Güzel atomların yaptığı ayak’; biraz açıklar mısınız? 

İnsan aklının son serüvenleridir şiir. Gecikmiş şiir olamaz. Toplumun gereksinmeleri beni makine dünyasını çözümlemeye, onun şiirini yapmaya götürüyor. Biz, bilimin en gelişmiş çağındayız şimdi. Yeni fiziğin kuralları etkiyi silip süpürüyor. Göğe uydular salınıverecek nerdeyse. Füzeler uçuruluyor, fotoğraflar çekiliyor onlarla. İnsanın uzayları düşünmesi, günlük işleri sırasına giriyor artık. Bir göğe mi bakacağım, yanı başımda bir buzdolabı. Yolda mı yürüyorum, otomobiller, motorlu araçlar gırla. Boşluk tepkilerle delik deşik. Yalnız başıma mıyım? Atomların, hidrojen bombalarının kokusu sarmış yüreğimi. Ama ben bu makine dünyası karşısında iyimserim. Makinenin insan zekasını sınırlayacağını, onu güdümlü bir motor haline getireceğine inanmıyorum. Üstelik tüplere, kıl borulara, çeliklere, vidalara tutkunum. Benim mutluluğumu sağlayacak olan o cansızları insan insan seviyorum. Elimden gelse boş zamanlarımı laboratuarlarda geçirirdim.

(Erdal Öz, A Dergisi, 1 Kasım 1956)

Etiketler: Edip Cansever
Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş
Beğenebilecekleriniz:
Edip Cansever – Kumcul
Edip Cansever – Aşklar İçinde
Edip Cansever – Seniha’nın Günlüğünden 4
Edip Cansever – Şey Şey Şey ve Şeylerden
Edip Cansever İle
Edip Cansever – Cemal’in İç Konuşmaları 3
Edip Cansever – Manastırlı Hilmi Bey’e İkinci Mektup
Edip Cansever – Çember

Site içerisinde ara

@ufukluker'i takip et

RSS Son okuduklarım

  • Yanlışlıklar Komedyası
  • Gemiler de Ağlarmış
  • Bir Köy Hekimi
  • Açlık Sanatçısı
  • Unutamayan Adam (Amos Decker, #1)
  • Bir Havva Kızı

Site istatistikleri

  • 1
  • 72
  • 59
  • 7.681.092
  • 3.023.545

Etiketler

Sun Yu-T'ang Jesus Lopez Pacheco Edip Cansever Fang Vei Teh Vasko Popa Cengiz Bektaş Vladimir Mayakovsky Zafer Ekin Karabay Özge Dirik Yannis Ritsos Murathan Mungan Adnan Özer Fazıl Hüsnü Dağlarca Attila İlhan Hasan Basri Alp Ece Ayhan Sandor Forbath Kerim Korcan Philippe Soupault Arif Damar Rıfat Ilgaz Orhan Kemal İlhami Bekir Tez Cahit Irgat Vecihi Timuroğlu Cevat Şakir Kabaağaçlı Altay Öktem Ozan Telli Hasan Biber Müştak Erenus Yılmaz Güney Türkan İldeniz Conrad Aiken Gülten Akın Füruğ Ferruhzad Mehmet Başaran Kahraman Altun Oğuz Atay Sait Faik Abasıyanık Suat Vardal Bedri Rahmi Eyüboğlu Fethi Giray Şükrü Erbaş Barış Pirhasan Hasan Hüseyin Korkmazgil Turgut Uyar Ahmet Muhip Dranas Abdülkadir Bulut Kemal Özer Ülkü Tamer Cemal Süreya Aziz Nesin Suat Taşer Behçet Aysan Abdülkadir Budak Faruk Nafiz Çamlıbel Paul Eluard Konstantin Simanov Oktay Taftalı Birhan Keskin Ziya Osman Saba Memet Fuat Heinz Kahlau Ümit Yaşar Oğuzcan Seyhan Erözçelik Cahit Sıtkı Tarancı Halim Şefik Güzelson Necati Cumalı Adalet Ağaoğlu Yaşar Nabi Nayır A. Kadir Resul Rıza Behçet Necatigil Cahit Külebi Salah Birsel Talip Apaydın Metin Demirtaş Yaşar Miraç Hasan İzzettin Dinamo Hilmi Yavuz Mehmed Kemal Ahmet Erhan Vyaçeslav Ivanov Afşar Timuçin Bilgin Adalı Eugene Guillevic Ahmet Telli Süleyman Çobanoğlu Yılmaz Odabaşı Cahit Zarifoğlu Nikola Vaptsarov İsmet Özel Ingeborg Bachmann Celal Sılay Ahmet Necdet Turgay Fişekçi Melih Cevdet Anday İsmail Uyaroğlu Özkan Mert Bejan Matur Dido Sotiriou Miguel Hernandez Orhan Murat Arıburnu Metin Eloğlu Erdal Öz Ömer Bedrettin Uşaklı Nicolae Dragos Kutsiye Bozoklar Akgün Akova E. E. Cummings A. Hicri İzgören Ahmed Arif Haydar Ergülen Fakir Baykurt Tevfik El Zeyyad Berin Taşan Şükran Kurdakul Özdemir Asaf Louis Macneice Asım Bezirci Blas De Otero Refik Durbaş Sabahattin Kudret Aksal Erdal Alova İbrahim Karaca Yaşar Kemal Ercüment Behzat Lav Gabriel Celaya Kemal Burkay Günter Kunert Federico Garcia Lorca Cevdet Kudret Sandor Petöfi Kenneth Rexroth Yorgo Seferis Louise Gareau Des Bois Goethe Mehmet Yaşin Özdemir İnce Süleyman Nesip Pablo Neruda Ataol Behramoğlu Ahmet Oktay Oruç Aruoba Enis Batur Sabri Altınel Nihat Behram Sinan Kukul Neşe Yaşın Jose Marti İlhan Berk Suat Derviş Oktay Rifat Konstantinos Kavafis Enver Gökçe Gülseli İnal Bertolt Brecht Can Yücel Vedat Türkali Nazım Hikmet Kostas Kleanthis Yi Men Kemalettin Kamu Metin Altıok Behçet Kemal Çağlar Arkadaş Z. Özger Adnan Yücel Nahit Ulvi Akgün Ahmet Ada Sennur Sezer Feyzi Halıcı Sezai Karakoç Liana Daskalova Lale Müldür Peter Abrahams Bekir Yıldız Orhan Veli Kanık Tove Ditlevsen Sabahattin Ali Asaf Halet Çelebi
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Edip Cansever İleAdnan Yücel İle
Sayfanın başına dön