9 (Dokuz)
Teyzem, Hayallerim, Aşkım ve Sen gibi belli bir düzeyi tuturabilmiş yapımların senaryolarına imza atan ardından reklam filmleri yöneten 1965 Tire doğumlu Ümit Ünal’ın ilk uzun metrajlısı “9” bir süredir gösterimde. Tümüyle dijital video kamera kullanılarak çekilip dijital ortamda kurgulandıktan sonra 35 mm peliküle aktarılan ilk Türk filmi olarak sinema tarihimize şimdiden geçen ‘9’, 21. İstanbul Film Festivali Ulusal yarışma bölümünde En İyi Film ödülüne, oyuncularından Serra Yılmaz da En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görüldü. Yapım, yabancı filmler Oscar aday adayı olarak ABD’de Türkiye’yi temsil etmek için seçildi. Ünal’ın bütün hünerini hasrettiği yapıt geleneksel Türk insanının yapısında ve yaşamında olan “sıradan faşizm”le ilgili. Ünal, İstanbul’un sıradan, yoksul mahallesinde geçen olaylarla adeta toplumumuzun bir ortalamasını almak istiyor. Ne ki işte tam bu noktada çuvallıyor.
Film bir cinayet öyküsü üzerine kurulu. Öldürülen bir genç kız var. Adı bilinmiyor. Yahudi olduğu tahmin ediliyor. Çünkü devamlı söylediği şarkı İbranice ve boynunda bir heksagram (hexagram; biri aşağıyı diğeri yukarıyı gösteren içiçe geçmiş iki üçgenden oluşan, altı uçlu yıldız) kolye taşıyor. Kızın kimsesi yok. Sokakta yaşıyor. Ara sıra üstünü çıkarıp çıplak dolaşıyor. Saçlarını sürekli dimdik taradığı için ona mahalleli “Kirpi” adını takmış. Yani ortalama Türk insanının “çık…çık..” diyeceği biri. Mahallenin bazı erkekleri ondan yararlanmaya kalkıyorlar. Kıza tecavüz edip, başını taşla ezip öldürüyorlar. Konu komşu arasında yapılan adli soruşturmada olayın sosyo-psikolojik boyutunu Ünal öne çıkarıyor. İrdelemesini toplumumuzun başat bazı karakterleri üzerinden yapıyor: Geleneksel, dini bütün ve muhafazakar (adeta dinci milli görüşün temsilcisi) Saliha (Serra Yılmaz), “ezan susmaz, bayrak inmez, hepimiz Türküz…”ü diline persenk etmiş, ülkücü gençliğin hık demiş burnundan düşmüşü Tunç (Fikret Kuşkan), gizli eşcinsel Firuz (Ali Poyrazoğlu), “artık sağını, solunu şaşırmış olan” depresyondaki komünist eskisi kırtasiyeci Salim, Saliha’nın oğlu Kaya (Ozan Güven), onun türbanlı nişanlısı ve çok uzun yıllar yaşadıktan sonra ABD’den dönen ikbal düşkünlüğünün tesir ettiği yaşlı mirasyedi Amerikalı. Bu karakterleri bir sorgu odasında öznel çekimle (çünkü karakterler -sürekli kameraya yani seyirciye bakarak konuşuyorlar-bu da öznel çekimin başka bir türü) gösteren Ünal biteviye monologlarla ilerleyen, kapalı iç mekanlarda geçen, daha çok baş, omuz, bel plan gibi yakın çekimlerden oluşan çalışmasına hareket kazandırmak, “sıkıcılıktan” arındırmak için kısa kesmelere başvurmuş. Böylece her bir karakterin diğeri hakkındaki düşüncelerini öğrenerek sadece aralarına kabul etmedikleri Amerikalı’yla Kirpi’ye değil birbirlerine karşı da önyargılı yaklaştıklarını görürüz.
Fikrimce Ünal, Türk toplumunda yaygın olduğunu düşündüğü faşizmi süreçlerinden, kaynaklarından soyutlayarak vermiş. Faşizm belli bir sosyo-ekonomik temelde yükselen ideolojik olgudur. Kaynağı Ünal’ın gördüğü gibi -hiç olmazsa ilk elde- halk yığınlarında değildir. Faşizmin kapitalizmle ve onun uyguladığı ağır ekonomik ve sosyal politikalarla, baskı araçları ve kurumlarıyla sıkı bağları vardır. Kirpi’yi hakir görenler ve öldürenler halkın içinden çıksalar da aslında sorumluları başkalarıdır. Bence faşizm üzerine sinema tarihinde yapılmış en güzel, en cesur film büyük sinemacı Pasolini’nin elinden çıkma Salo ya da Sodom’un 120 Günü’dür. Pasolini katıksız başyapıtında kafatasçılarının aslında kimler olduklarını açıkça göstermiştir. Geri kalanların ise onlar tarafından ya kandırılarak, ya cahil bırakılarak ya da zorla silah altına alınan zavallı yığınlar olduğunu sözlerine eklemiştir. “Faşistler kimlerdir?” sorusunu Pasolini filminde lafı hiç eğip bükmeden parmağıyla tek tek göstererek yanıtlamıştır: ‘Faşist işte bu ülkeyi yöneten başbakandır, bakandır, başpiskoposdur, bu ülkenin zengin kapitalistidir. İyi bakın ve belleyin: Hepsi ciddi, saygın, aile babası, dindar insanlardır ama küçük kızlara ve oğlanlara tecavüz ederler, kral sofralarında afiyetle dışkı yerler, toplu seks yapıp zorla alıkoydukları çocukları işkenceyle öldürürler…’ Nitekim “Türkiye’de faşist kimdir?” sorusuna Yılmaz Güney demir leblebiden cevabını Şerif Gören’in yönettiği Yol filminde vermiştir: ‘Faşistler, 12 Eylül diktasının sorumlularıdır. Onlar zamanında ülke yarı açık bir hapishaneydi.’ Kenan Evren’in fotoğraflı afişini de gösterir. Büyük sinemacılar olayların kaynağını görür, analiz eder; sonra lafı eveleyip gevelemeden söyler, gerektiğinde de kargışlamaktan çekinmezler.
Faşizm denilen canavarın başlarını görmezlikten gelip sadece kuyruklarıyla uğraşmak oldukça basit bir çözüm bence. Üstelik ‘9″ daki gibi “asılsız bir olgu”dan yola çıkılmışsa. Yani Kirpi’nin yahudi oluşu; öldürülme sebeplerinden biri olarak bunun verilmesi. Çünkü heksagram,”Süleyman’ın Mühürü” ya da “Davud’un Kalkanı” olarak bilinir ve İsrail Devleti’nin bayrağında simgesel yeri vardır (günümüzde ABD’yle birlikte yeryüzünün en faşist devletlerden birinin de İsrail olduğunu anımsayınca insan istihzayla gülmeden edemiyor Ünal’ın garip göndermesine!) Acaba halkımız kadar kendisinden olmayana, “yabancı”ya karşı misafirperver yeryüzünde başka kaç tane halk vardır ? Üstelik yahudilere karşı “tarihsel misafirperverliğimiz” Osmanlı’lardan bu yana haklı bir üne kavuşmuşken. Yani bu filmi seyreden ve Türkiye’ye hiç adımını atmamış biri cidden Yahudilere kıl olduğumuzu sanabilir. Üç aşağı beş yukarı yeryüzündeki tüm toplumlar diğerlerine karşı önyargılıdır. Bunun illa ırkçılık boyutunu alması gerekmez. Herkes diğerini etnosentrik açıdan görmeye meyillidir. Ama Ünal’ın bizde varsaydığı faşizm, örneğin Alan Parker’ın Mississippi Yanıyor’undaki ile kıyaslanamaz (ki ABD’lilerin zencileri kıyımdan geçirmesi “gerçek bir olgudan” kaynaklanır. ) Buna rağmen Ünal ‘9’ da Kirpi’den hoşgörüsünü esirgemeyen tek kişinin ABD’de yaşayıp oranın özlemiyle yanıp tutuşan “Amerikalı”yı göstermesi de oldukça ilginç. Öyle ki Amerikalı adeta bir rintdir. Bunu ABD görmüşlüğüne bağlar Ünal. Herhalde ABD’de zencilere hala hayvan muamelesi yapıldığını unuttu! Orada el üstünde tutulanların gerçekte WASP’lar (beyaz-anglo-sakson-protestanın kısaltılmışı) olduğunu, (iç ve dış politikayı yönlendirmede etkili olsalar da) yahudilere ABD’lilerin bizim halkımızın gösterdiği hoşgörünün azıcığını da çok gördüklerini farkında değil sanki. Hiç olmazsa halkımız “kitaplı dinlere” ve onların mensuplarına karşı saygı gösterir.
Tony Kaye’in yönettiği American History X var mesela, son zamanlarda yapılmış ABD’deki dazlaklarla ilgili etkileyici bir film. Bunların aşırı sağcı iş adamlarıyla bağlantıları- nı, örgütlenmelerini vs. anlatıyor. Eğer Ünal da filmini Türkiye’deki aşırı sağın bu şekildeki örgütlenmesini ‘doğrudan olmasa bile- bağlantısı kurarak olay örgüsünü oluştursaydı (tabii Yahudi düşmanlığı safsatasını bir kenara bırakarak) belki o zaman yaptığı bir anlam kazanırdı.
Ünal’ın filmindeki insanlar en fazla cahil, muhafazakar ve önyargılı olarak değerlendirilebilir. Ama tüm bunlar bir insanı “faşizan” kılmaz (bu yönleri faşist ideologlar, işadamları ve siyasetçilerce “kaşınmadığı” sürece.) Film çekerken insan “gerçek olguları” kullanır, “faraziyatı” değil. Örneğin; Ken Russel The Devilsde dinsel faşizmi sınıfsal olgu olarak ele almış, ruhbanlar ve asillerce düzenlendiğini birkaç yüzyıl öncesinin Fransa’sında geçen bir öyküyle işlemişti. Ya da Fassbinder’in Almanlar arasında cidden köklü olan yabancı düşmanlığını yenilikçi bir sinema diliyle anlattığı Katzelmacher’i… Sanat eseri, tabii ki, gerçeğin ta kendisi değildir ama hiç olmazsa gerçeklikten kaynaklanan bir “yanılsama” olmak zorundadır (özellikle “deneysel”, “soyut” ve “fantastik” sinema yapmak niyetinde değilsek). Ümit Ünal’ın ‘9’u çekerken unuttuğu “şey” işte bu.
Yönetmen: Ümit Ünal
Yapım: Türkiye
Süre: 91 dk.
Oyuncular: Ali Poyrazoğlu, Cezmi Baskın, Serra Yılmaz, Fikret Kuşkan, Ozan Güven
(Filiz Cemsu, Evrensel Kültür)