Anlamın Anlamı
(…) Ahmet Haşim’ i, “Bir şiirin anlamı başka bir anlam olmaya elverişli oldukça her okuyan ona kendi hayatının da nalamını verir ve böylelikle şiir herkesin istediği yolda anlayacağı ve bundan ötürü de sonsuz duyarlıkları içine alabilecek bir genişliği olandır,” sözlerinin arkasından Valery’ nin şu sözlerini getiriyor:
Bakın, Yahya Kemal de bu sözlerin bir benzerini dile getirmektedir, şöyle diyor : “Şiir duygusunu lisan haline getirinceye kadar yoğurmak, onu çok toplu bir madde haline sokmak, o kadar ki, mısra güya hissin ta kendisi imiş gibi okura samimi bir vehim vermek…İşte bunu özlüyorum.”
Oktay Rifat’ın bu konuda yazdığını da görelim : “Bir sözün gözümüzün önüne gelen görüntüsü, olabilecek bir şeyse o söze anlamlı, olamayacak bir şeyse anlamsız deriz. Ahmet düştü sözünün bir anlamı vardır, çünkü Ahmet düşebilir. Lambanın saçları ıslak sözünün bir anlamı yoktur, çünkü lambanın saçı olmaz. Bir kelime sanatı, bu yüzden görüntü sanatı olan şiirin sadece olabilecek görüntülere bağlanması istenemeyeceğinden, anlama da bağlı kalması istenemez.”
Tümü de doğru, güzel, yerinde sözler. Ancak bıunlar bir şiirseveri gene de doyurmayabilir. Çünkü şiirsever bir okurdur, okumak ise “sözcük” denilen göstergelerle düşünmek demektir. Bir sözcüğün nasıl olup da bir nesne durumuna geleceği kolayca anlaşılamaz. Ayrıca şiir sanatı, oldum bittim, burada burada açıklaması yapılan şiir olmamıştır; o bir zaman masal anlatmış, öykü de anlatmıştır, öyle yaptığı zamanlar , şiirlerin imgeleri, görüntüleri, düzyazıdaki imgeler, görüntüler gibiydi. Burada sözcüklerin niteliğini araştırırken, unutmamak gerekir ki, şiir sanatı sembolizmden sonra büyük değişikliğe uğramıştır. Şimdi gene sözcüklere, bilimsel adı ile “gösterge” lere dönelim. “Gösterge” yeni anlam bilimin temel terimlerinden biridir. Onun genel olarak ne olduğunu Pierre Guiraud’ nun çevirisi Berke Vardar’ca yapılan Anlam Bilim adlı kitabındaki tanımlardan almakta konumuz açısından yarar bulunduğunu sanıyorum.
“Anlamlama, bir nesneyi, bir varlığı, bir kavramı, bir olayı, bunları anladığımızda canlandırabilecek bir göstergeye bağlayan oluştur : Bir bulut, yağmur göstergesidir, yukarı doğru kalkan kaşlar şaşkınlığın, bir köpeğin havlaması kızgınlığın, at sözcüğü bir hayvanın göstergesidir.”
Şurası çok önemli ki, anlamın ortaya çıkması için bir değil, iki gösterge gerekli. Sürdürelim okumayı : “Demek ki, gösterge uyarıcı bir şey. Ruhbilimciler uyaran diyor buna. Uyaranın organizma üzerindeki etkisi bir başka uyaran’ın belleksel imgesini anlıkta canlandırır; bulut yağmurun, sözcükse nesne ya da varlığın imgesini uyandırır.”
Durum aşağıda biraz değişecek. Biz şimdi sözcüğün bir gösterge olduğuna gelmiş olduk. Onun bildirişim aracı olma niteliği de buradan doğuyor. Ancak “gösterge, anlıksal imgesini uyandırdığı bir başka uyaran’a bağlı bir uyarandır.” Demek ki, anlığımızda birbirini çağıran nesnelerin anlıksal imgeleri ile bunlara ilişkin olarak bizde uyanan kavramlardır. Saussure’ ün şu sözü üzerinde önemle duralım : “Dil göstergesi, bir nesne ile bir adı birleştirmez, bir kavramla bir işitim imgesini birleştirir.”
Saussure’ ün sözündeki yenilik şurdadır : Sözgelişi “ağaç” sözcüğünün kulağımda uyanan işitim imgesi, anlığımda ağaç kavramını uyandırır, ağacı değil. Nesne aradan çekildi gitti. Her şey iki imge arasında olup bitiyor. Böylece “anladım” dediğim zaman, işitimsel gösterge ile anlığımdaki kavramın birliğini söylemiş oluyorum. Fakat, “saf, arı diye nitelendirilen sanatlar diyor Pierre Guiraud, “bir başka uyaran’a bağlı olmayan uyaranlardır. Gerçeği göstermezler, kendileri bir gerçek oluştururlar. Gösterge değildirler, nesnedirler.”
Böylece tek göstergeli anlam diye bir anlama gelmiş olduk. Burada gösterge artık bir nesnedir. İşte Valery’ nin, Ahmet Haşim’ in, Yahya Kemal’ in, Oktay Rifat’ ın söyledikleri, söylemek istedikleri de bu değil miydi?
Bir tür dil göstergesinin araç değil nesne, kendi başına varlık olduğu bilgisi buradan doğuyor. Hangi tür imgelerdir bunlar? Müziğin uyandırdığı işitimsel imge belleğimde bir kavramsal imgeye dönüşmez artık. Şiirin müziğe benzetilmesi de bundandır. Sembolizm denilen şiir akımından sonra ortaya çıkan, çağdaş şiiri bütünü ile etkisi altına alan “saf şiir” anlayışı nesne-göstergelerin ardına düşmüştür, anlamın değil. Şiirde anlam konusunu tartışırken, bütün şiir tarihini eş örneklerle dolu sayamayız. Şiir sanatı büyük bir değişime uğramıştır. Nitekim resim sanatı da izlenimci akımdan sonra nitelik değiştirmiştir: Çizgiyi atmış, doğayı yalnızca renk olarak görmüş, konturu kaldırmış maddeyi eritmiş, renk karşıtlıkları kuramından büyük ölçüde yararlanmış, böylece akılla bilineni değil, gözle görüleni tuvale geçirmiştir. Yeni resmi anlamamız için, ona bakışımızı yeniden ayarlamak gerekir. Bu zahmete değer.
Şiir, resim, yonut, müzik… Niçin böylesi büyük değişikliklere uğradılar? Eskiden halk ile sanatçı arasında bir birlik vardı, şimdi ortadan kalktı mı o birlik? Kalktı ise doğru mudur bu?
Bu sorular yerindedir, sorulmalı ve yanıtları araştırılmalıdır demek istiyorum. Ama şunu da unutmayalım: Çağımızda değişen yalnızca sanatlar değildir, çağımızda bilimlerin de başdöndürücü değişimlere, gelişmelere, gelişmelere uğradıklarını hesaba katalım. Bu gün fiziğin bulduğu yeni gerçekler, bildiğimiz dille anlatılabilir gerçekler değildir, onları ancak yeni matematik anlamlandırabilir. Bunun gibi çağımızın felsefeleri de… Nereye gelmek istiyorum? İnsan aklının yetersizliğine mi? Hayır, bilimleri öğrenmek bizden nasıl yeni bir çaba istiyorsa, sanatlar da bakışımızı, görüşümüzü, anlayışımızı değiştirme yolunda bir çaba bekliyor bizden. Şiirde anlamdan, anlamsızlığa geçmek değildir olup biten, eski anlamlardan yeni anlamlara, daha zengin anlamlara geçmektir.
Biliyorum, bilimleri anlamak için gerekli olan çabaya benzer bir çaba güzel sanatlar için de gerekli oldu mu, kişinin sıtkı sıyrılır onlardan. Şiir olsun, resim, yonut olsun, tadını doğrudan doğruya duyurmalıdır bize, araya bilgileri sokmadan. Ben de buna inandığım için, yeni sanatların bilgisel bir çabayı gerektirdiğini değil de, sadece anlayışımızı, bakışımızı değiştirmemiz gerektiğini söyledim. Bu tür değişiklikler tarihin dönemeçlerinde hep gerekli olmuştur, ilk çağdan ortaçağa, ortaçağdan yeniçağlara geçerken sözgelişi.
(Melih Cevdet Anday)