• Kişisel
  • Kitaplık
Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Ara
  • Menu Menu
Sinema

Mystic River (Gizemli Nehir)

Bu hafta vizyona giren “Gizemli Nehir”, olay örgüsünü bir cinayet çerçevesinde oluştursa da, anlatımda bu öykünün ötesine geçen katmalara sahip bir film. Alt metin düzeyinde, güce sahip olanların karşısında dışarıda kalan ya da bırakılanların nasıl bir kaçış içinde olduğunun altını çizen filmi, bu haliyle, 11 Eylül sonrası ABD’nin genel olarak ruh haline ve yürüttüğü yıkıcı dış politikaya gönderme yapan bir film olarak okumak mümkün.

Amerikan sinemasının Sean Penn, Tim Robbins gibi muhalif tavırlarıyla dikkat çeken iki usta aktörünü buluşturan ‘Gizemli Nehir’, derinlikli sinema dili ve öyküsündeki katmanlar ile ilgiyi fazlasıyla hak eden, başarılı bir yapım. Birbirini takip eden festival ve sinema etkinlikleri (TÜRSAK Komedi Filmleri Festivali, Filmekimi, Gezici Festival, Altın Portakal vb.), yurtiçi ve yurtdışından merakla beklenen yapımların peşi sıra vizyona girmeye başlaması sinema salonlarını epey hareketlendirmiş durumda. Yakında ‘Matrix Revolutions’, ‘Kill Bill’, ‘Yüzüklerin Efendisi: İki Kule’, ‘Vizontele’gibi birçoğu devam filmi niteliğindeki önemli yapımların vizyona girecek olmasıyla bu tempo uzunca bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Elbette bu durum biz sinemaseverlerin cebini biraz yormakla birlikte, oldukça sevindirici. Bu durum beraberinde ‘kaçırılmaması gereken bazı önemli yapımların arada kaynaması’ gibi küçük bir sorun getiriyor. Bu yazımızın konusu oluşturan ‘Gizemli Nehir’ bu filmlerin başında geliyor. Yönetmenliğinden çok sinema tarihine mal olmuş oyunculuğu ile anılan Clint Eastwood‘un yönettiği ‘Gizemli Nehir’, birçok nedenle atlanmaması gereken bir çalışma. Şu ana kadar, genel bir yaklaşımla polisiye/gerilim filmi olarak lanse edilen ‘Gizemli Nehir’, yarattığı gerilim ve olay örgüsü kadar, belki de daha fazla, öyküsünün derinliği, katmanları ve bu katmanlar arasındaki simgesel ve anlamsal örgüyü başarıyla kurmayı beceren yetkin sinema dili ile dikkat çeken bir yapım. Kuşkusuz, bu yetkin sinema dilinin oluşumunda Clint Eastwood‘un rolü çok büyük. Charlie Parker‘ın yaşamını anlattığı ‘Bird’ (1988) ve ‘Affedilmeyen” (“Unforgiven”, 1992) filmlerinden bu yanaEastwood‘un en başarılı filmi olarak nitelendirilebilecek olan ‘Gizemli Nehir’in, gizemi ve başarısı gerilim yüklü polisiye hikayesinden çok, hikayenin genişleyerek yaşam üzerine yönelttiği projeksiyonda gizli. Eastwood‘un filmin başından sonuna kadar kullandığı semboller ve göndermeler, vuku bulan olayın çözülmesine olanak sağlayan ipuçları olmaktan ziyade; Amerikan yaşamı, Amerika’nın dünyadaki konumu ve ‘ötekiler’, ‘kaybedenler’ ile kurduğu ilişki biçimi üzerine yoğunlaşıyor. Filmin ana karakterleri taşıdıkları kimlikler itibari ile aynı zamanda birer sembol niteliğindeler.

Filmin başında gördüğümüz ‘aynı sokakta’, ‘birlikte’ oyun oynayan çocukların içlerinden birinin tüm yaşamını alt üst edecek kötü bir olay yaşamasından sonra, başta ilişkileri olmak üzere hiçbir şeyin artık eskisi gibi yürümeyeceği hissi geçiyor üzerimize. Sonra yıllar sonrasına gidiyoruz. Hala aynı yerlerde yaşıyor bu üç arkadaş; ara sıra görüşseler de seçtikleri yaşam biçimleri oldukça farklılaşmış durumda. İçlerinden birinin -en güçlü olanın- başına korkunç bir olay gelmesiyle üç arkadaşın yolu bir kez daha kesişiyor. Herkes, kızı bir cinayete kurban giden, zamanında pis işlere de bulaşmış, bölgenin (mahallenin) bu güçlü adamının acısını paylaşmak ve yardım etmek için seferber oluyor. Şüpheler giderek, kendisinin ya da ailesinin yaşadıklarından ötürü itilmiş ve güçsüz görünen karakterler üzerinde (biri babası kayıp bir suçlu, annesi bir alkolik olan kızın sevgilisi; diğeri üç arkadaştan çocukken başından kötü olay geçeni) yoğunlaşır. Onların ne hissettiği, sorunları ve yaşadıklarını anlamaktan çok cinayeti işleyip işlemediklerine yoğunlaşır herkes, hatta en yakınları karısı, annesi bile onlara şüpheyle yaklaşır. Filmin belki de en güzel yanı izleyicileri, bir yandan cinayeti kimin işlediğine dair bir gerilimin peşine takarken, diğer yandan filmin karakterlerinin aksine, olayın, hatta filmin başından bu yana yaşanan tüm olay ve kurulan ilişkilerin nedenlerini sorgulamaya itmesi. Bir kez sorgulamaya başladığınızda, sunulan gerçeğin altını kazıdığınızda görünüm değişiyor… Filmi izlerken hep 11 Eylül olayını hatırladım. O kötü anı yaşayan Amerika’nın içine düştüğü çaresizlik, acı ve ardından güçlü olmanın verdiği avantajla ‘ne pahasına olursa olsun’ birilerinden hesap sorma adına acımasızca saldırıya geçmesine benzer bir seyir izliyor film. Filmde bir anlamda vicdanımızı temsil eden Polisler sonuca ulaşmadan, öldürülen kızın babası rolündeki Sean Penn ve arkadaşları (adamları) kendileri kesiyorlar cezayı. Tıpkı Amerika’nın dünya kamuoyunu hiç dikkate almaması gibi… Ama olayın ardında yatan gerçek bambaşka. Lakin, ne olursa olsun ailesini, sevdiklerini korumak için gerekeni yapmış bir babayı, -hele bu baba güçlüyse ve yaptıklarını nehrin akıntılı suyu içinde saklayabiliyorsa-, kim suçlayabilir ki… Filmin sonunda, filmin arkasında örtük olarak ilerleyen geniş hikayeyi iyice açık eden Eastwood, Boston’un varoşlarından, polisiye bir vaka ile hepimizin hikayesini anlatmayı başarıyor; nehrin akıntılı suları içinde gizlemeye çalıştığımız suçlarımızdan kaçmanın bir yararı olmadığını; bu kaçışın, sadece ‘güçlünün’ sırlarla örülü dünyasını daha da pekiştirmeye yaradığını hatırlatıyor. Böylece Sean Penn, Tim Robbins gibi Amerika’nın muhalif kanadını temsil eden oyuncuların bu filmde neden rol aldığını daha iyi anlıyorsunuz. Belki de Sean Penn bu filmle 11 Eylül’e ilişkin dünyanın farklı köşelerinden 11 usta yönetmenle ortaklaşa yaptığı projede yer alan kısa filminden sonra sinemada ikinci kez sesini yükseltiyor. Hem de bu kez Amerikan merkez ideolojisini simgeleyen bir karakter olarak karşımıza çıkarak; bize ne yaşamakta olduğumuzu nedenleriyle birlikte haykırıyor. Gizlerimizle veya birilerinin gizleriyle (bu gizleri fark etmemiş olmak veya öyle davranmak ya da mevcut güce yaranmak işe yaramıyor) yaşamak bizi yaşanılanların ağırlığından ve acısından kurtarmıyor. Çünkü bir vampir gibi ‘cinayetleri hissetmeden yaşamak’ bizi insan olmaktan giderek uzaklaştıyor…

Yönetmen: Clint Eastwood
Yapım: ABD 2003
Süre: 137 dk.
Oyuncular: Sean Penn, Tim Robbins, Kevin Bacon

(Soysal Demir, Sinema, 23 Ekim 2003)

Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş

Site içerisinde ara

Son Eklenenler

  • Deniz Durukan – Refik Durbaş İle
  • Ahmed Arif – Basübadelmevt
  • Ahmed Arif – Tutuklu
  • Ahmed Arif – Yurdum Benim Şahdamarım
  • Cemal Süreya – Bir Şair: Ahmed Arif

Site istatistikleri

  • 5
  • 1.369
  • 1.027
  • 8.980.159
  • 3.942.684

RSS [Kişisel] Son okuduklarım

  • Dünya Bu Kadar
  • Sapiens: a Graphic History, Volume 1 - The Birth of Humankind
  • Kara Yarısı
  • Atta
  • Gaip
  • Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
@ufukluker'i takip et

Etiketler

Seyhan Erözçelik Lale Müldür Veysel Öngören Cevat Şakir Kabaağaçlı Ozan Telli Miguel Hernandez Barış Pirhasan Liana Daskalova Cevdet Kudret Ahmet Necdet Conrad Aiken Akgün Akova Louise Gareau Des Bois Hasan Hüseyin Korkmazgil Eugene Guillevic Altay Öktem A. Hicri İzgören Fazıl Hüsnü Dağlarca Tevfik El Zeyyad Abdülkadir Budak Nazım Hikmet Salah Birsel Erdal Alova Erdal Öz Ahmet Erhan Metin Eloğlu Metin Demirtaş Behçet Necatigil Kemal Özer Hasan Biber Zafer Ekin Karabay Vladimir Mayakovsky Rıfat Ilgaz Fakir Baykurt Süleyman Çobanoğlu Paul Eluard Kerim Korcan Sennur Sezer Jose Marti Orhan Kemal Philippe Soupault Murathan Mungan Ömer Bedrettin Uşaklı Ahmet Ada Özdemir Asaf Şükrü Erbaş Metin Altıok Yaşar Miraç Hilmi Yavuz Resul Rıza Özkan Mert Adnan Yücel Hasan Basri Alp Fang Vei Teh Gülseli İnal Celal Sılay İlhami Bekir Tez Vasko Popa Cahit Külebi Memet Fuat Kostas Kleanthis Adnan Binyazar Turgut Uyar Orhan Veli Kanık Kahraman Altun Louis Macneice Behçet Kemal Çağlar Arkadaş Z. Özger Yılmaz Güney Talip Apaydın Aziz Nesin Tove Ditlevsen Sabri Altınel A. Kadir Heinz Kahlau Ümit Yaşar Oğuzcan Türkan İldeniz Turgay Fişekçi Bedri Rahmi Eyüboğlu Feyzi Halıcı Ingeborg Bachmann Süleyman Nesip E. E. Cummings Kemal Burkay Asaf Halet Çelebi Hasan İzzettin Dinamo Mehmet Başaran Yaşar Kemal Berin Taşan Oktay Taftalı Enver Gökçe Kutsiye Bozoklar Sait Faik Abasıyanık Yi Men Pablo Neruda Abdülkadir Bulut Halim Şefik Güzelson Neşe Yaşın Mehmed Kemal Asım Bezirci Faruk Nafiz Çamlıbel Yannis Ritsos Cahit Irgat Şükran Kurdakul Ahmet Muhip Dranas Afşar Timuçin Ülkü Tamer Sun Yu-T'ang Ahmet Oktay Adalet Ağaoğlu Özdemir İnce Konstantinos Kavafis Haydar Ergülen Orhan Murat Arıburnu Mehmet Yaşin Sabahattin Ali Refik Durbaş Cahit Sıtkı Tarancı Nikola Vaptsarov Vyaçeslav Ivanov Birhan Keskin Federico Garcia Lorca Bejan Matur Nicolae Dragos Günter Kunert Melih Cevdet Anday Arif Damar Attila İlhan Sandor Forbath Suat Taşer Müştak Erenus Gülten Akın Kemalettin Kamu Füruğ Ferruhzad Özge Dirik Blas De Otero Vedat Türkali Bilgin Adalı Sandor Petöfi Cahit Zarifoğlu Suat Vardal Can Yücel İbrahim Karaca Nahit Ulvi Akgün Ece Ayhan Ahmed Arif Adnan Özer Gabriel Celaya Jesus Lopez Pacheco Oğuz Atay Kenneth Rexroth Behçet Aysan Bertolt Brecht Cengiz Bektaş Vecihi Timuroğlu Bekir Yıldız Enis Batur Oktay Rifat Sabahattin Kudret Aksal Necati Cumalı Sinan Kukul Ahmet Telli Goethe İsmet Özel Dido Sotiriou Cemal Süreya İlhan Berk Ercüment Behzat Lav Ataol Behramoğlu Edip Cansever İsmail Uyaroğlu Suat Derviş Nihat Behram Yaşar Nabi Nayır Yılmaz Odabaşı Peter Abrahams Konstantin Simanov Yorgo Seferis Fethi Giray Guy de Maupassant Oruç Aruoba Ziya Osman Saba Sezai Karakoç
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
SwingMar Adentro (İçimdeki Deniz)
Sayfanın başına dön