Thin Red Line (İnce Kırmızı Hat)
“Savaş Cehennemdir” fikrini Saving Private Ryan‘da bütün gerçekliğiyle görsek de, The Thin Red Line, aslında sizi cennetle cehennem, insanla doğa arasındaki boyuta götürüyor.
‘The Thin Red Line‘, tıpkı Steven Spielberg‘in ‘Saving Private Ryan‘ı gibi bir İkinci Dünya Savaşı filmi.
Bunun dışında, aralarında ancak bu kadar az benzerlik olabilirdi. Spielberg’in filminin başında 24 dakika süren son derece kanlı ve sarsıcı bir çıkarma sahnesi vardı. Ve bu, filmin tonunu belirliyordu. ‘Savaş cehennemdir’ fikrine paralel olarak ‘insanlara gerçeği göstererek gazileri onurlandırma’ operasyonuna girişen Spielberg, her çatışmada şiddeti ayrıntılı olarak gösteriyor ve her şeyi sert bir gerçekçilik üzerine kuruyordu.
Bu, savaş karşıtı filmlerde sıkça rastlanan bir durum. ‘The Thin Red Line‘da da kanlı sahneler olmasına karşın, yönetmenin öne çıkarmak istediği görüntüler bunlar değil. Bir silahın göründüğü her sahneye karşı, filmde ağaçlardan süzülen güneş ışığına ayrılmış bir kare bulabilirsiniz. ‘Saving Private Ryan‘, savaşın korkunçluğunu seyirciye göstermek için fiziksel etkilerini gösteriyordu; ‘The Thin Red Line‘ ruhsal etkilerine odaklanıyor.
Film, İkinci Dünya Savaşı’nda Guadalcanal savaşını mekan tutuyor. Ama o savaşı anlatmakla ilgilenmiyor. Aslına bakarsanız, oradaki askerlerin yaşadıklarını harmanlayıp alışılmış anlamıyla bir öykü ortaya koymakla da ilgilenmiyor. Elbette git gel tanıdığınız, aşina olduğunuz bazı karakterler ve gevşek bir olaylar bütünü var (yine de film bittikten sonra hangi sesin kime, hangi yüzün hangi isme ait olduğunu hala tam olarak kavramamış olabilirsiniz) . Ama Amerikan ordusunun Guadalcanal’ı Japonlardan alışını anlatan bu bütünün her parçası, seyirciyi çatışmanın kendisine değil, filmin merkezindeki temalara gönderiyor. Çünkü Malick‘in ilgilendiği, bir öyküden çok bir ruh hali yaratmak.
Filmin ilk karesinden itibaren cennetle cehennem, insanla doğa arasında bir boyut yaratmaya çalışıyor ve seyirciyi bu boyutta gezintiye çıkarıyor.
Daha film başlar başlamaz perdede bir timsah boy gösteriyor. Sonra, güneş ışığının sızdığı bir orman. Ve şiir okur gibi konuşan bir iç ses: ‘Doğanın bağrındaki bu savaş nedir?.. Doğa niçin kendiyle çatışıyor?’. Malick, film boyunca doğayla insanın ilişkisini dinsel ve mitolojik bir altyapıya oturtmaya çalışıyor. Ve bunu gerçekleştirmek için karakterlerin iç seslerini ve muhteşem doğa görüntülerini kullanıyor. ‘The Thin Red Line‘ın, iç seslere düşsel görüntülerin üzerine şiir okutarak, bir savaş şiiri olmak için en kısa yolu seçtiğini düşünebilirsiniz. Ama ben Malick‘in üslubunu birebir değerlendirmedim. Ne kullandığı kareleri, birer simge, ne de giderek transendental bir hal alan karakterlerinin iç seslerini kendi öz ifadelerine sahip birer şiir olarak gördüm. Daha çok bütün bir ‘izlenim’ yaratmaya yönelik araçlar gibi bunlar. Sonuçta film de, bir noktasında katılınıp bir noktasında ayrılınan, ama aslında başı sonu olmayan bir yolculuk gibi tasarlanmış.
İnsan ruhunun savaşta çıktığı gezinti, sorduğu sorular ve bulduğu (çoğunlukla da bulmadığı) cevaplar hakkındaki düşüncelerinizi, filmin dini/mitolojik yönüyle kurduğunuz ilişki belirleyecek. Zaten ‘The Thin Red Line‘ın asıl güçlü olduğu nokta bu değil. Daha ziyade, Malick’in bu temaları ifade etmek için kullandığı görsel dil. Filmin anlattıklarını (ya da sorduklarını) hiç matah bulmasanız bile, sinemasal karşılığını görmelisiniz. Meramını anlatmak (ya da paylaşmak) için diyaloglara ve oyuncuların performansına yaslanmayan, görüntülerin ve seslerin bütünlüğüyle kendi dünyasını yaratan bir film var karşımızda.
Üstelik ‘The Thin Red Line‘, doğayı bu denli öne çıkararak, onu estetik bir araç olarak kullanmasına bir anlam kazandırıyor. ‘Saving Private Ryan‘da ilk 24 dakikadaki zıvanadan çıkmış, mantığa ve kalıba yer vermeyen savaş tablosunun, o ortamda yaşanabilecek her öyküyü baştan iptal ettiği hissine kapıldınız mı? Ya da Spielberg’in oluşturduğu görsel estetiğinin, seyirciyi sarsma üzerine kurulu görsel diliyle ve ‘savaş cehennemdir’den ibaret önermesiyle çatıştığını?
Terrence Malick‘in filmi, bu iki soruna da takılmıyor. Çünkü öncelikle, doğa ve sunduğu estetik, askerleri zihinsel gezintilerine çıkaran tetikleyici görevi görüyor zaten… Ve sonuçta film eylemden çok, izlenim üzerine kurulu. Bu yüzden ‘Saving Private Ryan‘ savaşı anlatmada gerçekçi bir filmse, ‘The Thin Red Line‘ empresyonist bir film.
Yönetmen: Terrence Malick
Yapım: Kanada, ABD, 1998
Süre: 170 dk.
Oyuncular: James Caviezel, Nick Nolte, John Travolta, John Savage, Sean Penn, Elias Koteas, Woody Harrelson, John Cusack, George Clooney, Adrien Brody
(Kutlukhan Kutlu, Sinema, 10 Ocak 2000)