Umudun Cephaneliğinde Bir Şair: Cemal Süreya
Şubat 1958’de Yedi Tepe Şiir Armağanı’nı kazanan ‘Üvercinka’ adlı kitabıyla okurun huzuruna çıkan Cemal Süreya, 1940 sonrası Türkiye edebiyatının sözü en fazla edilen şairleri arasındadır. Kitap, Birinci Yeni – İkinci Yeni tartışmalarının en hararetle sürdüğü bir dönemde, bu tartışmaların tam ortasına düşer. Cemal Süreya, İkinci Yeni için güçlü ve etkili bir soluk olacaktır bundan böyle. Daha sonraki yıllarda yayınladığı diğer şiir kitapları (‘Göçebe’ 1965, ‘Beni Öp Sonra Doğur Beni’ 1973, ‘Sevda Sözleri-Uçurumda Açan’ 1984) ile mensubu olduğu şiir akımına taze kan etkisi yapar. Gülten Akın, Üvercinka’dan sonra Cemal Süreya için ‘İkinci Yeni onunla da bir bayrak dikmiş oldu.’ diye yazar. Melih Cevdet Anday ise ‘Şiiri bütün fazlalıklardan kurtarmak istiyor, usun özgürlüğünden ne güzellikler doğabileceğini gösteriyor.’ der.
İkinci Yeni’nin bu genç ve gürbüz şairini diğer şairlerden ayıran unsurlar nelerdi? Şiir Cemal Süreya için neyi ifade ediyordu? Keskin tartışmaların ortasında kendisini bulan şair ‘taraflığını’ hangi öğelerden beslenerek meşrulaştırmaya çalışmıştı?
Cemal Süreya’ yı Türkiye şiirinin evrimi içinde bir halka olarak görmek gerekmektedir
Bu halka, şiirin kapılarını ‘imge’ye sonuna kadar açan bir halkadır. Cemal Süreya’ nın önemi, içinden çıktığı dönemin genel tartışmaları göz önüne alındığında tam da burada yatmaktadır. Cemal Süreya bir imge şairidir; şiiri imgeye yaslanır ama yaşamdan kopuk bir imgecilik değildir Süreya’ nın imgeciliği. Tersine yaşamın içinden doğmuştur onun imgeleri ve yine yaşama sunulmuştur. Denilebilir ki Cemal Süreya’ nın şiiri, bilinç-yaşam-imge üçlemesinin kendi içindeki tutarlılığından doğmuştur. İkinci Yeni’ nin bazı şairleri (Sözgelimi İlhan Berk, Ece Ayhan vb. yaşamdan kopuk bir imgeciliği seçtikleri için insan ilişkilerinin, algılamalarının, onun siyasal-toplumsal yanının dışına düşmüşlerdir. Cemal Süreya için bunu söylemek neredeyse olanaksızdır; çünkü o, ‘Şiir, kurulu düzene karşıdır.’ der. Şiir için yalnızca bunu söylemekle de yetinmez; ‘Bir karşı çıkma sanatı… Hayatın alev hali… Dilde yangınlar çıkarma sanatı…’dır aynı zamanda şiir C. Süreya için. Şiiri bir başkaldırı aracı olarak gördüğü, hayatın alevden haline benzettiği için, Cemal Süreya’ nın şiirini yaşamdan yalıtılmış bir şiir olarak değerlendirmek son derece hatalı olacaktır.
Cemal Süreya’ nın, imgeyi şiirinin belkemiği olarak algılamasındaki temel noktayı, aslında o dönemki Garip Akımı’nın şiirdeki etkisinde ve Oktay Rifat, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi bazı şairlerin, şiirin oluşumunda geleneğe fazlasıyla bağlı kalmalarında aramak gerekmektedir. Süreya’ ya göre bu iki yaklaşım da kısırlığa yazgılıdır çünkü toplumsal yaşamın giderek karmaşıklaştığı, siyasal sorunların etkisini eskiye nazaran daha fazla hissettirir olduğu bir dönemde, artık insanı anlatmak için ne Garip’çilerin yaptığı gibi şiirde şaşırtmaya, nükteye, iğnelemeye, ne de Oktay Rifat ve Bedri Rahmi gibi şairlerin tutumları olan geleneğe bağlı kalmak yeterliydi. Bu durumda ne yapılmalıydı? Bir başka söyleyiş tarzını egemen kılmak mümkün müydü? Farklılaşan söyleyiş tarzında reddettiği biçimlerden radikal bir biçimde kopmalı mıydı?
Bu sorular Cemal Süreya’nın şiirini kurarken karşılaştığı, o dönemin koşulları düşünüldüğünde son derece belirleyiciliği olan sorulardı. Şair, bunları kendi içinde cevapladı ve şiirlerinde açığa kavuşturdu. Her ne kadar reddetse de içinden çıktığı dönemin şiir yazış tarzlarından bütünüyle kop(a)madı. O da her ne kadar karşı olsa da şiirde zekice iğnelemelere, alaylı tutumlara ve hatta kimi dizelerinde halk diline başvurdu.
Birçok şiirinde insanın iç dünyasındaki gel-gitleri, titreşimleri kendine özgü bir üslupla dile getirip alaylamalı, dil oyunlarına dayalı bir tutumdan gıdasını alan bir şiir söylemi geliştirdi. Bu alaylamalı ve dil oyunlarına dayalı söyleyiş tarzlarını imge ile besleyip yer yer eski söyleyiş biçimlerine de göndermelerde bulunarak kendine özgü bir şiir dili kurdu. Bilinç-yaşam-imge üçlemesiyle yarattığı şiir yazış tarzı, edebiyat ansiklopedilerinde, ‘ … yer yer toplumsal motiflere yönelen Cemal Süreya, imgeyi yoğun olarak kullanan, gülmeceli-yergisel bir anlatımı daha çok ön plana çıkaran, çağrışımlara dayanan bir şiir kurdu… Nükteli dili ve zekice şair tavrı en önemli özelliklerinden sayılan Cemal Süreya…'(1) diye tanımlanır.
Bu zeki ve iğneleyici tutumuna örnek olması açısından şu şiiri, şairin yukarıda bahsettiğimiz özelliklerini somut olarak anlamamızda bize yardımcı olacak türdendir:
‘ O yıllarda ülkemizde
Çeşitli hükümlerle
Yetmiş iki dilden
İkisi yasaklanmıştı:
İkincisi Türkçe.’
İktidarlar tarafından, eşine ender rastlanılır türden bir zorbalıkla, Kürt halkının kendi dili ile konuşmasının yasaklanmasını korkusuzca ve ironi ile karışık bir biçimde; uygulanmakta olan vahşeti bir kara mizah tarzına dönüştürerek sunar Cemal Süreya. Ancak orada da durmaz, kültür emperyalizmiyle keçeleşme/tıkanma aşamasında olan Türkçe’ nin de içler acısı halini sunar.
Bir başka şiirinde ise darbe dönemlerinin genel uygulaması olan ev, iş yeri vb. aramalarını yine aynı üslupla dile getirir:
‘Kahvede subay yok,
Bu nasıl iştir!’
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Anlaşılacağı gibi Cemal Süreya’ nın dili kendi içinde halktan kopuk ya da radikal falan değildir. Salt bireysel konuları da ele almamıştır şiirlerinde; toplumsal sorunlara da sık sık yönelmiştir. Bu özelliklerinden ötürü İkinci Yeni’nin belki de halka en yakın olan şairidir Cemal Süreya.
İkinci Yeni’ nin eleştirisini yapan kimi şair ve eleştirmenlerin birbirine karıştırdıkları bir durum vardı: Cemal Süreya ve onun şahsında temsil ettiği İkinci Yeni, halkın dilinden de, yaşayışından da, değerlerinden de, sorunlarından da kopuktur tarzında bir kanıları vardı. Evet, yukarıda da bahsettiğimiz gibi İlhan Berk, Ece Ayhan, kimi durumlarda Ülkü Tamer gibi bazı İkinci Yeni şairleri, gerçekten de toplumsal-siyasal yaşamla ilişkisi olmayan şairlerdi.
Yazdıkları, toplumun elit bir kesimine hitap ediyordu. Aşırı derecede soyuttu, anlaşılmak için yazılan şiirler değildi, dilin yapısını bozan zorlama bir şiirdi. Toplumun yaşadığı sorunlar, açmazlar, uygulanan sömürüler, zulümler, baskı ve anti-demokratik uygulamalar da zerrece dahi olsa etkilememiştir bu şairleri. Ancak Cemal Süreya için bunu söylemek ona büyük bir haksızlık olacaktır. İkinci Yeni eleştirisinde bu durum gözden kaçırılmıştır.
Cemal Süreya, şiirini kurarken her zaman halkın ifadelerinden, söyleyiş tarzlarından yararlanmıştır denilemez, burası doğrudur; ancak şiir yazış tarzı bilinç-imge-yaşam üçlemesine dayanan bir şairi halkın deyişlerine, deyimlerine, kalıplaşmış ifadelerine yaslanmaması noktasından ele alıp şairi halkın acılarına, umutlarına, direnişlerine uzakmış gibi görmekti zaten yanlış olan. Cemal Süreya şiirini kurarken neden folklora dayanmadığını yine bizzat kendisi açıklamıştır:
‘Bir halk deyimi içindeki kelimeler o deyimdeki anlam dizisinde kaynaşmışlardır. O kelimelerden o deyimlerdekinden ayrı işlemler, ayrı güçler aramayın artık. Çünkü donmuşlardır. Tek yönlüdürler. İşlemleri, güçleri, bir bakıma uyandıracakları çağrışımlar bellidir. Ne olsa değişmeyecektir. Bu kelimelerin meydana getireceği şiirlerle, mısralarından meydana gelen şiirler arasında pek büyük bir ayrılık göremiyorum. Çünkü ikisinde de şairin işi kelimelerle değil, kelime bloklarıyla oluyor.'(2) diye yazar. Şiirini imge üzerine kurmuş bir şair için bu ifadeler anlaşılırdır. İmge şairinin malzemesi kelimelerdir; o kelimeleri evirir çevirir, onlara yeni anlamlar yüklemeye çalışır, toplum ve insan gerçekliğini başka başka noktalarından yakalayıp gözler önüne sermek için kelimelerle boğuşur ve nihayet en son aşamada amaçladığı şiirini kurar. Sözcüklerle olan bu boğuşmanın amacını ‘Tutar ellerinden kaldırırsın/ Adı kötüye çıkmış tüm sözcükleri’ diye ifade eder.
Anlaşılacağı üzere bu tarz pratikleri kalıplaşmış, anlamı halkın zihninde sabitlenmiş, çağrışım gücü eksik deyişlerle kurmak olanaksız olmasa bile çok daha zor olduğu için Cemal Süreya bu yoldan uzak durur. İşte bu noktada gerçekten de bu durum, yani halkın deyimlerini şiirlerinde işlemiyor oluşu gerçekten de onu halktan koparmış mıdır? Çağrışımı daha kuvvetli, çok yönlü ve dinamik sözcüklerle halkın yaşayışı, mücadelesi, acıları, hüzünleri, umutları vb. anlatılamaz mıydı? Bu soruya eleştirmenler ve kimi şairler olumsuz cevaplar verdiler. Sivas’taki katliamda kaybettiğimiz değerli eleştirmen Asım Bezirci, İkinci Yeni şiiri için: ‘İkinci Yeni çoğunlukla biçimci, kaçak, sorumsuz bir şiirdi; öze, insanımıza ve onun gerçeklerine, yurdumuza ve onun sorunlarına sırt çevirmişti.'(3) diye eleştiri getirir.
Bu ifadeler yukarıda ismi geçen İlhan Berk, Ece Ayhan gibi şairler için gerçekten de yerinde bir tespittir. Ancak Cemal Süreya için bunu söylemek zor gibi. Çünkü o yarattığı dille toplumsal-siyasal olandan kopmamış; onu alışılmışın kimi zaman dışında bir tarzla ele almıştır. Asım Bezirci İkinci Yeni’yi eleştirirken aslında bahsettiğimiz bu durumun farkındadır; şiddetle eleştirse de Cemal Süreya’nın bağlı olduğu akımı, onun için şu ifadeleri de kullanır: ‘Bir ara Muzaffer Erdost, Cemal Süreya için ‘genç ozanlarımızın en güçlülerinden biri’ diye yazmıştı. O günlerde pek aşırı bulmuştum bu yargıyı. Gelgelelim Üvercinka’yı okuduktan sonra başka türlü düşünür oldum. Hele, Cemal’in kendisiyle tanışınca daha da değişti kanılarım. Gerçi şimdi de takıldığım yanları çok, ama gene de söyleyeyim: Erdost haklıymış! Cemal, kuşağının en güçlü şairlerinden biri, hatta en güçlüsü.'(4)
Cemal Süreya’yı kuşağının en güçlü şairleri arasına sokan ana unsur onun, şiirlerinde insana uzak düşmemesidir. Ele aldığı en uç konularda dahi insan teması hep ön plandadır.
Aşkla, acıyla, öfkeyle, dirençle, umutla, hüzünle, bekleyişle vb. inşa edilmiş bir insandır onun yarattığı. Geleneksel şiir dilinin kalıplarını zorlayan, şiire imgeyi ve anlamı yükleyen, mısranın işlevini askıya alan Cemal Süreya tüm bunları yaparken yaşamdan ve insandan uzak düşmemeyi başarabilmiş bir şairdir. İkinci Yeni’ nin, Edip Cansever, Turgut Uyar gibi büyük isimleriyle beraber Türkiye şiirinin evriminde gerçekten de bir köşe taşıdır Cemal Süreya.
Buraya kadar olan kısımda Cemal Süreya şiirinin daha çok biçimsel özellikleri üzerinde durduk. Şimdi biçimsel özellikleri bir tarafa bırakıp onun şiirlerinde ele aldığı konuları, bir başka ifade ile şiirinin özünü değerlendirebiliriz.
Yüreği insan ve tabiat sevgisiyle dolu bir şairdir Cemal Süreya
Bunun sonucu olarak insana ve onun sorunlarına yönelik, içli diyebileceğimiz bir şiir dünyası yarattı. Bu şiir dünyasında insanın çelişkilerini, açmazlarını gözü pek bir biçimde ele aldı. Şiirlerinin çoğunluğunda şairin çocukluğunda yaşadığı iç burulmaların hakim olduğu bir hüzün bulunmaktadır. Ailesinin 1938’de sürgün edilmesinin, Alevi bir ailenin ferdi olmasının, babasının bir kamyon kazasında yaşamını, daha Cemal Süreya küçük bir çocukken kaybetmesinin çok etkisi olmuştur. Bu etkiyi şiirlerinde görmek çok kolaydır, babasının ölümünden duyduğu hisleri:
‘Sen ki gözlerinle görmüştün 57’de/ Babanın parçalanmış beynini/ Kağıt bir paketle koydular mezara/ İstesen belki elleyebilirdin de/ Ama ağlamak haramdı sana’ diye yazar şiirinde. Veya ‘Annem çok küçükken öldü/ Beni öp, sonra doğur beni’ dizelerinde karşılaştığımız da yine aynı çocukluk acıları, yaralarıdır. Bu yaralar onun şiirinde ve kişiliğinde bir ömür boyu etkili olmuştur.
Yaşama ve insana dair söyleyeceği şeylerde umutsuzluk değil ama yaşantının ve geçmişin etkisinin görüldüğü bir keder hali bulunmaktadır. Ama bu kederi de estetize ederek sunar okura; tatlı bir kederdir bu, incitmez. Her şeyin hızla kirlendiği bir zamanda bu kirlenmeden etkilenen insana, insan olduğunu hatırlatan bir kederdir.
Peki, bu kederin etkisi nereye değin uzanır? İşte cevabı:
‘Bir kan halkasından geçiyor ısınarak
Boğazımdan dökülen sevda sözleri,
Güzel olan her şeye sinmiş o kederden
Özür mü zafer sesi mi teşekkürler mi?’
Güzel olan her şeye değin uzanan bir kederdir; kan halkalarından ısınarak kopup gelen sözcüklerle bezenmiş… Cemal Süreya, kuşkusuz ki salt keder üzerine de kurmamıştır şiirini; keder, kurduğu şiir bütünlüğünün önemli bir parçasıdır, hepsi bu. Kederin yanı sıra aşk da önemli bir parçasını oluşturur şiirinin. Öfke de bulunmaktadır dizelerinde.
Anadolu insanına özgü bir öfkedir bu; umutla ikiz kardeş olan bir öfke… ‘Ortadoğu’ şiiri bunun çok güzel bir örneğidir. O şiirde insanımızın çektiği acılar, zalimin yıllardır uyguladığı baskı ve zulüm; halklarımıza dayattığı kan ve ölüm, vahşetin türlü şekilleri en insani biçimde; bizim dilimizle, yüreğimizle söylenir. Umut, her zaman ezilen insanladır; ezilenler er veya geç çıkacaklardır aydınlığa.
Bunun için çekilen acıların hesabının sorulacağına olan bir inancın sağlamlığıyla, kırımları, işkenceleri ve zorbalıkları göğüsleyebilecek kadar güçlüdür umut denilen yaşam kaynağı.
Öyle ki, Ortadoğu şiirinde, umut, her türden soyutluktan arınıp en beyaz giysilerini kuşanarak insan yaşamının güneş gibi, ipek gibi su gibi somut olan diğer unsurları arasındaki yerini alır:
‘Biz kırıldık daha da kırılırız
Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü
Hırsız da bilmiyor çaldığını
Biz yeni bir hayatın acemileriyiz
Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor
Şiirimiz, aşkımız yeniden,
Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında’
İnsanlarımız, emperyalizmin zulmü; zenginliğin küstahlığı ve despotizmiyle kırıldı! Daha da kırılırlar; çünkü umut var ayakta tutan. Umut da, Cemal Süreya şiirinin belkemiğini oluşturan bir başka önemli öğedir.
Bu dizelerden sonra Cemal Süreya’ yı, halktan kopuk, onun sorunlarına yabancı olarak nitelemek çok büyük bir yanlış olacaktır.
O bizim şairimizdir, sorun onun şiirlerinde kurduğu şiir dili değil; o şiir diliyle neyi anlattığıdır. Burjuvazinin en aşağılık uygulamalarına karşı mücadele eden insanın yanındadır şiirlerinde. Yeni insanın yaratılmasına şiir cephesinden katılır, orada mücadelesini sürdürür. Ve her şeyden önemlisi ‘güneşli güzel günlere’ o da inanır.
Bu inanç onu insana yaklaştıran en önemli kaynaktır; bugünün Türkiye’ sinde onca kanayan yaranın (sözgelimi F Tipi Hapishanelerde sürdürülen ölüm oruçlarında yaşamını yitiren 121 insanın veya Kürt halkına yönelik çağ ötesi vahşet uygulamalarının) mevcut olmasına rağmen tek bir kalemin dahi olsa bunu dillendirmemesi tam da bu noktada bu inancın yitirilmesiyle ilgilidir.
Modern dünyanın labirentlerinde kendi çıkmazıyla baş başa kalan entelektüellerin; kalemlerini halkın yaşayışının, acılarının, sorunlarının çözümü noktasındaki mücadeleye kanalize etmekten başka çareleri yoktur. Cemal Süreya, bu noktada anlamlıdır.
Dizelerinde insanlarla bir olmuştur; insanın hürriyet uğruna verdiği mücadelenin bir anlamı vardır Cemal Süreya’ da. O bir bohem değildir, o kendi girdabına gömülmüş bir melankolik de değildir, sahip olduğu bilgi onu halka karşı küstahlaştırmamıştır; yüreği insan ve yaşam sevgisi ile atan bir şair için de bu durum olması gerekendir.
Türkiye şiirinin öncü şairlerinden olan usta şair Cemal Süreya’ nın insana ve yaşama dair söyledikleri dün de anlamlıydı, bugün de öyle ve insana kölelik ve baskının dayatıldığı her koşulda ve zamanda da anlamlı olacaktır. Umudun cephaneliğinde, burjuvazinin kin ve ölüm kusan her türden pratiğine karşı; insanın hürriyeti uğruna sürdürülen mücadelede zulme sıkılacak bir kurşundur Cemal Süreya… Umudun cephaneliğinden zulmün ve alçaklığın diktatörlüğüne bir ‘mermi de’ Cemal Süreya’dan:
‘Şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
Gündüzü kısalttılar geceyi uzattılar
Şimdi acının ve hüznün göklerinde
Umudun yıldızı sarı yıldız mavi yıldız
Uykumuzun bir ucunda bombalar
Bir ucunda hürriyet inancı sabaha kadar
İngiliz usulü piyade tüfekleriyle
İnsanca yaşamanın onuru arasında
Şimdi ay doğar bulutlar arasından
Kavat derebeyleri yüreksiz Bolu beyleri
Hırsızlar, yüzde oncular, kumar erleri
Cebren ve hile ile haklarımızı alan
Zulmü ve alçaklığı yöneten murdar üçgen
Biliyor musunuz bir orman gelişiyor şimdi
Türkülerini duyuyor musunuz nice derin
Yakılmış çoban ateşleriyle dağlarda
Karanlığı tutuşturup bir köşesinden
Geceyi gündüze çevirenlerin
Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce dağılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yan yana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tüttürdüğümüz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi Tanrılar bile kurtaramaz.’
Bu dizelerde dile getirilen hakikatin hükmünü tarih bir gün mutlaka ama mutlaka verecektir. Acılardan, işkencelerden, onursuzluklardan, aşağılanmalardan süzülüp geliyor insanlar; ‘yan yana geliyor ve çoğalıyorlar’ dudaklarında hürriyetin türküsü, zulme meydan okuyorlar…
1) Türk ve Dünya Edebiyatçıları, Cilt 1, Say: 283. Remzi Kitabevi.
2) Cemal Süreya, ‘Folklor Şiire Düşman’, (a dergisi, Ekim 1959)
3) Asım Bezirci, ‘İkinci Yeni Olayı’, Evrensel Basım Yayın. Say: 1854) Asım Bezirci, ‘Pazar Postası’ dergisi.(20.04.1958)
(Cemal Kanayazan)