Lola Rennt (Koş Lola Koş)
Kusursuz işleyen temposuyla keyfe mahsus bir baş dönmesi yaratan Koş Lola Koş, dört yıllık bir gecikmeyle de olsa vizyona girdi. Yönetmeni Tom Tykwer başta olmak üzere, Alman sinemasının genç yıldızlarıyla tanışmak için iyi bir ‘geç’ fırsat.
Lola Rennt / Koş Lola Koş, kurgunun şehir içi hız sınırını aştığı her filme yapıştırılan video klip benzetmesini olumsuz manasından sıyıran filmlerden biri. Video ve 35 mm formatları, animasyon, hızlı kurguya eşlik eden hızlı techno, yüksek adrenalin üreten hikaye, Tom Tykwer’in ne yaptığını bilen ellerinde tam bir teslimiyet ve uyum sergiliyor. Parçalar biraraya gelince ortaya çıkan, dönemin sosyal yaşam detaylarına fazla girmemesine rağmen 90’ları çok iyi tanımlayan, bir 90’lı yıllar belgeselinde kendine rahatça yer bulabilecek taze bir kült film. Koş Lola Koş, bir ahir zaman zıpçıktılık örneği deyip geçmek için fazla iyi işliyor.
Hangi son?
Filmin hikayesi, televizyon rehberlerinin hap kadar tanıtım yazılarına eksiksiz sığabilecek kadar basit: Lola (Franka Potente), sevgilisi Manni’nin (Moritz Bleibtreu) hayatını kurtarmak için yirmi dakika içinde 100 bin mark bulup ona ulaştırmak zorundadır… (Lola’nın acelesi vardır!) Zamana karşı yarışı körükleyecek unsurları kafi düzeyde barındıran bir aksiyon hikayesi. Manni ve film boyunca habire koşan Lola da, bizi hikayeye bağlayacak, onlar için endişelenmemizi sağlayacak kadar sempatik tipler. Tykwer, ‘aciliyet’ hikayesini, lafı takıntılı temasına getirmek için kullanıyor: kader. Lola’nın başından geçenleri, aynı noktadan başlayıp bambaşka yönlere savrulan üç versiyonda izliyoruz. Bu seçim, çeşit olup torba doldurmanın ötesinde filmi farklı açılardan zenginleştiriyor. Öncelikle, şu kader meselesi var. Tykwer hemen tüm filmlerinde olduğu gibi, hayatı, mücadeleye değer bir rastlantılar bütünü olarak sunuyor. Son kertede noktayı dış etkenler koysa bile, çorbada Lola’nın da bol miktarda tuzu var. Dolayısıyla kuru bir kadercilik söz konusu değil. Film, hayatın zincirleme gelişimini, her versiyonda aynı bileşenleri farklı biçimlerde kullanarak belirgin hale getiriyor. Lola’nın kırmızı telefon ahizesini kaldırışıyla başlayan serüvenler, sil baştan uydurulmuş değil. Sadece kombinasyonlar farklı. Başı bir olduğu halde ilerledikçe farklılaşan bölümleri üstüste izlemek, filmdeki iyi ya da kötü gelişmelerin yok olup sıfırdan başlaması, sinemada gerçeklik algısına da iddiasız, hafif bir selam gönderiyor. Film sona erdiğinde, en çok son versiyonun bitiş şeklini hikayenin sonu olarak görmeye meyilli olduğumuzu fark etmemiz de büyük bir olasılık. Ama bu sadece, nihai hisleri hemen kapanış jeneriğinin öncesinden alma alışkanlığımızın bir parçası.
Önümüze üç farklı son sunduğuna göre, Koş Lola Koş neticeden çok haticeyle ilgili.
‘Hatice’ ise, damağı formül eseri ticari filmlere alışmış olanları da, stil peşindekileri de tatmin edebilecek kadar parlak. Filmin bölümlere ayrılmış olması, techno yaşamların tezahürü bir aksiyon yapısı için gerekli zemini hazırlıyor. Tekrarlar filmin ritmini sekteye uğratmak şöyle dursun, her seferinde farklı bir zirveye yaklaşan hikayede, Tykwer’in hazırladığı müziklerle birlikte sıçrama tahtası gibi çalışıyor. Koş Lola Koş, dur durak bilmezliğiyle seyirciyi bitap da düşürmüyor; olsa olsa keyfe mahsus bir baş dönmesi yaratıyor.
Önde koşan Almanlar
Koş Lola Koş’un sinemalarımıza teşrifiyle ilgili olarak zihinleri karıştırabilecek bir soru var (biraz uzunca): Dört yıl önce çekilip ABD dahil her yerde iyi iş yapan, üç yıl önce İstanbul Film Festivali’nde yer almasıyla burada da popüler olup özel gösterimleri bile yapılan, hatta piyasada DVD’si bulunan bir film neden şimdi durduk yere vizyona giriyor? Dağıtımcı şirket New Films, sessiz sinema dönemi ya da 70’lerle kıyas kabul etmese de, 90’ların başından bu yana kaydadeğer bir hareketlenme yaşayan Alman sinemasından bir dizi film getirtmiş durumda. Uluslararası anlamda kazandığı başarı düşünülünce, Koş Lola Koş, heyecan vesilesi bu ‘mini’ seri için iyi bir başlangıç. Geç kaldığı doğru ama, henüz izlememiş olan ve büyük ihtimalle izler izlemez de filme vurulacak bir kitle de mevcut. Üstelik Lola, günümüz Alman sinemasının ‘tanınası’ üç önemli genç yıldızını barındırıyor. Filmin lokomotifi Franka Potente, hem güçlü hem kırılgan bakışlarıyla eşsiz Julie Christie’yi anımsatıyor ve şimdiden memleketinin sınırlarını aşıp Hollywood’a (Blow) da, bağımsız Amerikan filmlerine (Storytelling) de sızmış durumda. Manni rolündeki Moritz Bleibtreu’ya eli yüzü düzgün Alman yapımlarının çoğunda rastlamak mümkün. Bleibtreu, yaz aylarında Das Experiment / Deney ve Fatih Akın’ın filmi Temmuzda / Im Juli’de de karşımıza çıkacak. Ve tabii ki, ‘iş yapan iyi film’ çekmek gibi ender bulunan bir meziyetin sahibi Tom Tykwer. 18. İstanbul Film Festivali’yle tanıdığımız Tykwer, ilk filmi Die Tödliche Maria / Ölümcül Maria’dan bu yana, benzer temalar etrafında dönen, ancak birbirinden farklı suretleri olan stilize filmlere imza atıyor. Sağlam bir dramatik yapısı olan ve onunla örtüşen yaratıcı bir görsellikteki filmler. Farklı türlere soyunmak konusunda, benzerine Lars von Trier ve François Ozon’da da rastlanan, işini iyi bilmenin getirdiği bir cesaret sergiliyor. Umalım da, Cate Blanchett ve Giovanni Ribisi’li son filmi Heaven’ı, Lola kadar gecikmeden ağırlayabilelim.
Yönetmen: Tom Tykwer
Yapım: Almanya 1998
Süre: 81 dk.
Oyuncular: Franka Potente, Moritz Bleibtreu
(Yeşim Tabak, Radikal, 1 Haziran 2002)