Edip Cansever – Ölüler Şimdi
olanca kurnazlığıyla denemekteydi ilkyaz
kendi saksısındaydı bir akşamüstü
sis değil, bulut değil, bir başka bulanıktı her yer
birden
bala çekmiş bir sokağın içinden
çıkageldiler.
ilk o geldi kar renkli beresiyle
denizlerden doğru taranmış saçlarıyla
erguvan aralıklarından kirpiklenerek
bir ev içinden kıvamlanmış yürüyüşüyle
ilk o geldi
sonra birlikte hepsi yol kenarlarına dizilmiş
-eski bir törenden geçer gibi-
telleri kopuk kemanların önünden geçtiler.
vurgun yemiş bir dalgıcı andıran
diplerden diplerden suyun üstüne doğru
kırık dökük bardatılar da sanki
dünyadan kırılmış birer bardaktılar da
renksiz bir çalkantıyla oraya dizildiler.
mayıs ortalarıydı haziranı hiç düşünmediler
nisanla ilgilenmediler bile
hep birden bir sofraya oturur gibi yalnız
ve hep birden bir sofradan kalkar gibi
kaybolup göründüler.
resimleri silinmiş eski paralar gibi
bir bulmaca çözümünde bulunmayan sözcükler gibi
yağmurlardan sonraki nedensiz bir dalgınlık gibi
gelip gittiler, gidip geldiler.
demek ki ölüydüler
bazen de bir yaşamın kısacık hepsi
denirse ölümün özeti belki
ve mahzun bir tutuklunun titrek
ipince gölgesi gibi
yani bir gölge gibi duymadan üzüldüler.
kalkıp gittiler bir daha dönmediler
en son o gitti
dillerden dudaklardan eksilen bir lezzet gibi
kaldı o akşamüstü kendi saksısında
kurnazlığını deneyen ilkyaz
ve kaldı bir de
sanki ilkçağ kasabasındaki tenhalık
bir eksikle yaşanmaz mı, yaşanır
ama şimdi bir fazlası dışımda artık.