• Kişisel
  • Kitaplık
Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Ara
  • Menu Menu
Yazın

Veysel Öngören – Ahmed Arif’le Bir Konuşma

” Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.”

VEYSEL ÖNGÖREN: Dilimizde etkili olan ama şiirimizde kolay rastlanmayan sözcükleriniz var. Bu tazeliği nasıl yakaladınız?

AHMED ARİF: Bu sorunuzu kısaca “halkımın dilini sevmek, o’nun tür­küleri, ağıdan, masallarıyla beslenmekle” deyip yanıtlamak var. Amâ o sözcüklerden bazı örnekler vermek, böylece konuyu daha açık ve anlaşı­lır hale getirmek de gerekli belki.

“Bir ben bileceğim oysa
ne âfât sevdim.”

Buradaki âfât sözcüğünü halkım “korkunç, kahredici, karşı konul­ masının oluru olanağı yok bir belâ ya da salgın” gibi sözcük, deyim ve kavramları yetersiz bulduğu yerde kullanır.

Ben de örneğin “Çok sevdim… Yürekten sevdim” diyebilirdim. Sa­nırım buna kimsenin bir diyeceği de olmazdı. Ancak o zaman sıradan bir mısra kurulmuş olur ve ortaya şiir yükü bakımından yoğunluk, de­rinlik ve çarpıcılıktan yoksun, tatsız bir deyiş çıkardı.

“Olancası bir tutam can kadasına,
belâsına sunduğum”

Bu “olanca” sözcüğünün tam karşılığı “topu topu”dur. Karacaoğlan da “olancası” der. Şimdi mısra içindeki yerinden ve şiirsel yoğunluktan vazgeçtim; bu iki deyimi çıplak olarak da bir ölçüye vursak “topu to- pu”nun hiç, ama hiçbir puan alma gücü yok.

İkinci mısradaki “Kada”yı halkım bazen “Kafilkada” olarak da kul­ lanır. Apansız gelen belâ, kara yazgı anlamına gelir. Özellikle Diyarbekir ve Siverek’te analar, çocuklarına acırken “kadan olaydım oğul, başan dö­neydim” derler. Bir türküde de şöyle bir mısra var: “Şirin canıma gelsin sana gelen kadalar.” Şimdi bu sözcüğü de karşılıkları ile ölçüye vuralım. Ortaya gene deminki sonuç çıkar.

“Dört yanım puşt zulası”

Puşt’un ne olduğu herkesçe bilinen bir şey. Zula’yı belki bilmeyen­ ler vardır. Argoda, mahpusane argosunda çok yaygın bir deyimdir. Taşınması kanunla yasak edilmiş nesnelerin saklandığı yer demektir. Mahpusanede tabanca, bıçak, jilet, esrar ve eroin gibi serbestçe taşınamaya­cak şeyler, içi oyulmuş takma dişten, ceket yakası ve ustaca sıvanıp res­tore edilmiş duvar kovuğuna kadar çeşitli yerlerde saklanır. İşte bu gizli yerlere “zula” denir. Genel olarak herkesin bir zulası olduğu kabul edi­lir. Ancak mert adamın zulasından pek korkulmaz. Çünkü kişiliği gere­ği kimseye puştluk etmez. Oysa puştun zulası namussuzluğa örnek fak­lar, açmazlar ve soteye getirip vurma hileleri ve provokasyonla doludur. “Dört yanım puşt zulası” sanırım şimdi daha anlaşılır hale geldi.

Şimdi konuyu toparlayalım: Sizin deyiminizle Türk şiirinde rastlan­mayan etkin sözcükleri, ben evde, sokakta, işyerinde konuşurken de kul­ lanırım. Cemal Süreya’nın Papirüs te beni anlattığı bir yazısında belirtti­ği gibi benim şiirim ile konuşmam arasındaki özdeşlik hemen hemen hiç­ bir şairde yoktur. Kısacası, halkımın canlı, elvan ve gürül gürül dilinden hiç kopmadım ki şiirimde kopayım, yozlaşıp, yabancılığa boğulayım.

DENEYCİLERİN HALİ ORTADA!

V.Ö.: Şiire başladığınızdan bugüne dek, ülkemizde çeşidi şiir deneyleri ol­ du. Siz şiirinizi bu etkilere kapama yolunu seçtiniz ve bunu da başardınız. Bu tutumun nedenlerini ve size başarı gücünü veren düşünceyi açıklamak ister misinizi

A.A.: Lisede karaladığım mısralarda daha çok edebiyat öğretmenimize beğendirme çabası vardı. Yani biraz Haşim, biraz Tanpınar, biraz Tarancı ve çokça da acemilik… Bir süre sonra bu yazdıklarımın şiir olmadığı­na ve gerçek şiirin bu kadar kolay yazılmaması gerektiğine inandım. Öğ­retmenimin ısrarına rağmen bu inancım hiç sarsılmadı. O günler asıl yaygın moda, Orhan Veli gibi yazmaktı. Üstelik çok da kolay bir yoldu bu. Biraz yaratılış gereği, biraz da şiirin, gıdıklama, alay ve ucuz espri ile asla bağdaşmayacağına olan inancımdan, bu yola dönüp bakmadım bi­le. Yaratılış gereği dedim, buna yaşayış tarzı ve dünya görüşünü de kat­mak gerek. Orhan Veli olsun, çevresindekiler olsun, birer küçük burju­vaydılar. Hem de İstanbul burjuvası. Düşünce ve davranışları, kendile­rine örnek seçtikleri Fransız şairlerinin paralelindeydi. Oysa ben Doğu­luydum. “Az gelişmiş” değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakıl­mış bir ülkenin, aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuydum. Sömürgeci Fransız toplumunun, bohemi, serseriliği ve gerçekten kaçma çabalarını kutsayan şairleri, elbette beni ırgalamazdı. Halkımın duygularına ve çı­karlarına yabancı ve aykırı olan bu moda akımından başka bir şiir akı­mı yok muydu? Vardı kuşkusuz. Nâzım diye bir okyanus vardı. Rıfat Il­gaz, A. Kadir, Suphi Taşhan ve Abdülkadir Demirkan gibi yürekli ağa­beyler de vardı. Bunlar, hapiste ya da sürgündeydiler. Şiire yeni başlamış devrimci bir delikanlının karşısına Nâzım’ı dikerseniz, çocuk ya paniğe kapılır ve ters akımların uydusu olur, yahut ezilir, kötü bir kopyacı ke­silir. —Hidrojen bombasına karşı Kürt hançeri ne yapabilir?—Üniversi­tede ve mahpusanede bazı arkadaşlarım, “Nâzım’dan sonra şiir yazmak, boşuna bir gayret, hatta saygısızlık,” diyordu. Onlarla hiç tartışmadım, hep sustum. Çünkü dedikleri bir bakıma doğruydu. Ne var ki “Nâzım gibi şiir yazmak” ile “Nâzım’dan sonra şiir yazmak” arasında vatanımın dipsiz uçurumları gibi bir uçurum vardı. Elbette Nâzım’ı yahut başka bir ustayı budalaca izlemekle kimse şair olamazdı. Ama Nâzım’dan da, başka ustalardan da sonra şiir yazılacaktı. Yoksa Shakespeare’den sonra trajedi, Moliere’den sonra komedi yazmak gerekmezdi. Nitekim, Dede Korkut, Yunus, Pir Sultan, Şeyh Galip ve Fuzuli gibi büyük ustalardan sonra da soylu şiirler yazılmıştı…

Sadede gelelim: Kimini sevsem, kimini hiç takmasam da bu moda olmuş etkili şairleri kendi hallerine bırakmam gerektiğini her şeyden ön­ce bir mertlik borcu saydım. İş bir kez “etki’ye dökülmesin. Etkilere bi­ le bile kucak açan bir şairin soylu bir yol seçtiği söylenemez bence. Bu yol ile insan belki “deneyci” olabilir, ama şair olamaz, işte bu inanç ve duygularla halkıma sığındım. Şiirimi günün modası olan etkilere kapa­dım. Göbeğimi kendim kestim ve kasaba minnet etmedim.

ALKIŞ AMA KİMİN ALKIŞI?

V.Ö.: Alkışlamaya karşı dayanıklısınız. Sessizlikte korkmamayı ve sessiz­ likte umutsuzluğa düşmemeyi nasıl öğrendiniz?

A.A.: Bu sorunuz beni küçük burjuvazinin sezgiden yoksun ve diyalek­tik yöntemden habersiz eleştirmenleriyle karşı karşıya getiriyor. Bunların yergilerini, elbette övgü ve alkışlarına yeğ tutarım. Bunlar, sınıf ya­pılarından gelen çıkar kaygıları, yadsıma ve korkularla sürekli bir tutar­sızlık içinde bunalıp gitmekteler. Ve bunların alkışı, benim gibi bir “dağ­lı” için yakışıksız bir lüks olur ancak.

BİR DE HALKIN VE ŞAİRLERİN ALKIŞI VAR

Bu eleştirmenlerin dışında şiirin işçiliğinde uzman, namuslu şairler var. Asıl eleştiriyi bu şairler yapıyor. Bunları elbette saygıyla karşılıyorum. Bu konuda beni duygulandıran bir durum daha var. Bazı şiirlerim kita­ bım yayınlanmadan çok önce Kürtçe ve Zazacaya çevrilerek elden ele köylere kadar yayıldı. Böylece dağlarda şu ya da bu nedenle kaçak dola­ şan yiğitlerin donatım ve pusatları arasına bir “Otuzüç Kurşun”un, bir “Adiloş Bebenin Ninnisi”nin de katılması beni çok duygulandırdı. Ki­tabım çıktıktan sonra günlük ekmek parasından kesip onu alan binler­ce yurttaşımın, özellikle Doğu Mitinglerinde şiirlerim okunurken “He kurban he” diye nağra atıp yüreğini ortaya koymasını saygıyla anacağım. Bunun dışında kısaca şuna da değineyim. “Alkışa karşı dayanıklı olmak” önce bir yetişme ve eğitim sorunudur. Hem devrimci töreye, hem bizim aşiret töresine göre bir yiğit, alkışa tutkun olamaz. Eh yiğitlik zagonu bu olunca bize de buna uymak düşer.

SESSİZ VE DERİN BİR HALK

“Sessizlikte korkmama’ya gelince… Ben, sessiz ve derin bir halkın çocu­ğuyum. Hem yalnız sessizlik değil, genel olarak korkusuzluk da halkımın en belirgin özelliği. Buna diretme ve başkaldırmayı da eklemek ge­rek. Ancak sorunuzu yanıtlarken konuyu böylece kestirip atmak, salt ırkçıların hoşlanacağı bir bağnazlık olur. Evet bu korkusuzluğu, soya çe­kim yasalarından çok, devrimci öğreti, devrimci bilinç ve kavga koşulla­ rına borçluyum.

UMUTSUZLUK YASAK

“Umutsuzluğa düşmek” ise bir devrimciye yasaktır. Cellat elinde işken­cede ölüme bir soluk kalmışken bile. Yalnız yasak değil ayıptır da. Çünkü devrimcinin kendisi, insanlığın yarını ve umududur. Bir kural, bir il­kedir bu. Namussuzluğun, alçaklığın egemen olmadığı, soylu, güzel ve onurlu bir dünya, bu temel ilke üzerinde kurulur. Bu bayrak, yüreğime delikanlıyken çekildi. Şimdi kırkı aştım, her an daha zorlu bir rüzgâr ile atardamarımı doldurmakta:

“… Biz ki, yarınıyız halkın
Umudu, yüzakıyız
Hıncı, namusu…
Şafakları,
Taaa şafakları
Hey canım,
Kalbim, dinamit kuyusu…”

Şimdi sözü sonuca getirelim. Bir yiğit şairse, üstelik bir de devrimciyse elbette yaşadığını yazar. “Yaşadığı” ise salt kendi ömrü değil, yaşa­ma kavgası ve sevdasıyla, acıları, ağıtları, türküleriyle bir yanı geçmiş yüzyılların karanlığına, bir yanı geleceğin aydın sonsuzluğuna uzanan halkın ta kendisi olmalıdır.

Ankara Birliği Dergisi, Mart 1970

Etiketler: Ahmed Arif, Veysel Öngören
Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş
Beğenebilecekleriniz:
Ahmed Arif – Akşam Erken İner Mapushaneye
Ahmed Arif – Otuz Üç Kurşun
Ahmed Arif – Kalbim Dinamit Kuyusu
Ahmed Arif – Yalnız Değiliz
Ahmed Arif – Hasretinden Prangalar Eskittim
Ahmed Arif İle

Site içerisinde ara

Son Eklenenler

  • Deniz Durukan – Refik Durbaş İle
  • Ahmed Arif – Basübadelmevt
  • Ahmed Arif – Tutuklu
  • Ahmed Arif – Yurdum Benim Şahdamarım
  • Cemal Süreya – Bir Şair: Ahmed Arif

Site istatistikleri

  • 0
  • 145
  • 107
  • 8.974.470
  • 3.938.549

RSS [Kişisel] Son okuduklarım

  • Dünya Bu Kadar
  • Sapiens: a Graphic History, Volume 1 - The Birth of Humankind
  • Kara Yarısı
  • Atta
  • Gaip
  • Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
@ufukluker'i takip et

Etiketler

Sabahattin Kudret Aksal Metin Demirtaş Vedat Türkali Celal Sılay Hasan Basri Alp Philippe Soupault Şükrü Erbaş Bekir Yıldız Sandor Forbath Haydar Ergülen Liana Daskalova Edip Cansever Kostas Kleanthis Enis Batur Ahmet Oktay Conrad Aiken Necati Cumalı Tove Ditlevsen Sabahattin Ali Oğuz Atay Mehmet Başaran Ülkü Tamer Özdemir Asaf İsmet Özel Adnan Binyazar Zafer Ekin Karabay Cahit Irgat Abdülkadir Budak Nihat Behram Erdal Öz Refik Durbaş A. Kadir Özdemir İnce Kerim Korcan Dido Sotiriou Arif Damar Yaşar Kemal Ümit Yaşar Oğuzcan Tevfik El Zeyyad Bejan Matur Müştak Erenus Talip Apaydın Peter Abrahams Miguel Hernandez Lale Müldür Ahmet Telli Ingeborg Bachmann Sun Yu-T'ang Cevdet Kudret Suat Taşer Nazım Hikmet İbrahim Karaca Hasan Hüseyin Korkmazgil Kemal Özer Vyaçeslav Ivanov Ataol Behramoğlu Hasan İzzettin Dinamo Süleyman Nesip Vecihi Timuroğlu Ozan Telli Sezai Karakoç Bedri Rahmi Eyüboğlu Turgut Uyar Behçet Aysan Şükran Kurdakul Cahit Zarifoğlu Orhan Veli Kanık Nicolae Dragos Erdal Alova Yaşar Nabi Nayır Louis Macneice Ahmet Erhan Cahit Sıtkı Tarancı Behçet Necatigil Süleyman Çobanoğlu Füruğ Ferruhzad Sinan Kukul Gülten Akın Mehmet Yaşin Oruç Aruoba Altay Öktem Kahraman Altun Can Yücel Abdülkadir Bulut Paul Eluard Guy de Maupassant Resul Rıza Turgay Fişekçi Konstantinos Kavafis Orhan Kemal Özge Dirik Asaf Halet Çelebi Vladimir Mayakovsky Ömer Bedrettin Uşaklı Ziya Osman Saba Yi Men Yılmaz Odabaşı Rıfat Ilgaz Blas De Otero Oktay Rifat Yaşar Miraç Orhan Murat Arıburnu Salah Birsel Federico Garcia Lorca Adnan Yücel Fethi Giray Sait Faik Abasıyanık Oktay Taftalı Eugene Guillevic Neşe Yaşın Ahmet Muhip Dranas Yannis Ritsos Kemalettin Kamu Ercüment Behzat Lav Vasko Popa Nikola Vaptsarov Metin Eloğlu Adnan Özer Feyzi Halıcı Konstantin Simanov İsmail Uyaroğlu Murathan Mungan Kenneth Rexroth Suat Derviş Bilgin Adalı Özkan Mert Afşar Timuçin Arkadaş Z. Özger Melih Cevdet Anday Kemal Burkay Günter Kunert Cahit Külebi Fakir Baykurt Yılmaz Güney Attila İlhan Akgün Akova Gabriel Celaya Kutsiye Bozoklar Behçet Kemal Çağlar Suat Vardal Fazıl Hüsnü Dağlarca Memet Fuat Barış Pirhasan Faruk Nafiz Çamlıbel Hasan Biber Bertolt Brecht İlhami Bekir Tez Asım Bezirci Sabri Altınel İlhan Berk Cengiz Bektaş Adalet Ağaoğlu Berin Taşan Birhan Keskin Ece Ayhan Enver Gökçe Seyhan Erözçelik Jose Marti Halim Şefik Güzelson Aziz Nesin Pablo Neruda Ahmet Ada Goethe Cemal Süreya Louise Gareau Des Bois Fang Vei Teh Mehmed Kemal Ahmed Arif Yorgo Seferis E. E. Cummings A. Hicri İzgören Metin Altıok Heinz Kahlau Nahit Ulvi Akgün Türkan İldeniz Sandor Petöfi Veysel Öngören Jesus Lopez Pacheco Gülseli İnal Ahmet Necdet Cevat Şakir Kabaağaçlı Hilmi Yavuz Sennur Sezer
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Adnan Binyazar – Ahmed Arif: Öfkenin ve İnceliklerin ŞairiGuy de Maupassant – Otel
Sayfanın başına dön