Edip Cansever İle
Son çıkan kitabınız ‘Şairin Seyir Defteri’ şu dizelerle başlıyor: ‘Doğanın bana verdiği bu ödülden / çıldırıp yitmemek için / iki insan gibi kaldım / birbiriyle konuşan iki insan.’ İçindeki ikinci insan nasıl oluştu? Bir şiir danışmanı mı, yoksa ikinci bir Cansever mi yarattınız? Doğa, son yıllarda iyiden iyiye yerleşti şiirlerime. Doğanın verdiği yalnızlık kendi kendinelik, beni hem monologa hem de diyalog kurmaya yöneltiyor. Şiiri doğadan sağdığıma göre, bu iç konuşmayı şöyle özetleyebilirim: Duymayı düşünmek, düşünmeyi duymak… Oysa şair ‘iç yalnızı’dır, bence. Genellersek, insan yalnızdır. Yalnızlığını başkalarıyla gideren tek yaratıktır.
Birkaç şiirimizi, kendi yöntemlerimle, yazılış sürecine geri götürmeyi denedim, edindiğim kanı, aşağı-yukarı şöyle oldu: İlgi alanının içindeki her şeyin şiirsel koordinatlarını bulmaya çalışmak; şiirlerimizin yapı taşlarını elde etmek için, yaşam yörüngenize giden olayları, durumları, nesneleri, öğelerine ya da niteliklerine indirgeyip doğal dengelerini bozarak temellerindeki çelişki, karşıtlık, devingenlik, durağanlık ilişkilerini açığa çıkarmak, bunların sağladığı çağrışım olanaklarıyla yeni birleşimlere varmak… Ne dersiniz?
Öteden beri Eliot’nun ‘nesnel karşılık’ kuramına çok önem verdim. Yani duyguların, düşüncelerin, coşkuların vb. nesnel bir karşılığı olması kuramına. Böylece şiirsel bir dekor hazırlanması söz konusu. Şiirlerim küçük insandan, küçük durumsal anlardan çok, insan dramını, yani bir çelişkiler, karşıtlıklar bütünlüğünü içermeye yönelik olduğundan, bu dekorun nesneleri de, insanları da daha bir hareket halinde görünüyorlar sanırım.
‘Cansever’in şiirleri kendini konu alan bir yaşam tragedyasının ayrı ayrı bölümleri gibidir’ demiştim bir yazımda. Bu değerlendirmem doğru mu?
Şairin kendini konu yapması elbette doğal bir şey. Ne var ki, tragedya yazmak şairi zaman zaman dış dünyaya itiyor. Salt öznellikten kaydırıyor. Şu da var: Tragedya bir karşıtlıklar bütünü olduğuna göre diyalektiktir. Acıma, korku uyandıracak insanlara arınma sağlama klasik tragedyanın amacıdır. Buysa kaderciliktir, insan yaşamının etkinliğini durallaştırmaktır. Ben, insan soyu sürdüğünce tragedyanın da geçerli olacağına, kapsayıcı bir yazın biçimi olacağına inanmaktayım. Şöyle ki, insanlık toplumcu düzene geçse de, bireyin bireyle, bireyin çevresiyle çatışması engellenemez.
Şiirlerinden ayrı düşündüğüm şairler vardır. Şiirlerinden ayrı bir Cansever düşünemiyorum…
Bireyliğimi korumak, aşırı öznelliğe kaçmamak koşuluyla.
Ben daha değişik bir yanıt bekliyordum. Şiirinizle öylesine özdeşleşmişsiniz ki, sizi şiirinizin, şiirinizi sizin dışınızda aramak, evreni evrenin dışında aramak gibi…
Şiir, şairin özgül değeri, özgül biçimi olmalı, bence.
Her kitabınızda, gelecekte geleceğinizin şiir dönemlerinin öncü şiirlerine rastlanıyor. Ama çok kez, muştulanan döneme hemen geçilmediği görülmekte. Nedenini açıklar mısınız?
Yörüngemde iki şiir devinimi oluyor. Bunlardan biri, gene de bir bütünsellik içinde yazdığım (Sevda ile Sevgi’de olduğu gibi) kısa şiirler. Anlık duygulanımların şiirleri de denilebilir. Ötekisiyse, düşünceye ağırlık veren, bir sorunsalı içeren şiirler. Birinden birine geçerken, daha geçme döneminde kitaplarımı birbirine bağlayabiliyor yazdıklarım. Bazen de birkaç kitaptan sonra gerçekleşiyor bu.
Şairler, ustalıklarının doruğuna ulaştıklarında, geçmiş, şimdi, gelecek arasındaki yapay sınırları umursamamaya, gerekirse zamanı kendi diledikleri gibi bölümlemeye, şiirlerinde takvim yılını bırakıp başka bir yılı (ben buna ‘Şiir Yılı’ diyorum) kullanmaya başlıyorlar. Bu, ‘zaman dışılık’ özlemi nereden geliyor?
Bu sorunuzu şöyle yanıtlayabilir miyim acaba? Güncel olanı (güncel bir olayı, güncel bir tutumu vb.) soyutlayıp daha sonra somuta dönüştürerek (şiir bir somutlamadır çünkü) bir genelliğe varmak, böylelikle onu zamanlara yaymak, hatta zaman ötelerine götürmek özlemi, yaratının ilk koşulu, bence. Ama, sizin sorunuz daha başka. Şöyle diyebiliriz: Şair yaşadığı zaman diliminin ya da kesitinin bilinçle dışına çıkabilir. Bu yol alış, geçmişe doğru da olabilir, geleceğe de. Yani dolaysız olarak genişletilebilir şiirin zamansal boyutları. Bağlayalım: Yaşantılar üst üste biriktikçe, geçmiş aşındıkça, ölüm duygusu daha bir yakından yaşandıkça; kısacası, anlamsızlığa karşı bir başkaldırış oluyor. ‘Zaman dışılık’ özlemi.
Şiiriniz üzerine özellikle sorulmasını istediğiniz, daha önceki konuşmacıların sormadığı bir soru var mı?
Sorulmasını istediğim çok soru var. Ve kendi kendime soruyorum durmadan; daha duyulmamış duyguların tarihçisi olarak.
(Mustafa Öneş, Gösteri, Ocak 1981)