• Kişisel
  • Kitaplık
Ufuk Lüker
  • Ana Sayfa
  • Şiir
  • Öykü
  • Müzik
  • Sinema
  • Yazın
  • Görsel
  • Ara
  • Menu Menu
Öykü

Sabahattin Ali – Kamyon

Kamyon, Zincirli Han’ın dar ve basık kapısından, yan duvarlara sürtünüp sıvaları dökerek ve üzerine bağlanmış sepetlerle çuvalları dört tarafa fırlatarak ıkına sıkına çıktı. Şoför bir eliyle direksiyona yapışmış, dört metre genişliğindeki sokağın karşı tarafındaki berber dükkanlarına girmeden sola manevra yapabilmeye uğraşıyor, öteki eliyle de ağzına peynirli pide tıkıyordu.
Toz, çamur, benzin, makine yağı tabakalarının altında elbisesinin ve yüzünün rengi pek belli olmayan şoför yamağı arka tarafta durmuş, iki yana koşarak şoföre:

-İleri!.. Geri!.. Yana!..- diye işaretler veriyor, bir taraftan da soğan ekmek tıkınıyordu. Kamyon, içindeki yirmi iki müşterisiyle beraber sokağa çıkıp biraz ilerledikten sonra durdu. Uzaktan doğru koşup gelen bir çocukla, otomobilde heybesini bacaklarının arasına almış değirmi sakallı birisi fiskos edip konuşmaya başladılar. Ara sıra duyulan -Buğday, veresiye defteri, şinik, sekiz metre kara dimi…- gibi sözlerden, İzmir’e giden manifaturacının, oğluna; dükkan idaresi ve köylülerle veresiye muamelesinin şekli hakkında son talimatı verdiği amlaşılıyordu. İkide birde sabırsızlıkla arkasına dönüp bakan şoföre şöyle bir başını çevirip:

-Dur azıcık… patlamadın a!..- diyor; sonra gözlerini müşterilerde de gezdirerek sözünün yalnız şoföre değil, başka sabırsızlananlar varsa onlara da dokunur olduğunu anlatmak istiyordu.

Bu sırada, sırtında eski bir heybe ile çok genç bir köylü otomobile yaklaştı; tereddüt eder gibi bir müddet şoföre baktıktan sonra:

-İzmir’e mi?- diye sordu.

-Oraya!..-

-Beni de alır mısınız?-

-Yer yok!..-

Delikanlı hemen arkasını döndü, uzaklaşmaya başladı. Fakat şoförün penceresine dayanarak ona birtakım şeyler havale eden esmer, uzun boylu, sırım gibi incelmiş boyunbağlı birisi arkasından bağırdı:

-Gel buraya! Hey… Delikanlı!..-

Köylü döndü. Esmer, uzun boylu adam şoföre:

-Ne diye yer yokmuş, arkada bir yere sıkışmıştır!..- dedi.

Bu adam kamyonun sahibi idi. Şoför yüzünü buruşturarak indi. Delikanlıdan yarım lira peşin aldı. Sonra, arabanın arka kapağını gevşeterek eğri bir şekle koyan ve üzerine çullarını seren öteki köylüleri sıkıştırıp, yeni gelene bir yer açtı. Zaten dizleri üzerine çömelerek ancak sığışabilen yolcular hem; -olmaz, buraya nasıl sığar!- diye söyleniyorlar, hem de her setre pantollunun emrine itaate alışık bir tavırla birbirlerini iterek yer açıyorlardı. Genç köylü bir kıyıya çömeldi, heybesini altına aldı ve kamyon, hızla bir sarsıldıktan sonra yürüdü.

Şoförün yanında oturan siyah elbiseli, gümüş çerçeveli gözlük takmış; yaşlıca, sünepe tavırlı bir adam -Beyşehir taraflarına dava toplamaya giden bir avukat- başını arkaya çevirerek! -Uğurlar olsun cümlenize!- diye bağırdı. İçerdekiler hepsi birden aynı sözü tekrarladılar. Konya’dan çıkıp Beyşehir’e giden yolun başlangıcındaki dik yokuşu tırmanmaya başlayınca, herkes yanındaki ile veya çaprazlama ta öbür baştaki biriyle lafa koyuldu; birkaç kişi yalnız cigara içip dumanını savuruyordu. Birbiri arkasına dizili tahta sıralarda oturmayıp yarım lira eksiğine en arkada yere çömelen ve kamyonun şiddetle sarsılan bu kısmında ikide birde, başlamak üzere olan uykularından fırlatılan köylüler, cıgara da içmeyerek, boş gözlerle bakışıyorlardı.

..

Sonradan gelen genç köylü ilk defa otomobile biniyordu. Benzi sapsarıydı. Bunun yarısı alışmadığı bir şeyde hızlı hızlı götürülmenin verdiği heyecan ve korkudan, yarısı da başka bir şeyden geliyordu.

Konya’ya bir saat ötedeki bir köyden olan bu delikanlı otomobile binmişti, İzmir’e gidecekti. Araba İzmir’e gelince şoför yolcuları selametlemeden evvel nedense yol parasının üstünü toplamak adetindeydi. Bunu genç köylü de biliyordu, fakat yazık ki şoförün bu isteğini yerine getirecek vaziyette değildi. Yanında beş parası bile yoktu.

Mahsuller para etmeyince, vergiler ödenmez hale gelince, evde tuz, gaz tükenip yerine yenisini koyamayınca oğul babasını bir kenara çekmiş:

-Baba, ben gidip şehirlerde çalışayım. Bak, köyün yarısı gitti, İzmir’de çok iş varmış. Fabrikalarda adamına göre yarım lira yevmiye bile veriyorlarmış. Kışın burada kalıp yük olacağıma, gidip ekmeğimi ararım, harman zamanında gene gelir, tarlada çalışırım…- demişti. İhtiyar babası aklı ermediği ve fakirlikten söz söyleyemez, fikir ortaya atamaz hale geldiği için peki dedi. Ve on sekiz yaşındaki delikanlı, bundan evvel İzmir’e gidip gelenlerden akıl danışmaya gitti.

İzmir’e gitmek için evvela Konya’dan otobüse binmek lazımdı. Beyşehir, Karaağaç, Ödemiş üzerinden iki üç günde varılıyordu. Yol parası beş lira idi. İzmir’e varınca hemşerileri bulup, ötesini onlardan öğrenmek lazımdı.

Delikanlı bunun üzerine yol parası tedarikine çıktı. Fakat evindeki eski bir çifteye bir liradan fazla veren bulunmadı. Beş lira gibi mühim bir parayı köyde bir araya getirebilmek, bir hafta uğraştığı halde, mümkün olmadı. Ne yapacağını şaşırmış bir halde iken bakkalın oğluna rastladı. Bu çocuk bir zamanlar babasının yanından kaçıp şoför muavinliği yapmıştı. Kendisine akıl öğretti:

-Ülen, sen deli misin? Otomobile de para mı verilirmiş?..- dedi ve ona, şoföre yarım lirayı peşin verdikten sonra bir daha beş para vermemesini, İzmir’e yaklaştıkları zaman usulca arkadan atlayarak tüymesini ve İzmir’e yayan girmesini söyledi.

Yalnız şunu da ilave etti:

-Amanın tetik ol, İzmir’e girmeden otomobili durdurup yol parasını toplarlar. Sen daha evvel atlamazsan yandığın gündür. Şoförler seni yatırıp suyunu çıkarana kadar döverler, üstelik de don gömlekten gayrı neyin varsa alırlar…-

İşte bu on sekiz yaşındaki köylü delikanlısı, cebindeki elli kuruşu peşin verdikten sonra, böylece on parasız otomobile binmiş, İzmir’e ameleliğe gidiyordu.

Yolculuğun ikinci günü akşamına doğru genç köylü olduğu yerde rahat oturamamaya başladı. Yola çıkalıdan beri açtı. Köyden beraber aldığı azıcık yufkayı daha biner binmez yemişti. Yanı başında kuru ve siyah bir ekmeği ağır ağır geveleyen köylülere yutkunarak bakıyor, sanki başı dönüyormuş gibi gözlerini kapayarak kafasını kamyonun sarsılan tahtalarına dayıyordu. Sonra birdenbire irkiliyor, yerinden azıcık doğrularak öne, şoföre doğru bakıyor, tekrar sıkıştığı yere büzülüyordu. İçinde, otomobil ilerledikçe büyüyen bir korku ona ara sıra açlığını unutturuyor, yahut açlıkla karışarak onu sersemletiyordu. İzmir’e yaklaştıklarını yolcuların konuşmalarından anlamıştı. Fakat ne kadar yaklaştılar? Atlayacak, kaçacak zaman geldi mi? Eğer daha çok varsa bu Allah’ın dağlarında gece yarısı yolu nasıl bulacak, buralarda nasıl geceleyecek? Ya candarmaların eline düşerse?.. Ya şoför parayı vermeden atlayıp kaçtığını karakola haber verirse?.. O zaman candarmalar kendisini dövmezler miydi? Acaba candarmaların dayağı mı daha kötü idi, şoförün dayağı mı? Belki otomobildeki müşterilerden bir merhametli çıkar da bunu dövdürmezdi. Fakat bu kadar adamın içinde rezil olmak vardı. Üstelik don gömlekle kalacaktı. Bu kılıkta İzmir’e nasıl girer, hemşerilerini nasıl arardı? Atlamaktan başka çare yoktu…

Fakat atlamayı nasıl becerecekti? Kamyon, arkasında atılmış pamuk gibi bir toz yığını bırakarak koşuyor, dar dönemeçlerde, içindekileri bir yandan bir yana fırlatarak, kıvrıntılar yapıyordu. Birçok defa gördüğü halde hiç içine binmediği bu acayip şey, çıkardığı gürültü ve insanı sersem eden hızıyla, ciğerlere ve beyne dolan sıcak benzin kokusu ile birdenbire korkunç bir kılık alan bu makine ona anlaşılmaz bir ürkeklik veriyordu. Bu toz, gürültü ve sürat kargaşalığı içinde dumanlanan kafasından, bozuk bir rüya şeridi gibi, köyü, kendisine anlatılan İzmir’in hayalinde yarattığı vuzuhsuz şekilleri, şoförün benzin kokulu yüzü, Beyşehir’de inen gözlüklü avukatın siyah ceketinden fırlayan sıska ensesi geçiyordu.

Ara sıra otomobil herhangi bir sebeple yavaşlar gibi olunca delikanlı yüzünde zapt edemediği bir dehşet ifadesiyle yerinden fırlıyor, -Acaba duracak mı? Para toplamaya mı başlayacak?- diyor; araba tekrar hızlanınca derin bir nefes alarak yerine çekiliyor ve atlamak için kati kararını veriyordu. Fakat nasıl atlayacak? Bu kamyon, bu gitgide gözünde büyüyen, bütün hislerine alışamadığı ve ezici tesirler yapan korku makinesi kendisini bir kıskaç gibi yakalamıştı. Buradan kurtulmasına imkan olmadığını sanıyordu. Gözleri alev alev olmuş, dört tarafına bakınıyor, etrafındaki köylülerin, ön sıralarda oturan efendilerin hep kendisine baktıklarını, biraz kımıldasa yakasına yapışacaklarını zannediyordu. Alnından yanaklarına doğru terler akıyor ve şakaklarındaki ayva tüylerini ıslatıyordu.

Otomobil birdenbire yavaşladı. Yolun sol tarafı sarp bir kesme idi ve sağ tarafta, iki minare boyunda bir yar, esner gibi ağzını açmıştı. Yol birdenbire darlaşıyordu. Motörün hafifleyen gürültüsü arasında aşağıdan doğru gelen bir su şırıltısı duyuluyordu. Henüz taş bile döşenmemiş olan şosenin bu kısmında çökme ve kayma tehlikesi bulunduğu için yolcular burada yayan yürür ve otomobiller yavaş yavaş ilerlerdi. Bunun için otomobili tamamen durdurmadan şoför başını arkaya doğru çevirdi ve:

-Haydi beyler!- dedi.

Birdenbire arka tarafta bir hareket oldu: Delikanlı, gözleri dönmüş, korkudan titreyerek, kendini dışarıya, yolun üstüne fırlattı. Fakat daha durmamış olan otomobilden bu tersine atlayış ona muvazenesini kaybettirdi; olduğu yerde birkaç kere döndükten sonra ayağı boşa gitti ve eliyle çalılara tutunmaya çabalayarak, kafası sivri taşlara çarpa çarpa ve arkasından acı bir hışırtı ile akan topraklar ve ufak taşlarla birlikte, yardan aşağıya, şimdi şırıltısı daha çok duyulan dereye doğru yuvarlandı.

(Sabahattin Ali, Ayda Bir, Eylül 1935)

Etiketler: Sabahattin Ali
Bu gönderiyi paylaş
  • Share on Facebook
  • Share on Twitter
  • Share on Tumblr
  • Mail üzerinden paylaş
Beğenebilecekleriniz:
Sabahattin Ali – Pazarcı
Sabahattin Ali – Viyolonsel
Sabahattin Ali – Sulfata
Sabahattin Ali – Bir Siyah Fanila İçin
Sabahattin Ali – Bir Firar
Sabahattin Ali – Bir Aşk Masalı

Site içerisinde ara

Son Eklenenler

  • Deniz Durukan – Refik Durbaş İle
  • Ahmed Arif – Basübadelmevt
  • Ahmed Arif – Tutuklu
  • Ahmed Arif – Yurdum Benim Şahdamarım
  • Cemal Süreya – Bir Şair: Ahmed Arif

Site istatistikleri

  • 1
  • 155
  • 131
  • 8.972.061
  • 3.936.822

RSS [Kişisel] Son okuduklarım

  • Dünya Bu Kadar
  • Sapiens: a Graphic History, Volume 1 - The Birth of Humankind
  • Kara Yarısı
  • Atta
  • Gaip
  • Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
@ufukluker'i takip et

Etiketler

Fazıl Hüsnü Dağlarca Ece Ayhan Adnan Yücel Ömer Bedrettin Uşaklı Faruk Nafiz Çamlıbel Yılmaz Güney İlhan Berk Veysel Öngören Murathan Mungan Sinan Kukul Ozan Telli Ülkü Tamer Kenneth Rexroth Abdülkadir Bulut Cengiz Bektaş Kerim Korcan Sandor Forbath Zafer Ekin Karabay Dido Sotiriou Yorgo Seferis Asım Bezirci Can Yücel Rıfat Ilgaz Abdülkadir Budak Turgut Uyar Süleyman Çobanoğlu Salah Birsel İlhami Bekir Tez Enis Batur Afşar Timuçin Adnan Binyazar Akgün Akova Ataol Behramoğlu Yılmaz Odabaşı Philippe Soupault Sezai Karakoç Gülten Akın Refik Durbaş Tevfik El Zeyyad Özge Dirik Günter Kunert Berin Taşan Hasan Hüseyin Korkmazgil Mehmet Başaran Ziya Osman Saba Celal Sılay Mehmed Kemal Metin Altıok Sait Faik Abasıyanık Fang Vei Teh A. Hicri İzgören Ahmet Ada Ercüment Behzat Lav Özkan Mert Aziz Nesin Liana Daskalova Jesus Lopez Pacheco Barış Pirhasan Kemal Özer Ingeborg Bachmann Talip Apaydın Hasan Biber Nihat Behram Resul Rıza Hasan İzzettin Dinamo Seyhan Erözçelik Altay Öktem Cevdet Kudret Oktay Rifat Kemal Burkay Nikola Vaptsarov Ahmet Telli Fethi Giray Birhan Keskin Sabahattin Ali Louise Gareau Des Bois Ümit Yaşar Oğuzcan Kutsiye Bozoklar Federico Garcia Lorca Fakir Baykurt İbrahim Karaca Kostas Kleanthis Asaf Halet Çelebi Conrad Aiken Cahit Zarifoğlu Peter Abrahams Pablo Neruda Sabri Altınel Sabahattin Kudret Aksal Yannis Ritsos Ahmet Erhan Turgay Fişekçi Arif Damar Orhan Veli Kanık Vecihi Timuroğlu Louis Macneice Yaşar Nabi Nayır Erdal Öz Miguel Hernandez Bekir Yıldız Cahit Külebi Cahit Irgat İsmet Özel Orhan Murat Arıburnu Suat Vardal Vasko Popa Cemal Süreya Nicolae Dragos Sandor Petöfi Necati Cumalı Hilmi Yavuz Goethe Behçet Aysan Behçet Kemal Çağlar Jose Marti Türkan İldeniz Özdemir Asaf Bertolt Brecht Ahmet Oktay Oktay Taftalı Yi Men Füruğ Ferruhzad Memet Fuat Yaşar Kemal Lale Müldür Bilgin Adalı Edip Cansever Kemalettin Kamu Gabriel Celaya Arkadaş Z. Özger Neşe Yaşın Vedat Türkali Eugene Guillevic Feyzi Halıcı Cahit Sıtkı Tarancı Sennur Sezer Hasan Basri Alp Özdemir İnce Şükran Kurdakul Orhan Kemal Kahraman Altun Suat Derviş Haydar Ergülen Konstantinos Kavafis Guy de Maupassant Müştak Erenus Oruç Aruoba Sun Yu-T'ang Mehmet Yaşin Bejan Matur Nazım Hikmet Erdal Alova E. E. Cummings Paul Eluard Ahmed Arif Adalet Ağaoğlu Suat Taşer Behçet Necatigil Yaşar Miraç Halim Şefik Güzelson Gülseli İnal Bedri Rahmi Eyüboğlu Cevat Şakir Kabaağaçlı Tove Ditlevsen Blas De Otero Enver Gökçe Melih Cevdet Anday Şükrü Erbaş Süleyman Nesip İsmail Uyaroğlu Metin Demirtaş Konstantin Simanov Vyaçeslav Ivanov Nahit Ulvi Akgün Vladimir Mayakovsky Adnan Özer A. Kadir Heinz Kahlau Attila İlhan Ahmet Muhip Dranas Ahmet Necdet Oğuz Atay Metin Eloğlu
by Ufuk Lüker
  • 500px
  • LinkedIn
  • Youtube
Sabahattin Ali – Sırça KöşkSabahattin Ali – Kafakağıdı
Sayfanın başına dön